Yazıma eski bir kıssa ile başlıyorum, hisse çıkarmak isteyen çıkarsın.
Müridleri ermiş kişiye sorar:
— “Dostluk nedir?”
Ermiş kişi cevaplar:
— “Bir tek dostluk yoktur, çeşit çeşit dostluklar vardır.”
Müridler sorar:
—“Dostluğun çeşitleri olur mu?”
—“Elbette olur, insan sayısı kadar farklı dostluk vardır. Ama bunlar belli birkaç tür içinde toplanabilir. Dost vardır, maymun gibidir; tencere kaynarken maymun oynar. Bu dost, tencere kaynadığı sürece vardır.”
— “Böyle dostluk olur mu?”
— “Elbette olur. Tencere kaynadığı sürece dostluk dostluktur. Dost vardır, ekmek su gibidir. Senin ihtiyacın olan besini hemen verir.”
— “Bunları almak için para gerekmez mi?”
—“Her dostlukta bir karşılık, her zaman vardır. Bazı dostlar ağaç gibidir. Uzaktadır, bir şey vermesine ihtiyaç yoktur, ama sadece orada güçlü bir şekilde durduğunu bilmek bile insana destek sağlar.”
— “Hiçbir ilişkinin olmadığı birine dost denebilir mi?”
— “Neden denmesin. İnsanlar bir kez karşılaşsalar bile birbirlerini dost olarak benimseyebilirler. Bazı dostlar şarap gibidir. İçtiğinde zevk alırsın, zaman geçtikçe de zevki artar. Bu dostluk sadece zevk üstünedir, sen onu iyi şekilde korursun, o zaman keyif verir.”
— “Sadece keyif üstüne dostluk olur mu?”
—“Elbette olur, dostların kötü günlerde ortaya çıkması gerekmez. Ama bazı dostlar ilaç gibidir, sadece kötü günler için vardır. Bunlar keyif vermez, ama bir derdin olduğu anda ortaya çıkar.”
— “Sadece kötü günlerde ortaya çıkana neden dost denilsin?”
— “Daha da beteri var, bazı dostlar hastalık gibidir, ortaya çıktığı anda sadece dert ve acı getirir.”
— “Sadece dert getirene dost denilmez.”
— “Pekâlâ da denir, çünkü o tür dost kendisinin asla farkında değildir.”
Müridler sormadan ermiş kişi devam eder:
— “Biraz sonra bir vezir ziyarete gelecek, bu soruyu ona da sorun.”
Vezir geldi, müridler sordu:
— “Dost nedir, hangi dost gerçek dosttur?”
Vezir cevap verir:
— “Bilmiyorum, şu anda vezir olduğum için bilemem. Ancak azledildiğim zaman bilebilirim.”
Gerçek dost tarih boyunca hep aranmış. İnsanlar makam, mevki, varlık ve itibarın olduğu dönemlerde edinilen dostlukların yerine hep “kara gün dostu”nun, “ahretlik” dostların arayışında olmuşlar. Gönül dostu Âşık Veysel de yıllarca dost aramış sonunda kanaatlerini şiirine dökmüş:
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
İnsanlar hep elinden, dilinden emin olacakları dostlar aramışlar. İstemişler ki dostları yüzlerine karşı nasılsa arkalarından da öyle olsun. Böyle olmamayı dinimiz de yasaklamış. İslam dostunun, kardeşinin ardından konuşmaya “gıybet” adını vermiş ve haram kılmıştır. “Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?” (el-Hucurat, 49/12)
Ünlü Türk büyüğü, günümüz Türk Milliyetçiliğinin kurucu lideri merhum Alparslan Türkeş de aynı hastalığa işaret etmiştir:
“Türk milletinde Bizans’tan geçme bir hastalık vardır. Gevşeklik laubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmek, sır saklamamak, rastgele laf söylemek… Bu hastalık sizde de var. Bu hastalığı tedavi edin. Tedavi etmeniz lazımdır. Bu hastalığı tedavi etmezseniz, kendinize yol seçin. Milliyetçi Hareket’te bir saniye daha fazla kalmayınız. Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz, her şeyden önce yüksek vasıflı Türk olmaya mecbursunuz. Türk milletini batıran, Bizans’ı batıran, Osmanlı İmparatorluğu’nu batıran hastalık budur.”
Dost ve dostlukla ilgili bu girişi yapmamın sebebine gelince… Ülkücü Hareketin siyasî mekânı olan MHP bir kongre süreci geçiriyor. Bu süreçte “demokrasi”yi sindirememiş, “ülküdaşlık hukuku”nu kavrayamamış bazı kardeşlerimiz bir başka ekiple siyasî yarışa giren kardeşleri gıyabında üst paragrafta Hareket’in ebedî liderinin yasakladığı davranışlar içerisine giriyorlar. Halbuki, Ülkücü, günlük siyasetin içinde boğulmayan, gelecek yıllara yön verebilecek stratejik akla sahip insandır. Ülkücü, ülküdaşı için ölümü göze alan, ahde vefayı hayat tarzı haline getiren insandır. Ülkücü, “sen ben yok, biz varız” düsturuyla hareket eden, fitne, fesat ve hizipçilikten uzak duran insandır.
Evet, bu süreçte hepimiz yaralanıyoruz. Kıssadan hisse alınacağını umarak yazımızı Pir Sultan Abdal’la bitirelim:
Pir Sultan Abdal’ım can göğe almaz
Hak’tan emir olmasa ı rahmet yağmaz
Şu ellerin taşı bana hiç değmez
İlle de dostun bir tek gülü yaralar beni