Yeni doğan bebek ile birlikte, gözden geçirilen ve düzenlenen aile içi ilişkiler, yavaş ve önemli değişiklikler yaşar. Ertelenen istekler, dayanılan uykusuzluklar, sürekli yanlış yapma endişesi, aslında aile içi uyum için yapılan fedakârlıklardır. Anne bu düzende önemli bir denge unsurudur. Ama annenin kendisi bir sürü dengesizliğin içindedir. Bu dönemde en önemli görevi olan annelik bile risk altında olabilir. Annelik, bebeğin ve diğer çocukların duygusal, zihinsel ve fiziksel gelişimini güçlendirmeye yönelik bir beceridir. Anne sevgisi ise gebelik boyunca gelişen, doğumdan sonra bebeği görüp okşamam ile artan ve yaşam boyu süren bir duygudur.
Loğusalıktan normal yaşama geçişte, annenin sağlıklı bir süreç yaşaması gerekir. Çünkü bebek annenin her davranışından etkilenmektedir. Örneğin; yeni doğan bebeğe annenin sıkıntı ve kızgınlıkla meme vermesi, beslerken azarlaması, bebeğe uzak olması, sevgi göstermemesi, bebeğin ilerde yaşayacağı beslenme sorunlarının kaynağı olarak düşünülmektedir.
Anne doğumdan sonra hemen başlayan ve birkaç gün süren yorgunluk ve uykusuzluk yaşar. Ama anne pasiftir. Sadece kendi gereksinmeleri için yetkin olabilmektedir. Bu dönemde anne çok çok dinlenmelidir. Annenin açlığı ve susuzluğu giderilmeli, huzurlu bir ortamda uyuyabilmesi sağlanmalıdır. İlk günlerde beslenme dışında bebeğin gereksinmelerini karşılayamaz, ancak onunla duygusal bir iletişim kurabilir. Bebeğini anlamaya ve bebeği kendinden ayrı bir varlık olarak kabul etmeye çalışır. Yaklaşık on gün sürebilecek bir süreçten sonra; anne kendini toplamış ve eski enerjisini kazanmıştır. Bağımsız hareket edebilir. Kendisinin ve bebeğinin sorumluluğunu üstlenebilir. Bebeğin bakımını üstlenmeyle birlikte bebeğin ihtiyaçlarını araştırır. Kendisinin ve bebeğin bakımına ilişkin konularda bilgi gereksinimini açıkça ifade eder. Ancak, en ufak bir başarısızlığı onda endişe ve panik yaratır. Kendi kendine yeterli olamama durumu anneyi üzüntüye boğar. Sürekli üzüntü ve yetersizlik duygusu yaşatmadan çevredeki insanlar; baba, diğer çocuklar, aile yakınları yardımcı olmalıdır. Bu dönemi sağlıklı aşamayan anneler, bebekten ayrılma aşamasında depresyona girebilirler.
Artık bu gün anlamı bilinen “loğusalık depresyonu” diye bir kavram vardır… Anneyi tükenmişliğe itmeden loğusalığın üçüncü aşaması olan “ayrılma aşamasına” ulaştırmak gerekmektedir. Annenin bebeğinden ayrılacağı, ayrılmayı kabul edeceği bu aşamada, eğer anne, zor ve müdahaleli doğum yapmışsa. Beslenme yetersizliği ve anemi varsa, aşırı yorgunluk nedeniyle kendine zaman ayıramamışsa, sorumluluklarıyla baş edemiyorsa, aile bütünlüğünü korumaya çalışırken ailenin diğer fertleri yardım etmiyorsa, üstüne üstlük, sosyal ortamdan zorunlu uzaklaşma ve hormonal değişiklikler de anneyi zorluyorsa, anne depresyonlu bir anneye dönüşebilir…
Bu dönemde anne eşinin ve yakın çevresinin desteğine gereksinim duyar. Babanın bebeğin bakımında bir takım sorumluluklar yüklenmesi gerekecektir. Gebeliğin tasarlanması sırasında baba işlerini hafifletmeyle ilgili önlemler almışsa, anne çalışma hayatıyla ilgili problemleri tahmin edip, A planı, B planı, C planı çözümler üretmişse aile içi uyum kolaylıkla gerçekleşebilmektedir.
Aile içi uyum için ailedeki tüm bireylerin böylesi bir kriz sürecini, yeni ve farklı sorumluluklar almadan, sadece uyumu kolaylaştırıcı önlemlerle bir sonraki adıma ulaşmalıdır. Ahmet Arvasi’nin dediği gibi “Bunalımlar insanları güçlü kılar. Ancak o bunalımları en az hasarla ya da hasarsız atlatabilirsek.” Bilmek gerekir ki insan hayatı farkında olduğumuz ve olmadığımız bunalımlarla geçer. Mühim olan bu bunalımı en az hasarla atlatabilmektir ki bir sonraki bunalıma hem hazır olalım hem de güçlü girelim…