Sosyal bilimlerde matematiğin kuralları işlemez. Siyasi olaylarda çoğu kez “ya o ya bu” değil “hem o hem bu” türü bir yaklaşım, sonuç alıcı olur.
Siyasi olaylarda yanlışların içindeki doğruları desteklemek; doğruların içindeki yanlışları ise engellemek doğru bir hareket tarzıdır.
AKP iktidarının “Yeni Anayasa” ile ilgili olarak başlattığı kampanya ve çalışmalarını da bu bağlamda düşünmek gerekir. Anayasa’nın Türk milletinin ihtiyaçlar hiyerarşisindeki önceliğinin ve yerinin ne olduğu, elbette tartışılır. 2010 yılının 12 Eylülünde 24 maddesi değiştirilen bir anayasanın bugün tamamının değiştirilmesinin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığı da sorgulanması gereken bir husustur.
Ancak bu sorular geride kaldığı için anlamsızdır. Bugün “Yeni Anayasa” konusunda da gelinen aşama orta yerdedir. “Yeni Anayasa” çalışmaları konusunda muhalefete yönelik çoğu haksız ve anlamsız eleştiriler yapılmaktadır.
“Masadan kalkın, Anayasa Komisyonu’ndan çekilin, milleti uyutuyorsunuz, iktidarın bölünme anayasasını meşrulaştırıyorsunuz” , türünden eleştiriler doğru ve haklı değildir.
TBMM’de Anayasa yapım ve yazım sürecinden çekilmek, sorunu çözecek midir? “Yeni Anayasa” sürecini devreye sokan, %58’le referandumdan çıkan, ardından da yapılan seçimlerde %50 ile iş başına gelmiş olan bir iktidardır.
Bu iktidara bu milletin yarıya yakını oy vermiştir. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak milletin içinde olmak, halkı olan biten konusunda aydınlatmak, bölücü bir anayasa ortaya çıkmasını engellemek için milletin gücünü harekete geçirmek, hayati derecede önemlidir. Ancak bu nasıl olacaktır? Sorun buradadır. Adımlar doğru atılmazsa ’kaş yaparken göz de çıkarılabilir’.
Diğer yandan bugün Türkiye’yi, hangi millete ait olduğunu dahi telaffuz edemeyen ve vatandaştan %50 oy almış bir iktidar yönetiyor. Bu iktidar kendi tarihini kendisi aşağılıyor, erkini kullandığı devleti günah keçisi ilan ediyor ve ülkenin bağımsızlığını da geçmiş dönemlerde kalmış bir ayrıntı olarak görüyor.
Ancak bütün bunlar; TBMM’de Türk Milletini inkâr eden, etnisiteye indirgeyen, yasal ve anayasal bölücülük çalışmalarına karşı koymaya engel de değildir.
Masadan kalkarak, milletin ve ülkenin geleceğinin konuşulduğu bir zeminin, tarih, devlet, milliyet ve bağımsızlık özürlü kadrolara terk edilmesinin bir mantığı olabilir mi?
Kaldı ki henüz olup bitenin bugünkü şartlarda milletteki karşılığının ne olduğu da bilinmiyor. Milletin gücünü arkaya alabilmek, bu noktada her şeyden önemlidir.
TBMM’ye hakkını hukukunu savunsun diye gönderdiği muhalefet, milletin gücünü arkasına, “TBMM’de rakiplerin sayısı fazla, biz sonuca etki edemeyiz, çekiliyoruz” demekle alamaz!
Türk Milletinin gücü ve gölgesinin TBMM’nin üzerine düşürülebilmesi için milli muhalefet, TBMM’de bütün komisyonlarda sonuna kadar mücadele etmelidir. Sonuç alınamazsa da ondan sonra atılacak adımlar sırasıyla atılmalıdır. Millet o zaman muhalefete ihtiyaç duyduğu gücü verecektir.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Karşı olduğunuz bir süreci dışarıdan seyretmek mi doğru stratejidir, yoksa dışarıdan seyirle kendinizi etkisiz elemana döndürme ihtimali olan bir sürecin doğrudan içine girip engellemek mi daha doğru stratejidir? Yoksa her ikisini birlikte uygulamaya sokmak mı çok daha doğru bir hareket hattı olur?
Şu veya bu nedenle masalardan, sokaklardan ya da tartışmalardan çekilmek, yenilmektir.
Bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Vatanın her yanı vatandaş kanıyla sulanmadan terk edilemez” stratejisi, TBMM’de platformlarda yaşananlar için de rehber olmalıdır.
Yalnız sokaklar değil, televizyonlar, gazeteler, radyolar, TBMM kürsüleri, komisyonlar, STK’lar, mahkeme salonları, tiyatrolar, üniversiteler ama her yer, vatanın birliğinin, milletin bütünlüğünün savunulduğu yerler olmalıdır.