A. Yağmur Tunalı
A. Yağmur Tunalı

Doğruyu doğru konuşalım

featured

O balçıkla gerçeği örtemezsin! Bugün ve bir süre örtsen de uzun süre örtemezsin. Hele hele gelecekte bu kandırmaca oyununun perdesinin zerresi kalmaz. Tarih, aynı zamanda boyaları döken, foyaları meydana çıkaran sergi alanıdır.

Ateşler içindeyiz. Dev gibi yığılmış problemler ortasında anayasa, başkanlık,  şu veya bu bürokratın, şu veya bu siyasetçinin düşüklüklerini veya ona göre uydurulmuş Göbbelsvârî aldatma-kandırma manevralarını konuşuyoruz. Anayasaya uyulmayan memlekette anayasa konuşmanın garabet heykeli halinde önümüzde durduğu yerdeyiz. Her işin bir dudaktan çıkacak söze bağlanmasının ölçüsüzlüğü ve yıkıcılığı apayrı bir tatsızlık halinde canımızı yakıyor. Kargaların bile gülemeyeceği haller içinde, yığınla yalan dolanla kirlendikçe kirleniyoruz.

Nereye göz atsanız yerlerdeyiz. İyi ve doğru yaptığımız iş arasanız bulmanız hemen hemen mümkün değil. Pahalılık kan ağlatıyor. Düzeltecek el ortalarda yok. Tepedekiler bozdukça bozuyor. Direksiyon onlarda. Kötü şoför denemeyecek kadar kötüler.  Bunları bu açıklıkta tespit ederek konuşmak zorundayız. Varsa onların kurtuluşu da bizim konuşmamıza bağlı.

Evet, bozdukça bozuyorlar; sonra olanlara bir fâil arama pişkinliğine giriyorlar. Aslında daha fenası oluyor. “Bu rezil işleri hangi namussuz yaptı?” havasında konuşuyorlar. Bir kere affınıza sığınarak yazmıştım: Hani kendi yataklarında karısı tarafından başka bir kadınla yakalanan erkek fıkrası var ya.. Adam kapı açılınca karısını görünce yataktan fırlamış ve “Kim koydu bu kadını bizim yatağımıza?” diyerek bas bas bağırmaya başlamış ya… tam da o. Hadi yüzsüz hovarda bunu desin, devlet, millet hayatında bunlar olacak iş mi?

Tek gücün güçsüzlüğü

Ben her şeye hâkimim diyen gücün sanki hiçbir şeye gücü yetmiyor. Olanlara bakınca zavallı durumda diyebilirsiniz. Doğrudur ve bu sonuç gayet normaldir. Tek ağza bakmak bu hale getirir. Hiçbir akıl bu tekliğin idaresine yetmez. Değil bizim gibi büyük bir devlette, küçük bir devlette bile yetmez. Onlarca kere yazdığımı hatırlıyorum: Bizim saltanat rejimlerimizde bile bu teklik yoktu. Belli seviyede kuvvetler ayrılığı bile vardı. Padişahın idareyi (mührünü) verdiği sadrazam(başbakan) tam yetkiyle ve tam sorumlulukla hareket ederdi.

Dikkatinizi çekerim, yetki ve sorumluluk dedim. Sorumluluk ve yetki hep beraberdir. Biri varsa diğeri de mutlaka vardır. Şimdiki gibi yetki sonsuz ve sorumluluk sıfır düzeni bizde hiç olmadı. Padişahların sorumsuzluğunu hatırlatacaklara tekrar tarihe bakmalarını söylerim. Padişah, padişahlık etmenin kurallarıyla sınırlıdır. Halk bunu denetler, aydın denetler. Öyle bir kamuoyu denetimi vardır ki herkese not verirken padişaha karşı daha kılı kırk yararak karne verir. İyi yönetemeyen, yani dengeleri gözetemeyen, devleti zaafa düşüren bu tepkiyle karşı karşıyadır.

