11 Mayıs 2022 Çarşamba
Günümüzde Din Problemi ve Yüksek Din Kurumu Üzerine
CUMHUR İTTİFAKININ ADAYI KİM
El Kesesinden Ağalık
Yugoslavya Kazanı Yine Kaynatılıyor
Herkes için ‘Dersim’ Dersi
Prof. Dr. Celalettin Yavuz'un Son Kitabı "Yok" Satıyor!
Güzel Soru
Rusya Ukrayna Savaşı'nı 18 Yıl Önceden Gören Dr. Aslan Yaman: "30 Eylül Ukrayna Seçimlerinin Ardından"
İSRAİL DOĞALGAZI KKTC’DEN Mİ GEÇECEK?
Derdiniz Andımız mı? Türklük mü?
Cehaletin "kör kazma" şehveti
VÜSAL ALLAHVERDİYEV anısına
Yalnızca Sitem
Hocalı Soykırımı
Su Akar Yatağını Bulur!..
Balkanlar'da ve Karadeniz'de Varız, Ya Kırım'da?
Ahvalimiz
Siyasette Ahlaki Çöküş
BEN DEVLETİM !
Öfke
Görünmeyen Gündem
Yunanistan’la sorunları askeri karşılıkla çözebiliriz
Karar sizin
AB; Kendi çiftçidine çok, bizim çiftçimize az destek
İYİ Parti’de Seçime Kürsü Damga Vurdu!
Bozkurt'un Zaferi
Gelecek hafta demokratikleşme paketi açıklanacak
Tarihin Kalbi Ermenek’te Attı
3 Mayıs’ın 78. Yıldönümünde Türk Milliyetçilerine Çağrı
Sen Uyurken, Vatanın İşgal Edildi!
Doğu Türkistan, Güney Türkistan, Güney Azerbaycan Derken Türkistan Coğrafyasının Temel Meselelerine Genel Bir Bakış
YAŞAMIMIZDAN BİR PARÇA; KARAHİNDİBA
Kadınlar gününde Banu Çiçekler
Gençler Türkiye’yi Terk Etmek İstiyor
Kripto Para Meselesi
ABDÜLHAMİT...
Uygurlar Terörist değildir!
Kerkük Kerbelâ Olmasın!
Kuşumuz, Can Dostumuz!.. (gitti)
Açlık, Obezite ve Gıda İsrafı
Taşkent’teydim
İşleri Gerginlik
25 Kasım, 104 yıl önce...
İnsan Haklarında Küresel Kıskaç!
Yeni oyun anayasa
ZAFER’İN ZİHİNSEL VE MATEMATİKSEL ÇÖZÜMLEMESİ uçurumdan önceki son çıkış
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
İlim ve Teknolojinin Tılsımı
Nereden Nereye
Faşistliğin İtibarını Yükseltenler
Tebrikler Ordumuzun Kurmay Aklına
Sevdiğim...
Şiddet Sadece Dayak Değildir!
Eğitimde Başarı, ‘İnsanı Bilmekle’ Başlar…
İki Kongre ve Bir Muaviye
Gitti FETÖ, Geldi Menzil
İçimizdeki Yunanlar ve Pontusçular!..
Genel Başkan insan harcamaz, insanları kazanır
EREĞLİ’DE 1 MAYIS
Oligarşi, Demokrasi, Hukuk Devleti
Büyük Türk Şairi Şehriyâr
Milli Muhalefetin Doğum Sancıları – 1 – (Siyasi Çerçeve – Temel Mücadele)
Çığlığım Türk Milletinedir! Çığlığım İmanlı Olanlaradır!
KÜRESEL SÜRTÜKLER
Orman Yangınları Sonrası
Devrimci Türklere İhtiyaç Var!
Doktorlar gitsin, sığınmacılar kalsın!
İnce Tuzaklar
Kazan Tatarlarına Vurulan Son Darbe…
Buhran Dönemi
Rüzgâr İster Seni
FETÖ Başkanlık Federasyon - VII
Adam..
