Rauf Denktaş, adı ve varlığıyla dost-düşman, seven sevmeyen, lehinde ve aleyhinde olan herkeste Kıbrıs adlı bir davayı çağrıştırır. Kıbrıs denilince de herkesin hayalinde şehadet parmağını göğe doğru saplamış bir Denktaş figürü belirir. Tarihte bir davanın adıyla kendi adını bu denli özdeşleştirmiş çok az insan gelip gelmiştir. İşte o insanlardan birisidir, Rauf Denktaş. Davasını ve inançlarını yaşama biçimi seçmiş bir insandı. İnandığı gibi yaşadı öyle de öldü.
Aslında Denktaş, Türk tarihinin ve Türklüğün yoğunlaşmış haliydi. O, bundan yüz yıl önce 20’nci yüzyılın başında Avrupa’dan tümüyle Anadolu’ya sürülmeye çalışılan bir milletin çocuğu olduğunun farkındaydı. 21. Yüzyılın başında da Türk milletinin Kıbrıs’taki varlığını sona erdirmeyi esas alan “Enosis” projesini en iyi o çözümlemişti. Kıbrıs Türklüğünü seyreltme veya Kıbrıs’ı Türksüzleştirme projelerine karşı bu nedenle varlık-yokluk mücadelesi başlatmıştır. Kıbrıs Türk toplumunun tümüyle Kıbrıs’tan Anadolu’ya sürülmek yahut yok edilmek istenmesi onu ve mücadelesini yaratmıştır.
O, düşman süngüsü altında, baskı, terör ve şiddet sarmalında Türklük imtihanını başarıyla vermiş bir mücahitti. Kıbrıs’ta boğulmaya ve yok olmaya mahkûm edilmiş bir halkın önce itiraz, sonra da isyan çığlığı oldu. Ardından da Denktaş, Türk milletinin Kıbrıs’taki hürriyet meşalesi haline geldi. 1954 yılındaki “bizim Kıbrıs diye bir davamız yoktur” söyleminden otuz yıl sonra Kuzey Kıbrıs diye bir “devletimiz vardır” aşamasına Türkiye’yi onun azmi ve mücadelesi taşıdı.
Özgürlük, bağımsızlık ve egemenlik Denktaş’ın iddiası, ideali ve davasıydı. Öyle doğdu, öylesine var oldu ve öylesine de bu dünyadan çekip gitti.
Denktaş’ın ömrü siperlerde geçti. Bu siper kimi zaman bir tepe, kimi zaman bir salon, kimi zaman da bir Meclis oldu. Denktaş’a karşı siperlerden saldıranlar yalnız Akritas ve Enosis yandaşları değildi. Mütegallibeden yana tavır almış olan yerli kalemler, işbirlikçi siyasiler ve onur yoksunu kesimler karşı siperlerden acımasız bir biçimde Denktaş’a saldırmışlardır. O, içeriden ve dışarıdan yöneltilen her türlü hain saldırıya karşı bitip tükenmek bilmeyen bir enerji ve sabırla karşı koymuştur. Özelde mağdur ve mazlum halkının ama genelde Türkiye’nin önünde hep bir dalgakıran gibi durdu. Hep savunan adam oldu ve öyle de kaldı.
Zor zamanların adamıydı. Teslim olmayı, baş eğmeyi ve kurtuluşu başkalarından beklemeyi hiçbir zaman düşünmedi. Aksine başkaldıran, kendi kaderine ve tarihine sahip çıkan bir strateji izledi. Büyük bir milletin küçük evladı olmayı aklından hiç geçirmedi. Yolların en zorunu seçti. Her yerde ve her türlü şart altında milletine yüksek sesle özgürlük ve bağımsızlık talep etti. Özgürlüğün bedelini karşılamaya da hazır olduğunu verdiği mücadeleyle ortaya koydu.
Hayatı ve mücadelesi yalnız Kıbrıs Türk halkı için değil bütün Türk milleti için sinerji kaynağıydı. Başardıkları birçok ezik ve yenik topluluklar için örnek alınacak kadar önemliydi.
Atatürk’ten sonra Türkiye ve Kıbrıs’ın jeopolitik kaderinin birbiriyle bütünleşmiş biçimde birbirine bağlı olduğunu algılayan en önemli siyasi aktördü. Türkiye’nin geleceği yönünden Kıbrıs’ın maliyet/fayda sorunu değil, ontolojik (olma veya olmama) bir sorun olduğunu her konuşmasında dile getirirdi.
Rauf Denktaş, Rumların Akritas, Pan Helen, Megali İdea gibi Türk milletinin yok edilmesi üzerine ürettikleri projelere bütün varlığıyla karşı koydu. Direndi, savaştı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ilan edilmesini sağladı. Ölümle randevusuna giderken bile muhataplarına “burası bağımsız bir cumhuriyettir” mesajını verdi. Ruhu şad, mekânı cennet olsun!