Genç Osman’dan itibaren gelen ihtilallerde bu halk tepkisinin de, yöneten mekanizmaları kuran güçlerin işine yaradığı olur. Bu da bir kötüye kullanma halinde hep yaşanır. Demem o ki tarihi doğru okumak lazımdır. Bizde bu tarz bir tekliğin hiçbir zaman olmadığını, Fatih’ten 4. Murad’a kadar bazı otoriter padişahların yönetimlerinin de kontrollü olduğunu bilmek lazımdır.

Sorumsuzluğu engelleyen yerleşik düzendir

21.Asrın dünyasında sorumsuz idareci tipinin yeni şartlara göre geliştiği görülüyor.  Bizdeki örneği, içinde bulunduğumuz Batı ülkeleri için düşünülemez. Dünyanın birinci gücünden çıkan örnek de bizimkine uymaz. Evet, orada bir Trump çıkabiliyor. Kendince bazı sivriliklerle hareket etmeye başlıyor. Fakat yerleşik düzen uygun zamanda hemen müdahale ediyor. Bir savcı koca devlet başkanını sorguya çekebiliyor.  Mahkemeler ceza verebiliyor. Bu devleti yöneten veya yönetecek kişide bu çizgi dışı hareketlere müsaade edilmeyeceğini gösteriyorlar.

Yaşı yetenler hatırlayacaklardır, Clinton Başkanken, Oval Ofis’te bir kızla oral seks yaptığı iddiasıyla yargılandı. İlk önce “hayır yapmadım” dedi. Stajyer kız Monika’nın yalan söylediğini iddia etti. Sonra anlaşıldı ki Monika’nın sunduğu deliller doğru. Yargılama başladı. Televizyonda dört saat canlı yayınlandı. Ben merakla seyrettim. “Niçin sarayda o işi yaptın?” demediler. Yaptıysa iki kişi arasında bir işti. Şikâyet ancak karısından gelebilir ve isterse boşanırlardı.  Atılan suça dikkatinizi çekerim, “Yapmadım” diyerek yalan söylemekti. Bir Amerikan Başkanı halkına yalan söyleyemezdi.

Yetki ve sorumluluk dengesine bu ahlak ölçüsü de dâhildir. Yalan söylemek büyük ahlaksızlıktır ve devlet başkanı olarak halkı kandıramazsınız.

Amerika’da ve diğer Batı ülkelerinde “check and balance” dedikleri denge-denetim devreye girer. Kimse de çıkıp o mahkemeye “Sen nasıl koca başkanı yargılarsın?” diyemez. Demez, diyemez. Çünkü o mahkeme herkese karşı kanunları ve kuralları gözeterek halk adına karar vermekten sorumlu. Zaten halk ve aydınlar, başkanlara demediklerini bırakmıyorlar. Ağır hakaret, yalan ve iftira olmadığı müddetçe kimse de çıkıp onlara karşı susturma yollarına başvurmuyor. İçerde tam bir fikir serbestliği uyguluyorlar.

Güç bozar

Bizde her bakımdan problem var. Tek kişiye bu kadar güç verilmez. Hele hiçbir sorumluluk olmadan bu yetkiyi vermek akıl alır şey değildir. Sorumluluğun olmadığı yerde keyfiliğin yolu açılır. Kanunlar-kurallar ve anayasa halkı korumak içindir. Kanun yolu var görünür ama o tekliğe uygun düşmediği yerde her zaman tıkanabilir. Tehlike buydu ve şimdi ona yakın bir durumu yaşıyoruz. Bunları âcil bir mesele halinde konuşmalıyız.

Tek akıl yetmez. Ne getireceğini bilmeden kabul ettiğimiz tek adam rejiminde, içerde dışarda danıştıkları olsa da son söz için o tek kişi bekleniyorsa insanüstü güce sahip olan biri çıksa da yetmez. Bir de bilgisizlik, görgüsüzlik hali var ki bu ihtirasın nereye varacağı belli olmaz. İşte varacağı yeri görüyorsunuz. Memleket magandaların hâkimiyetine girmiş. İçişleri Bakanı, aylardır her gün bir iki çete çökerttiğimizi açıklıyor. Bu çeteleri kim besledi, kim memleketin her işini çeteciliğe bıraktı.. soran eden yok.