Bir Zamanlar Kıbrıs
Yer Üstündeki Madenler!
Sarıkamış Harekâtı ve Enver Paşa
ZAMMINIZI SEVSİNLER!
Umuyorum ve Düşünüyorum
Bayrak kirizi Türkmen Aşiretler Meclisinde ele alındı
Milliyetçiliğimizin Kaynakları-81
Bülent Ersoy’un Başörtüsünden Fırfırlı Masa Örtüsüne Ülke Gündemi
Karaburun
Ülkücü'yü yaşatacağız ki; Türk Milleti yaşasın...
ŞARK MESELESİ (TÜRKLER MOĞOLİSTAN’A)
19 MAYIS 1919=19 MAYIS 2022 ŞARTLARI
Ülkü Yolunda Bir Ömür…. Lokman Abbasoğlu Anlatıyor…
Türkler Anadolu’yu aldıktan sonra Batılılar: “Şark Meselesi” diye bir problemi yarattılar. Bu problemin aslı ve çözümü şudur: “Anadolu Hıristiyan Batı’nın kutsal yurdudur. Türkler Türkiye’de işgalcidirler. Bu mesele ancak Türklerin Anadolu’da tümden imhası yahut geldikleri Asya’nın bozkırlarına toptan sürülmesiyle çözülür.”
Haçlı seferlerinin ana nedeni budur. Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı sıkıntı ve acıların altında bu düşünce var. Biz, “Anadolu’dan başka yurdumuz yok” inanç, kararlılık ve mücadeleleriyle bugünlere geldik.
Batılılar bizi Anadolu’dan çıkaramayınca strateji değiştirdiler, farklı taktikler uygulamaya başladılar. Örneğin Türkiye’deki Türk kimliğini (biyolojik, dil, kültür, tarih, aidiyet duygusu vb.) kirletmek için çalışmalar yaptılar, “evrensel değerler, ekonomik nedenler” dendi, yurdumuz ortaklığa açıldı, parayla satılır oldu. Ayrıca Batılılar kendileriyle fikir ve proje ortaklığı yapan Türk-ırk karşıtı dincilerin yolunu açtılar.
Türkiye, 1990’ların ikinci yarısından itibaren tasarlanan, 2002’den sonra uygulamaya konan BOP ile GÖÇ MERKEZİ yapıldı. Kimliğimizden ahlâkî ve ekonomik yapımıza varıncaya kadar nemiz varsa, hepsi bozulmaya başladı.
Biz, 1071’den beri Anadolu’da, her kuşaktan, her il ve aileden askere gittik, şehitler verdik, vergiler ödedik, yurttaşlık görevimizi yaptık. Ancak, başta Suriyeliler olmak üzere milyonlarca yabancı Türkiye’ye geldi, askerlik yapmadan, vergi vermeden bizim alın teremizle yaşamaya başladı. Anadolu’da biz ikinci sınıf, yabancılar birinci sınıf insan oldu.
Muhalefet bir süredir bu sorunu orta halli dile getirirlerken, Zafer Partisi Genel Başkanı Sn. Ümit Özdağ, sorunu ilmî, sosyal ve stratejik yönleriyle ortaya koydu, net ve kararlı bir dille milletimizi uyandırmaya başladı. Sömürgecilerin yıkadığı beyinler, bazı ileri genler, “Türk milliyetçisi” görünümündeki sarı milliyetçiler Özdağ’a savaş açtılar. Durun, size soralım: Kimlerden yanasınız?
Türkiye’nin Siyasal İslamcıları: “Suriyeliler Müslüman. Din kardeşiyiz. Ensar-muhacir geleneğimiz var.” I. Dünya Savaşı’nda, hangi Müslüman ülke padişahın “Cihat fetvası”na uyarak bize yardım etti? Kurtuluş Savaşı’nda biz Müslüman Arapların ihanetini yaşadık. Malazgirt’te, Bizans ordusundaki Türk asıllı askerlerin bize katıldıklarını hatırlarsak, kan kardeşliğinin önemli bir faktör olduğunu görürüz. Naslarda “İslam kardeşliği” var ama, uygulamada yok. “Ensar”cı kafa şimdi Konya’daki Suriyelileri (yabancıları) belediye otobüslerine parasız bindiriyor ama Türklerden para alıyor. Şu mantığa bakın!
