On yıl boyunca tek taraflı AB psikolojik savaş mekanizmasının ve onun Türkiye lobisinin sınırsız ve sorumsuz medya desteği ile Türk milletine AB’yi yer yüzü cenneti olarak tanıtma çabalarının biraz yavaşladığı günlerden geçiyoruz. Son on yılda Avrupa Birliğini övmek için neler söylenmedi Türk milletine. Bunlardan birisi de Avrupa Birliğinin bir medeniyet projesi olduğu idi. Şimdi bu medeniyet projesini biraz sorgulayalım.
Tunus’taki diktatöre isyanı bastırması için askeri yardım teklif eden Fransa’nın iki hafta sonra Libya’ya sözde insani müdahalesi ile başlayan Libya iç savaşı sona erdi. Kaddafi devrildi ve öldürüldü. Bu cinayet ABD ve AB onaylı bir cinayetti. Sonra savaşta yıkılmış olan Libya’nın yeniden inşasına geldi sıra. Libya petrollerinin yeniden yabancı şirketler arasında paylaşımı için görüşmeler sürerken, yeni Libya Hükümeti Libya’nın Avrupa bankalarındaki paralarını acil ihtiyaçlar için kullanmak istedi.
Avrupa bankalarında Libya’nın 170 milyar doları var. Ancak Avrupa Birliği ülkelerinin bankaları Libya Hükümetinin talebine meseleyi çıkmaza iten inanılmaz bir cevap verdiler: “Size paranızı değil, para karşılığı mal verelim” diyorlar. İnanılır bir cevap değil. Hiçbir banka, paranızı vermiyoruz, mal ile ödeyelim diyemez.
Ancak şimdi Libya’nın Avrupa Birliği bankalarından aldığı cevap bu. Ancak çok şaşırtıcı değil. Çünkü bize medeniyet projesi diye tanıtılan Avrupa Birliği medeniyetinin kökeninde kendisinden başka herkesi barbar olarak gören köleci Yunan şehircikleri, Roma katliamcılığı ve kapitalist emperyalizmin 16. yüzyıl-20. yüzyıl arasında bütün dünyayı sömürmesi var.
Avrupa Birliği, Türkiye’ye demokratikleşmenin anahtarı olarak sunulmuştur. Ancak son ekonomik kriz Avrupa Birliği’nin anti-demokratik otoriter doğasını da bir kez daha ortaya koymuştur. Yunanistan’ın ağırlıklı olarak kendisinin sorumlu olduğu ekonomik krizi aşması için AB bir önlemler paketini Yunan Hükümetinin önüne koyduğu zaman, Yunan başbakanı, çok ağır yükümlülükler getiren önlemler paketine Yunan halkının desteğini alabilmek için referanduma gitme kararı almıştır. Yunan başbakanı haklıdır. Çünkü ülkesinin durumu çok karışıktır. Yunan Ordusu’nun askeri darbe girişimi, CIA’nın bildirmesi üzerine son anda genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları ve üst düzey birçok subayın emekliye sevk edilmesi ile son anda önlenmiştir.
Buna rağmen Almanya ve Fransa’nın en demokratik eylem olan referanduma tepkisi çok sert olmuştur. Yunan hükümetine yardımı kesmek ile tehdit etmişlerdir. Yunan başbakanı geri adım atmış, referandum gündemden kaldırılmıştır. Başbakan istifa etmiş ve yerine AB’nin desteği ile bir teknokrat gelmiştir.
Benzer bir süreç İtalya’da yaşanmıştır. Kriz içine girmiş olan İtalyan ekonomisinin sorunları aşabilmesi için AB tarafından Roma’ya teknokrat bir başbakan dayatılmıştır. Gerek Yunanistan’da, gerek İtalya’da yaşanan süreçler, AB’nin sunulmak istendiği gibi bir demokrasi projesi olmadığıdır. AB’nin, Yunanistan ve İtalya’da gerçekleştirdiği hükümet darbeleri, Türkiye’de 12 Mart 1971’de gerçekleşen hükümet darbesine benzemektedir. Aradaki tek fark, birisinde silahın, diğerinde ise paranın tehdit aracı olarak kullanılmasıdır. Yunanistan ve İtalya’da demokratik meşruluğu olan başbakanları tasfiye etmek konusunda bir an dahi tereddüt etmemiştir.
Sonuç olarak, AB yeni bir medeniyet projesi değildir. AB sadece 21. yüzyılın Roması’dır. Roma ne kadar ahlaki idi ise AB de o kadar ahlakidir. Ve AB bu kriz sürecinden dağılarak değil, Brüksel’deki mekanizmalarını daha da güçlendirerek ve federasyoncu çizgide daha da ilerleyerek çıkacaktır. Bu ise Türkiye’nin akılcı bir seçenek değil, bir tutku haline gelmiş olan AB macerasının çöktüğü anlamına gelmektedir. Ancak bu konuyu bir başka yazıda değerlendireceğiz.