Bayramın Çağrıştırdıkları

Bayramın Çağrıştırdıkları

Bayram öncesi, doğup büyüdüğüm Elmalı topraklarındayım. Elmalı Toros Dağları’nın Batı Akdeniz Bölgesinde uzanan kıvrımları arasında geniş bir ovaya sahip, bana Ergenekon’u çağrıştıran şirin bir ilçe. Oğuz boylarının adları köylerine ad olmuş bir yurt köşesi. Buram buram Türklük kokan bu diyardan bayram duygularımı ve memleket hallerini sizlerle paylaşmak istedim.

Milletçe bir bayramı daha idrak ediyoruz. Bayramlar bayram ola, bizim kadim dualarımızdandır. Ne var ki, bu bayramın birçok hanede buruk geçtiğini biliyoruz. Kurban kesmeyi bırakın çocuğuna bayramlık alamayan yüzbinlerin varlığı hepimizin içini acıtıyor. İçimizi acıtan başka bir olay da bir kısım insanımızın yaşadığı yoksulluğun sebeplerinden ve sebep olanlardan habersiz oluşu, kendisine “sabır” ve “şükür” telkin edenlere inanıp    hakkı olan iyi yaşamak arayışından vazgeçmiş olmasıdır. Sabır ve şükür elbette güzel meziyetlerdir. Ancak adaletle hükmetmeyen ve devlet hazinesini hakça bölüştürmeyen yöneticilere rıza göstermeyi kapsamaz.

Çok sevdikleri şair Necip Fazıl Kısakürek’in dizeleri ile söylemek gerekirse;

Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!

Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;

Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

 

Bir ülke düşünün insanlar kendinde olmaya sıfatlarla övünüyor, övülüyor, rakipler onlarda olmayan sıfatlarla yeriliyor. Rüşvet değilse selam alınmıyor. Makamlar ulufe gibi dağıtılıyor. Adalet sarayları var ama adalete çizgi çekilmiş. Üreticiler marabalaşırken, tarım şirketleşmiş. Her şeyin kendisi yok edilmiş ama paraleli var, eğitimin, hastanenin, hatta dinin. Tarihe yalan söyletiliyor. Tek’lerin adı yok. Millet kim, devlet kimin, hangi bayrak belli değil. “Oynaklara itibar ediliyor, “göynekler” terlemiyor. Sormadığımız sorsak dahi cevap alamadığımız onlarca soru. Böyle bir ülkede bayramlar bayram olur mu?

Bir ülke düşünün, tek elden yönetimle tüm işler arap saçına dönmüş, devlet ve parti işleri birbirine karışmış, Merkez Bankası bağımsızlığını yitirmiş, TÜİK gibi önemli devlet kurumlarının verileri güvenilir olmaktan çıkmış, yargı siyasallaşmış, liyakat rafa kaldırılmış, mülakat sistemi ile torpil kurumsallaşmış, diyanet işleri bile torpil ile işe adam alır hale gelmiş.

 

Endişelerimiz bunlarla da sınırlı değil. Akın akın gelen kaçak göçmenler ve bozulan demografik yapımız, kalitesiz ve bozuk eğitim sistemi, yanlış din ve yanlış tarih öğretisi, gençlerin yetersiz ve güvensiz gıdalarla beslenmesi, sınırlarımızdan girmesi muhtemel hayvan ve insan hastalıkları, buharlaşan değerler ve yozlaşan toplum, üretmeden tüketmek, hak etmediğini istemek, geleceğimizi tehdit etmektedir.

 

Bitmeyen/bitirilemeyen   terör, dış politikada yaşadığımız sıkışmışlık ve beraberinde yaşadığımız ekonomik kriz ülkemizi adım adım çöküşe sürüklerken, iktidar yapay gündemlerle başarısızlığının üstünü örtmeye çalışmaktadır. Bütün bunlar olurken halkımızın bir “idrak sorunu” yaşadığı, toplumda tükenmişlik duygusunun arttığı gözlenmektedir. Eğer böyle olmasaydı; partizanlık ve biat kültürünün etkisi altında “alnı secde görüyor” diye, beceriksiz ve liyakatsiz yönetimlere katlanmaz, lügatimizde “çalıyor ama çalışıyor” diye bir kavram olmazdı. Kurumların içinin planlı bir şekilde boşaltılmasına ve çözüm üretemez hale getirilmesine isyan ederdik. Her gün kendini tekzip eden dün söylediğini bugün inkâr eden siyasiler sırf sesi yüksek çıkıyor diye   hala bizi yönetiyor olmaz, çözüm üreten milli bir muhalefetimiz olurdu.

 

Halkımızın yaşadığı idrak gecikmesinden daha vahim olanı ise aydınlarımızın olup biten karşısındaki vurdumduymazlığıdır. Doğrunun peşinde koşmak yerine siyasetin kamplaşmasına kendilerini kaptırmışlar, televizyonlarda bir tarafın kayıtsız şartsız savunuculuğuna soyunmuşlardır. Oysa aydınlardan beklenen iktidarın ve muhalefetin yanlışlarını söylemesi “yanlışa yanlış deme” iradesini göstermesidir. Aydınlar ideolojik ve kişisel çıkarlar uğruna gerçeklerin çarpıtılmasına asla izin vermemelidir. Aydınların misyonu halkın göremediğini onlara göstermek değil midir? Eğer ülke olarak iç içe geçmiş birçok krizi aynı anda yaşıyorsak, yönetenlerin yönetememesi kadar tatlı su aydınları da bu kötü gidişattan sorumludurlar.

 

Ey milletim, seni hep büyük bildik ve karşılıksız sevdik. İlahi sevgiye ve korumaya mazhar olduğuna inandık. Ama öyle şeyler yapıyorsun ki, seni tanıyamıyoruz. Bazen “Çin’in ipekli kumaşına, tatlı sözüne” kanıyorsun, bazen kurtuluşu mandacılıkta görüyorsun. Gaflet, delalet ve ihanet yurdunu sardığı halde aldırmıyor, yurdunu ve soyunu korumayanları hakan seçiyorsun. Buna rağmen sana kızamıyorum. Biliyor ve inanıyorum ki ihanet edenler olsa da sen buna müsaade etmezsin. Son sözü hep sen söylersin. “Ey Türk titre ve kendine dön” diyen Bilge Kağan’ı, “muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diyen Mustafa Kemal’i hiç mahcup etmedin.

Ergenekon’dan çıkan da İzmir’e giren de sensin. Kalk ve Yürü!…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!