Şark meselesi duraksamadan sürüyor. Çünkü bu mesele sıradan bir mesele değildir. Bu mesele bir ırk/Türk meselesidir. Şark meselesinde Batılılar düne ilaveten bugün içimizden buldukları “Müslüman kaftanlı” kişilerle birlikteler. Eller ücretsiz otobüse binerlerken bizim ücret ödememiz bunun göstergesidir.
Şartlar çok ağır ve acı da olsa umutsuz değiliz. Şark meselesinin kazananı yine biz olacağız. Çünkü Anadolu’nun asli unsuru ve sahibi biziz. Moğolistan’a filan gitmeyiz. Birilerinin bize Altayları hatırlatma hakkı yok. Bize Altayların arkasını gösterenler, ateşle oynuyorlar.
Bir milleti millet yapan, bir devleti güçlü kılan etkenlerin başında eğitim gelir. Böylesi eğitime millî eğitim denir. Millî olmayan eğitim sistemi bir ulusu yıkar.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin getirdiği eğitim millîdir. Bu eğitim bizi var eden ve yaşatan değerlerden beslenir. Türk millî eğitim sistemi ırkçı değildir, bize değerlerimizi benimsetme ve yaşatma ülküsünü aşılar.
Eğitimin üçayağı vardır; veli, öğrenci, öğretmen. Bu üçayağın birisi olmazsa eğitim olmaz. Bu yazıda millî eğitimin öğretmen ayağı üzerinde duracağım.
Öğretmen emeklisi olduğum için her şeyi öğretmen gözüyle görürüm. Son yıllardaki öğretmenlerimizin görünüş, davranış ve düşünüşlerini izledikçe, eğitimdeki öğretmen ayağının çürüdüğü, çöküşün başladığı kanaatine vardım. İki ayaklı bir sacayağı nasıl ayakta duramazsa; öğretmensiz bir eğitim de ayakta duramaz.
“Başarılı” bir öğretmen, bilgisi, düşüncesi, konuşması ve davranışlarının yanında görünüşüyle de “öğretici” olmalıdır. Öğretmenin bilgisi ne kadar mükemmel olursa olsun, görünüşüyle de öğretici ve eğitici olmazsa başarılı ve eğitici olamaz.
Bugünkü öğretmenlere bakın. Çoğu gece bekçisi, cami görevlisi, okul hizmetlisi gibi, öğretmen/aydın görüntüsünden uzaklar. “Görünüşümle de öğretmen olayım, öğrenciler beni örnek alsınlar” demiyorlar. Gece bekçiliğini, imamlığı, hizmetli olmayı aşağılamak gibi bir düşüncem yok. Her meslek, her iş iyidir, güzeldir. Ama bu iyilik, bu güzellik herkesin kendi mesleğine hakkını vermesiyle iyi ve güzel güzel olur, değer kazanır. Hatırlarsak, her kişi ve her meslek sahibi öğretmenlerin eğitiminden geçer ve haliyle toplumdaki bütün iş ve davranışların öncelikli sorumluları öğretmenlerdir.
Her meslek gibi, öğretmenliğin de bir temel yasası vardır. Öğretmenliğin temel yasası Atatürk’ün eğitim ve öğretime ilişkin düşünce ve açıklamaları, anayasamızın temel ilkeleri, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’dur. Öğretmenlerimiz bu yasalara göre görev yapacaklar; millî varlığımızı eritmek, medrese ve müderrisliği diriltmek, siyasi otoriteye yaranmak, silikleşmek, akıl, bilim, uygarlık ve modern Türkiye’ye kafa tutmak için öğretmen olunmaz. Bugün öğretmenlerimizin genelde yaptığı bu. Bu durum bizi çağdaş uygarlığa değil; çürümüş medreselere, yıkılan Osmanlı’ya götürür, Türkiye yeniden işgal edilir.
