Devlet Bahçeli’nin “Millet ve devletin bekası için güç birliği” çağrısı karşılık bulup, MHP sempatizanları ile Ülkücüler arasında heyecan yaratması bazı mihrakları telaşa düşürdü. Bazıları da, yalakalık yaptıkları yerlere yaranmak için her türlü sövgüye layık gördükleri Ülkücülüğe hoş görünme çabasına giriştiler.
Referandum kampanyası süresince niçin “evet” denmesi gerektiğini, Ülkücülere çamur da atarak avaz avaz bağıranlar, AKP’ye ve Türk düşmanlarına yalakalık yapmak için Türklüğün her türlü mukaddesatını tahkir edenler, bugün “belki mansıp kaparız” düşüncesinden olacak, geçmişte ne denli Ülkücü olduklarını, nasıl mücadele ettiklerini, Mamak’ta nasıl işkencelerden geçtiklerini hatta Rahmetli Başbuğ’a nasıl nasihatler verdiklerini anlatır oldular. Bunlardan biri “F Tipi” medyaya o kadar uyum sağlamıştı ki, Türklüğün beş bin yıllık sembolünü, Fransız ihtilalinin Türklerde geç zuhur etmiş ürünü olarak göstermeye çalışmış, “Türklüğün sembolü olsa olsa Kangal köpeği olabilir” diyecek kadar köpekleşmişti. Bu zat, meşhur Abant toplantılarının birinde Türk ordusundan duyduğu rahatsızlığı fütursuzca dile getirmiş, Sevr kafası ile ordunun dağıtılması fikrini ortaya atmıştı. AKP’nin ordudan ve mensuplarından duyduğu rahatsızlığı görmemek için kör olmak lazımken, sırf yalakalık olsun diye, bu fikri inanıyorum ki, bütün inançlarını inkâr ederek söylemişti. Hiç kimse, hiçbir akademisyen, hiçbir aklı başında Türk “Bozkurt 1900’lü yılların başında ortaya çıkmışsa, Göktürk bayrağındaki tasvir neyi gösteriyor” demedi. Ve bu adam, bugün Ülkücü olduğunu iddia eden(!) bir internet sitesinde kaptığı köşeden, “geçmişte ne ala Ülkücü olduğunu” anlatmaya çalışıyor. Bazıları da, “Yahu adama haksızlık etmişiz, ne çilelerden geçmiş bir adammış” mealinde inciler döktürüyor.
12 Eylül’de işkence gördüğünü, Mamak’ta ne eziyetler çektiğini anlatırken hiç yüzü kızarmayan bu adam, aynı kaptan yemek yediği arkadaşları işkence çekerken, DPT’de çalışıyor, ikbal peşinde koşuyor, ne büyük Ülkücü olduğunu anlatarak mansıp arıyordu. Buldu da. Rahmetli Galip Erdem (Ağabey), her Ülkücüye bir kapı bulmayı da vazife edinmiş, bunu Rahmetli Erol Güngör’e bin dereden su getirerek asistan yapmıştı. AKP’ye damat olmadan önceki hayatını yok sayan bu adam, bugünkü bütün payelerini kendini “Ülkücü” diye yutturmasına borçludur. Arvasi’nin tarifiyle tam manasıyla “Ülkücülükten geçinenler”dendir. Şerefini pazarlamıştır.
MHP camiasında uyanan heyecandan, MHP ve ülkücüler üzerinde oynadıkları oyunun boşa çıkmasında rahatsız olanlardan biri de “F Tipi” medyanın “Amiral Gemisi”. Eskiden Ülkücü olduğunu iddia eden 2-3 adam buluyor, bunları “Devlet Bahçeli’nin nasıl samimi olmadığı, birlik çağrısının nasıl başarısız olacağı” vb. yolunda konuşturarak sütun sütun yayınlıyor. Bu din tüccarlarına “Eski Ülkücü” diye bir şey olamayacağı; Ülkücülerin tek çatısının Ülkücülüğün neşet ettiği, hayat bulduğu yer olan MHP olduğu defalarca anlatılmış olmasına rağmen “Eski Ülkücü” inatlarından vazgeçmediler.
Din tüccarlığı yaptıkları için İslam tarihinden bir örnek vererek “Eski Ülkücü” olamayacağını yineleyelim. Hz. Ömer için kimse “Eski Müşrik” demez. Bütün kaynaklarda “Adalet ve yiğitlik timsali Halife Hz. Ömer” olarak kayıtlıdır. Eğer eski kimliği ile bir adam, adam sayılıyorsa bu zavallılar “Eski Müşrik” tabirini de kullanmakta beis görmemeliler. Artık bu taktiklerinin de yalama olduğu ve bir işe yaramayacağını yakın bir zamanda idrak edecekler.
