Feridun Yıldız
Feridun Yıldız

Faşist, Totaliter Devletle Demokratik Devlet Arasındaki En Büyük Fark

Demokrasi ve cumhuriyet kavramları en çok yanlış anlaşılan, anlam ve işlevleri bakımından biri diğeri ile karıştırılan kavramlardır. Demokrasi, bir kurum, kuruluş yada topluluktaki ve genellikle bir ülkedeki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Cumhuriyet ise başta devlet başkanı olmak üzere, devletin başlıca temel organlarının belli aralıklarla yinelenen seçimlerle göreve getirildiği bir “yönetim biçimi”dir.

Bu tanımlardan yola çıkarak kısaca şu sonuca varabiliriz: Demokrasi yönetimin ruhunu, cumhuriyet ise şeklini belirler. Sonuç olarak adı cumhuriyet olan her devlet demokrasi ile yönetilmez. Buna örnek olarak İran gibi teokratik ve Çin gibi totaliter bir cumhuriyeti gösterebiliriz.

Demokratik yönetim de kendi arasında farklı türlere ayrılır. Bu türler arasından Türkiye “parlamenter demokrasi”yi tercih etmiştir. Parlamenter demokrasi Halk tarafından seçilmiş olan ve yönetenler ile yönetilenler arasında detaylı bir ilişki kuran müzakereci bir meclis aracılığıyla faaliyet gösteren demokratik yönetimin bir türüdür.

Totaliter devlet yapılarından farklı olarak demokratik devletler kontrol edilemez varlıklar değillerdir. Devlet, belli güçler üzerinde varlığını korur. Bunlar yasama, yürütme ve yargıdır. Yasama halkın hür iradeleri ile seçtiği milletvekillerinden oluşan Meclis’te; yürütme Meclis tarafından seçilmiş hükümette; yargı vatandaş adına karar veren bağımsız mahkemelerde gerçekleşir.

Modern devleti ayakta tutan bu kuvvetler totaliter yönetimlerde “kuvvetler birliği” demokratik hukuk devletlerinde ise “kuvvetler ayrılığı” biçimleriyle kendini gösterir. Kuvvetler birliği bu kuvvetlerin tek bir iradenin hedefleri doğrultusunda devleti yönetme biçimi iken kuvvetler ayrılığı ile yönetilen devletlerde bu üç kuvvet sürekli olarak birbirini denetler. Kuvvetler ayrılığı prensibi ile yönetilen devletlerde yasama yetersiz gördüğü yürütmeyi değiştirebilme gücünde iken, yasamanın yanlış kararlarını deayargı bozar. Demek ki bu üç kuvvetlen en birinci sırada olan, olmazsa olmaz olan kuvvet yargıdır. Yargı sadece vatandaşların hukukî sorunlarını çözmek için değil, daha da önemlisi devleti denetlemek için de vardır ve olmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulan cumhuriyetin kurumlarını ve devrimleri kabul ettirebilmek adına 1924 Anayasası’nda “kuvvetler birliği” prensibini kabul etmiştir. Ama o zaman da bile yargının yasama ve yürütmenin üzerinde bağımsız bir güç olduğunu anlayabilmek için şu anekdot yeterlidir sanırım. Kurtuluş Savaşı’nın önemli komutanlarından, Atatürk’ün yakın dostu ve silah arkadaşı Kazım Karabekir İzmir Suikastı’na dahil olduğu iddiası ile tutuklanmıştır. Tutuklu olarak kaldığı ortam pek iç açıcı değildir. O sırada başbakan olan yakın arkadaşı İsmet İnönü devreye girerek Karabekir’i kurtarmak ister, ancak mahkemenin itirazı çok serttir: “Bağımsız mahkemenin işlerine karışırsanız, sizi de tutuklarız.

Adalet mülkün temelidir” tarihî geleneğinden gelen Türkiye Cumhuriyeti çok partili demokrasiye geçişten sonra “kuvvetler ayrılığı” prensibini yönetim biçimi olarak kabul etmiştir.

2002 yılında iktidara gelen AKP iktidarı ilk olarak kuvvetler ayrığı prensibi ile kurulmuş olan bağımsız anayasal kuruluşlar ile üst yargıyı hedef almış, plânlı bir mücadele ile sıra ile bu kuruluşları politize etme ve ele geçirerek, iktidarın organları olarak çalıştırma operasyonunu başlatmıştır.  Ne yazıktır ki bu savaştan galip çıkmış, pek çok kuruluş zaptedilmiş iktidarın borazanı hale gelmiştir. Yaşadığımız şu kritik günlerde ülkeye fikir ve proje üretmesi gereken üniversitelerden hiç ses çıkmaması ne kadar acıdır.

Bu savaşın son ve en yıkıcı etki uyandıracak kalesi ise yargıdır. Geçen hafta yargıyla ilgi medyaya yansıyan haberleri ibretle izledik. Anayasamızın 22. maddesi, “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.” der. Vatandaşların, hele hele yargı mensuplarının siyasî görüşlerini belirlemek amacıyla telefon konuşmalarını dinlemek demokratik hukuk devletlerinin değil, ancak faşist, totaliter devletlerin işidir.

Devlete yıllarca hizmet etmiş her meslekten pek çok insan suçları sabit olmadan otuz aydır Silivri Cezaevi’nde tutulurken Kandil’den askeri bir törenle silahlarını teslim ederek Türkiye’ye gerilla(!) elbiseleri ile gönderilen PKK’lılar serbest bırakılmıştır. Bu PKK’lılar konferans ve panellere katılarak PKK reklâmı yapmaktadırlar. O zaman terör örgütü propagandası yaptılar diye bazılarını da hapiste tutmak hukuk mantığına sığar mı?

8 Temmuz 2009 tarihinde bu sütunlarda yazdığımız gibi darbeyi sadece askerler yapmaz. 3 Kasım 2002 Seçimlerinde Türkiye’de de bir “renkli devrim” gerçekleştirilmiş; iktidara gelen AKP sivil bir darbe gerçekleştirmiştir. Bu darbenin amacı kuvvetleri birleştirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni totaliterleştirmek, kuruluş felsefesini ve düzenini değiştirmektir.

Ey Türk Milleti; titre ve kendine gel, yarın çok geç olabilir.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!