Atatürk, düşman henüz kovulmadan, Bursa’da öğretmenlerle bir toplantı düzenler: “Yaptığımız devrimleri siz tamamlayacaksınız, biz sizi takip edeceğiz” der. Bilindiği gibi Atatürk: “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirme idealini/vasiyetini öğretmenlere yapmıştır. Ancak öğretmenlerimiz fikir, vicdan, irfan yönüyle hür değiller. “Hür” olmayan bir öğretmen kesimi esir/köle toplum yaratır.
Geçen ay konuştuğum bir öğretmen bana: “Kravat gâvur icadı. İsteyerek takan küfre girer” dedi. Bir okul müdürü: “Devletin malı olmaz, devlet üretimle uğraşmaz” hükmünü verdi. Aşağıya iki fotoğraf ekliyorum: Kendisini tanımadığım bu kişi Konya İl Millî Eğitim Müdür Yardımcı imiş. Fotoğraflarına bakın: Makamdaki tıraşsız, yamuk, kravatlı-kravatsız görünüşüyle, bütünlüğünü bozduğu Türk Bayrağıyla, Osmanlıca yazılmış istiklal marşını alırken verdiği pozla; Tevhidi Tedrisatı çiğniyor, Türk alfabesi ve Atatürk’e isyan ediyor. İlgili kişiyi aşağılama gibi bir amacım yok. Kendisi bu fotoğrafları sosyal medyaya koyduğu için örnek veriyorum.
Öğretmen ve eğitim yöneticisi sıkıntımız var. Hem de hat safhada.
1071’den beri Anadolu’da yaşıyoruz. Acı tatlı günlerimiz oldu. Büyük devletler kurduk, kendi medeniyetimizi yarattık. Bölündük, tekrar bütünleştik, yıkıldık, yeniden doğduk. (Büyük Selçuklu, Beylikler, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti). Bu süreçlerin hepsinde devletimize ve devlet adamlarımıza sahiplenin yahut sahiplenmemenin, devlet adamlarımızın millî değerlerimizle birleşip ayrışmalarının payı oldu. Onların kişilik ve kültürleri bizi ya üzdü ya sevindirdi.
Yazdıklarım bugün için de geçerli. Yine sıkıntılarımız var. Sıkıntıların çoğu yönetici kaynaklı. Zenginlik yahut fakirliğimizin, nefret yahut sevgimizin baş etkeni yöneticilerdir. Yirmi yıllık AKP yönetimi bunu gösteriyor. Yirmi yıl öncesine göre daha fakiriz, daha çok bölünmüş, birbirimizden daha çok uzağız.
Yirmi yıl öncesinde bizim birlikte kutladığımız bayramlarımız vardı, şimdi yok. Yirmi yıl öncesine kadar biz millî/ulusal bayramlarımızı Başbakan ve Cumhurbaşkanlarımızla yan yana, Atatürk anıtlarının önünde, stadyumlarda birlikte kutlardık. Bu güzellik, bu erdem şimdi yok, başsızız, tabii ki üzülüyoruz.
Baştakiler ve insanlarımız birbirlerine saldırıyorlar, kavga için sebep arıyorlar. Hz. Muhammed: “FİTNE UYKUDADIR UYANDIRANA LANET OLSUN” demişti. Hz. Muhammed kolay kolay kızmaz, lanet okumamış ama: Fitne (insanların arasına açmak, toplumu ayrıştırmak, sorun yaratmak) çok kötü ki, böyle demiş.