Şuna eminim ki, Sayın Devlet Bahçeli’nin çağrısı yerini bulmuş ve MHP büyük bir sinerji yakalamıştır.
Bölücü teröre her türlü tavizin verildiği zamanımızda “Türk, Kürt, Laz, Çerkez…”, Başbakan’ımız ne ad ile adlandırıyorsa, bütün Türk milleti, tercihini doğrudan yana kullanacaktır.
Şerefsiz Vekil
En son milletvekili seçimi 2007 yılında yapılmış olduğuna göre Türkiye’de on beş yaşın üzerindeki herkes ezbere olmasa da, milletvekili yeminini mealen bilir. Türk devleti ve milletinin menfaatlerini ve anayasayı, Atatürk ilke ve inkılâplarını korumaya namusu, şerefi ve bütün mukaddesatı üzerine yemin eder milletvekilleri.
Millet, anayasadan “Türk” kavramının çıkarılmasını isteyenleri henüz unutmamışken, bir milletvekili de “Ben Türk değilim ki, neden varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyerek meclis kürsüsünü kirletmiş, yeminini hiçe saymıştır. Bu eylemin müeyyidesi mutlaka vardır ama n büyük müeyyideyi Türk milleti uygulayacaktır. Sözde Milli Eğitim Şurası’nda, -sözde diyorum çünkü milli kelimesi artık sadece sözden ibaret hale geldi- “Andımız ve İstiklal Marşı’nı okullardan kaldırmayı başaramadığına pek üzülmüş görünen Bakan’ımız Hanımefendi yazıklanadursun. “Bu marşı siz söylemezseniz biri gelir, kendi marşını söyler” diye çocukları tedip eden Lise Müdür Yardımcısı, Andımız ve İstiklal Marşı okunurken artık sesi biraz daha yükselten okul idarecilerimiz çok şükür ki hala var. İstedikleri kadar tepinsinler. Rahmetli Atsız’ın tabiriyle “Tanrı bu millete zeval vermez”.
Şerefsiz Mahkûm
Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynandığı; Rusya adına Dev-Yol, Dev-Sol, Ermeniler adına TİKKO gibi devleti yıkmaya veya başka bir devletin uydusu yapmaya matuf örgütler kurulduğu dönemde büyük ölçüde yerli Ermenilerden ve Almanya, İngiltere, Fransa ve özellikle Rusya’dan aldığı işaret ve destekle bölücü terör örgütü PKK’yı kurarak on binlerce insanımızın kanına giren, kundaktaki bebekleri bile katleden Cani, kulübesinden havlamaya devam ediyor. Son altı senede terörle mücadele konusunda ortaya çıkan devlet otoritesi zafiyeti, terörle mücadele ile temayüz etmiş subayların uydurma suçlarla tutuklanması, siyasi iktidarın çözüm diye dayattığı ABD projesi “açılım”ın yarattığı rehavetle devleti ve milleti tehdit ediyor.
2009 yılı Şubatından bu yana tarihler vererek ve verdiği tarihlerde kitlesel ölümlere yol açacak eylemler organize ederek devleti rehin alan bu Cani, son olarak referandum öncesi “evet” karşılığı talep ettiği tavizler geciktiği düşüncesiyle “1 Mart’a kadar istediklerimiz verilmezse bir günde otuz yılda ölen insan kadar insan ölür” diyerek devleti tehdit etti. Neydi istedikleri? Demokratik Federasyon, Anadilde eğitim, Anayasadan Türk kavramının çıkarılması, Kürtçe yer isimlerinin serbest bırakılması, KCK tutuklularının serbest bırakılması, İmralı Canisi’ni de muhtevi bir genel af vb. Türkiye’yi bölünmeye, hatta Türk devleti olmaktan çıkarmaya matuf taleplerdi. Bu talepleri kabul ettiğiniz andan itibaren artık devletin esasını teşkil eden Dil, Tarih ve Coğrafya birliğinden, devletin varlığından, egemenlikten söz edemezsiniz.
İşin en ilginç yönü devleti rehin alan, devlet politikalarını terör tehdidi ile yönlendiren bu Cani, müebbet hapse mahkûm ve cezasını çekiyor. En son geçen yıl, on günümü cezaevinde geçirmiştim ve aldığım nefesin bile kontrol edildiğine vakıf olmuştum. Cezaevinde bile eşkıya iken, eşkıyalıktan mahkûm iken “Devlet Başkanı” muamelesi görmek için acaba kaç insan katletmek icap eder diye sormak geliyor içimden. Sorunun muhatabı her kim ise…