Çeteler iktidarı

O büyük gücün nasıl olduysa bunlardan hiç haberi olmamış. Bir kısmı idareden güç alarak bu işleri yapmış. Açıklananlara göre neredeyse her yere çeteler hâkimmiş. Şimdi temizliğe girişiyoruz. “Neden böyle?” diyor ve anlamaya çalışıyorsanız cevap geliyor: Kanun nizam askıya alınınca böyle olur.

Öyle bir yayılmışlar ki temizlemek kolay olmayacak. Daha neler duyacağız şaşkınlığını henüz halk kütlelerinin hissetmeyeceği bir yere geldik. Bu sapmalar, yağmalar, kandırmalar çoğaldı. Bu çoğalma kanıksama hali yarattı. İçişleri Bakanlığı hukukun askıya alındığı, kara para cenneti görülen memlekette görüntüyü değiştirecek hamlelere girişiyor. Burada da tatsız bir durum göze çarpıyor: İç şartlardan çok dış şartların zorlamasını görüyoruz. Ne yazık ki içerde kendiliğimizden düzelmek istemekle ilgili bir uyanış tercihi olmadığını düşündürüyor. Bu durumda, acayip bir kurguyla bin bir kötülüğün failini arıyoruz. Gücü elinde toplayana ve getirdiği rejime bakan eden yok.

“Hâşâ, ondan kötü bir şey sâdır olmaz”. Yetkiler sonsuzken, sorumluluk ve sorumlu yok. Düzensizlik anarşi halinde başımızı o duvardan bu duvara çarpıyor.  Vaziyet gayet açık: Her yönden bozulmanın böylesini bu memleket yaşamadı.

Toplum çözülüyor. Dinden yürüyenlerin dinle ilgisine bakıyorsunuz, içler acısı. Dinin reddettiği ne varsa hepsi bunlarda. Rüşvet, irtikâp, hakkı olmayan her şeye atılma ve alma, her türlü hak yeme, çalma çırpma, yağmalama.. hepsi. Bunları yazıyorsunuz, koca koca adamlar bu dediklerin doğru değil diyemedikleri için yaftalamaya girişiyorlar. Tek dedikleri “Dinle niye uğraşıyorsun?” Allah Allah! Bu sahtekârlık din mi? Kardeşim, bunlar dinin neresinde var? “Biri bana bunu söylesin” diyorsunuz. Yine aynı yaftalama: “Dinle uğraşmayı bırak!”

Yine dini kullanma

Bu herzelere diyeceğiniz sözün cevabı yine aynı yaftalama olacaktır. Çünkü yine aynı sözü söyleyecek ve sizi din düşmanı ilan etmeye kadar varacaklar. Ortada din min yok. Maksat yine gayet açık. Adam diyor ki benim bu dinden geçinmeme dokunma. Ben böyle iyiyim. Ne kurcalıyorsun? Çünkü bunlar konuşulursa adamın oyunu bozulacak.

Dikkat edin, hükumetimiz de hiçbir şeyi konuşturmuyor, tartıştırmıyor. Bir ağ oluşmuş. Aynı telden ses veriyorlar. Ne deseniz, beka, ezan susmaz gibi alakasız sahteliklerle olanı biteni karartıyorlar.  Bunu bir değil, iki değil, on değil, yirmi değil, hep yapıyorlar. Biz de her defasında damga yememek için ya geri çekiliyoruz, ya da itibar suikastine maruz kalıyoruz.

Denecek de aslında açık. Kardeşim sen dinle uğraşmayı bırak! Senin din dediğin din değil. Senin din dediğinde dinin getirdiği ilkelerin hiçbiri yok. Camiden bahsetmekle, yediğin herzeleri, Âkif’in dediği gibi dini maskaraya çevirdiğini örtemezsin!

O balçıkla gerçeği örtemezsin! Bugün ve bir süre örtsen de uzun süre örtemezsin. Hele hele gelecekte bu kandırmaca oyununun perdesinin zerresi kalmaz. Tarih, aynı zamanda boyaları döken, foyaları meydana çıkaran sergi alanıdır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!