AKP zihniyetinin öncüleri, iktidara gelinceye kadar: Demokrasi, Cumhuriyet, Atatürk, çağdaşlık gibi değerlere saldırdılar, “İslam, ahlâk, maneviyat” dediler. Milleti bölme, devleti gözden düşürme projelerini hayata geçirmek için kutsal değerleri silah olarak kullandılar, bu yolla iktidar oldular. Çok kişi: “Devletin başına geçtiler. Sorumluluk alınca akıllı hareket ederler. Devlet yönetimi bunu mecbur kılar. Devlet düşmanlığı yapacak, milleti bölecek halleri yok ya!” dedi. Siyasal İslamcılığın yapısını bilmeyenler, yanıldıklarını gördüler.
AKP’nin üst düzey beyinleri bizi dağıtmaya ulusal bayramlarımızla başladı. Hatırlayın, Abdullah Gül ve Recep Tayip Erdoğan 29 Ekim 2004 (Cumhuriyet Bayramı) günü bizimle değillerdi. Roma’da, Türk ulusunun düşmanı Papa X. İnnocenzio’nun heykeli önünde, Papa’nın kartal pençesi gibi açılmış elinin altında (Roma’da) idiler. Aşağıdaki resim bunun gösteriyor.
Huyları değişmedi, ulusumuzun büyük kahramanı Mustafa Kemal Atatürk ve millî bayramlarıyla hala kucaklaşamadılar. Bazen kulakları ağrıdı, bazen grip oldular, bazen “Covit 19” dediler. Malazgirt’e gittiler ama Sakarya ve Kocatepe’ye gelmediler. Atatürk ve Cumhuriyet’e küfreden, “İstiklal Savaşı’nı keşke Yunanlılar kazansaydı” diyen nankörü hastanede ziyaret ettiler ama Anıt Kabre uzak durdular. 23 Nisan 2022’ye geldik, hala aynılar. Bu bayramı da başsız kutladık. 23 Nisan günü ataşız, anasız gibiydik. Aslında Büyük ATAMIZ, bizi kucaklayan ANAMIZ (Anadolu’muz) var ama bir arıza yaşadık. Bu arızalar geçecek.
Bir atasözümüz der ki: “Orucu bizimle tuttu, bayramı başkalarıyla yaptı.” Bizim ilin bir deyimi var, onu da yazayım: “Düğünümde oynamayanı, ölümde ağlamayanı ben ne yapayım.” Umutsuz değiliz. Nice 23 Nisanlara…
Devamı var.
Yarın 23 Nisan. TBMM 102 yıl önce, 23 Nisan 1920 günü açılmıştı. Sonra bugünü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ilan ettik. Hepimize kutlu olsun.
TBMM’nin açılması; esarete hayır, hürriyet ve millî iradeye evet demektir. Mustafa Kemal Atatürk bu tarihi olayı veciz, anlamlı ve kapsamlı olarak şöyle yorumlar:
“23 Nisan Türkiye millî tarihinin başlangıç ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir cihan-ı husumete (dünyanın düşmanlığına) karşı kıyam eden Türkiye halkının, Büyük Millet Meclisini vücuda getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder.” (1)
Türkiye Cumhuriyeti 23 Nisan 1920’de tarihe geçti. O tarihe kadar adımız “Gazneli, Selçuklu, Osmanlı…” idi. Atatürk, Türk milletinin adıyla bir meclis açtı, bir devlet kurdu. Bu dönemde millîlik var. Önceki dönemlerde bu vurgu yoktu; bir sülalenin adıyla anılıyorduk.
Biz isimsizlik dönemlerinde kimlik kaybına uğradık. Osmanlı döneminde yöneticilerimiz kimlik bilincinden yoksun oldukları için yabancı kadınlarla evlendiler, yabancı kadınlardan doğan padişahların oğlanları padişah oldular. Biz çalıştık onlar yedi, biz savaştık/öldük, onlar yaşadı. Türkiye Cumhuriyeti ile biz yöneticilerimizi seçmeye başladık, hürriyet ve hak sahibi yurttaşlar olduk.
Cumhuriyet/demokrasi, insan onuruna uygun, en doğru yönetim biçimidir. Bu yüzden hepimiz Cumhuriyet’e sahip çıkacağız ama aydınlarımız, özellikle öğretmenlerimiz bunun öncülüğünü yapacaklar. Yapıyorlar mı? Çoğu yapmıyor. O zaman bu görev anne ve babalara düşüyor. Burada, konuyla ilgili birkaç küçük bilgi, Atatürk ile ilgili bir anı aktarayım.
***
Osmanlı’nın otuz altı padişahı var. Beş altısı çok seviliyor. Sevilenlerin hayatından örnekler vereyim. İlklerden bir ikisi hariç hepsi çok. Çok meşhurların doktorları yabancı. Çoğu: “Tahtıma göz dikmesin diye ufacık kardeş ve yeğenlerini boğdurttu (katil). O büyüklerden bir ikisi hep Türklerle savaştı, Türk devletlerini yıktı, mezhep taassubu yüzünden Türkleri öldürttü. Birisi İstanbul’dan kaçarken 5 eşini İngiliz işgal komutanına “emanet” etti. Birisi “çok güzelmiş” diye duyduğu Sivas valisini öldürttü, karısına sahiplendi. Bur başkası sakallarına boncuk dizdirtti.
***
Eski Başbakanlardan Prof. Sadi Irmak TRT’de yayınlanan bir programda anlatıyor. Konya Lisesi’nde öğrenci iken Atatürk Konya’ya geliyor. Öğretmeni tarafından eline verilen karşılama konuşmasını okurken Atatürk çok mutlu oluyor. Metinde: “Tarih sizi Fatihler, Yavuzlar, Kanuniler ile birlikte anacak” cümlesini okuyunca, Atatürk’ün neşesi kaçıyor. Atatürk akşam yemeğinde vali ve belediye başkanına diyor ki: “Çocuklarımızı padişahçı değil, milliyetçi yetiştiriniz…” Olayın burası üzerinde biraz duralım.
Bugün başta Konya olmak üzere Türkiye’nin her yerinde, başta öğretmenler olmak üzere bir sürü insan padişahçı oldu. Okullarımız padişah resimleriyle doldu. Kimisi Osmanlı armasına sarılmış. Kimisi kafasını Osmanlı sancağına yapıştırmış; “Padişahım çok yaşa!” diye bağırıyor. Bir okul yönetimi, girişin gerisine Atatürk’ün ufak bir resmini asarken/atarken, girişteki geniş bir panoya 36 Osmanlı padişahını teşhir etmiş. O padişahların içinde yukarıda marifetlerini (?) yazdığım padişahlar da var.
KONYA 23 NİSAN’IN İLHAM KAYNAĞI
Mustafa Kemal Atatürk önemli bir devrim yapmadan, büyük bir adım atmadan bir yurt gezisine çıkar, halkın nabzını tutar, halktan ve gelişmelerden ilham alır ve ona göre hareket edermiş. 23 Nisan’ın “Bayram” olarak ilan edilmesinde de bu yolu izlemiştir. Atatürk 1922’de Konya’ya gelir. Şems İlkokulu’nu ziyaret eder. Kuva-yı Milliyeci Ermenekli Hüseyin Sıtkı Gür’ün kızı Nuriye Gür (2. sınıf öğrencisi) başındaki şapkayla Atatürk’e çiçek sunar. Atatürk Nuriye’yi kucaklar, başındaki şapkaya sevinir. “Aferin ilk şapkayı giyen kadın sen oldun” der, bir isteğinin olup olmadığını sorar. Nuriye’den: “Çocukların da bir bayramı olsa” cevabını alınca; “Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, her sene dünyanın her yerinden çocukları davet edelim, birlikte oynayın, kaynaşın” der, Konyalı Nuriye 23 Nisan’ın ilham kaynağı olur. (2)
Anlattıklarımla ilgili olarak: Birisi padişahlık özlemini, diğeri Atatürk’ün çocuk, bayram (Nuriye Gür) mesajını veren iki resim ekliyorum.
22.04.2022
Yusuf DÜLGER