Sabır taşı olsa dayanmaz, çatlar derlerdi. O laf bayağı bir eskidendi. Sabırda taş da hatta laf da bu söylenenlere bilendikçe bilendi. Yetmedi ilendi…
Güzel bir şarkıda, “Sabır-sabır tamam da nereye kadar?” diyordu…
Nereye kadardı sabır?
Var mıydı bir süresi? Var mıydı yılı, ayı, günü, gecesi?
Var mıydı, saati, dakikası? Neydi bu sabrın alameti farikası?
Sabır taşı öyle çok bekledi ki…
Ne bu beklemenin hesabını tuttu ne de süresini…
Sonunda ne mi oldu?
Şaka-maka sabır da karıştı, çok iyiler, keyifleri yerinde, emekliliğinin tadını çıkarıyorlar denilenlerin arasına….
Elin emeklisi sahillerimizde beş yıldızlı otel beğenmezken, sanki bizim emekliler, İtalya’dan, İspanya’dan gelmek istemiyordu!
Acı acı güldü sabır…
Bu sefer de kendi için ya sabır çekti derinden…
Sonra, dağılan sabrının taşlarından ne kaldıysa topladı, bir tespih yaptı.
Adım sabır…
Tespihim sabır dedi kalabalıklara doğru yürüdü gitti…
Sabır taşının neden dayanamayıp da çatladığını, dağıldığını, parçalandığını gerçekten bilmiyor musunuz?
Hâlâ anlayamadınız mı?
*****
Sabır geldi emeklilerin yanında durdu mu?
Durdu…
Bende sizdenim, sizlerleyim dedi mi?
Dedi…
Demedi, biz duymadık, diyemez demez diyenler yok muydu?
Olmaz olur mu?
16 milyon emekli…
Çalıştı, çabaladı, bazıları, emekliliği göremedi, o günlere erişemedi.
Bazıları 65 yaşına erişinceye kadar sabır sebat etti.
O yaşı doldurduğunda emekli oldu.
Oldu da ne oldu?
Giden gitti kalanlar çalışmaya devam. Bir oh diyemediler, dinlenemediler. Günyüzü göremediler. Çünkü aldıkları para çalışırken de yetmiyordu, emekli olunca hiç yetmedi.
Görmesi ve bilmesi gerekenler hal ve ahvallerini bilmiyorlar mıydı?
Sabır taşı durup dururken mi çatladı. Keyfinden mi bin parçaya dağıldı?
*****
Emekli olanlar sabırla kendilerine vaat edilenleri üşenmeden, bıkmadan, usanmadan, kim ne zaman ne dedi, kaç kere dedi, ne söyledi, yazdılar not ettiler.
Günü güne, ayları aylara, yılları yıllara eklediler.
Beklediler de beklediler.
Her defasında az sabır dendi…
Az daha sabredin…
Şu ay, bu ay… Seçim var, bayram var, seyran var, savaş var, kuraklık var…ekonomi iyi değil…Enflasyon var…Elimiz dar…
Az kaldı…
Az daha sabredin bu son olsun…
Sondan sonraki ilk son olsun…
Olmadı, sabretmek de yetmedi, bekleyene kâr etmedi.
Ne mi oldu?
Sabır taşı bildik bileli çatlar dediler. Varsın az daha çatlasın. Gittiği yere kadar gitsin. Sabredenin işi ne? Sabır desin sabretsin, beklesin!
*****
Az sabır dediler…
Beklerken kalpten gitti emekli…Kimi maaş kuyruğunda gitti.
Kimi karşıdan karşıya geçerken.
Az sabır dediler…
Kahrından öldü emekli… Kimine kederden inme indi. Öldü de acısı dindi.
Az sabır dediler…
Ucuz ekmek kuyruğunda bulduk emekliyi… Bazılarını da ucuz et kuyruğunda…Parklarda düşünüp kalmış bir halde banklarda…
Felaketse…
İşte bunun adı felaket!
******
Sabrın sonu selamet derler ya hani…Sabrın sonunu hiç göremedi ki onlar…
Sabrın sonu ne?
Neresi orası? Bilinmeyen hangi durak, hangi istasyon?
İşte dedi sabır, ben bütün bunları göre göre mahvoldum…
Bittim…
Tükendim…
Kahroldum…
Sabır taşı olduğumdan utandım.
Çatladım yetmedi…Dağıldım beş para etmedi…Ufalandım, parçalandım, görmesi gerekenlerin hiçbiri görmedi…
Bende o garip gurabanın, fakir fukaranın ve emeklilerin yanında saf tuttum bundan böyle…
*****
Orhan Baba,” Sabır taşı” şarkısında ne diyordu?
“Bana sabret diyorsun / Ben sabır taşı mıyım / Döndürüp duruyorsun / Değirmen taşı mıyım?”
“Yollarında ağladım / Gözümde yaş kalmadı/ Başımı vurmadığım / Toprakta taş kalmadı”
Emekli sabır taşı şarkısından ilham alıyor artık.
Ona sabret diyorlar…O da ben sabır taşı mıyım diyor.
Az dur…Az bekle…Az daha bekle, merak etme ölmezsin diyorlar.
Sanki ecel köprüsünde pazarlık yapmak ellerinde…Beklemeye mecali kalmadı insanların…Beklerken ölüyorlar…Her sabret lafı, onlardan bir şeyler alıp götürüyor.
Emekli gözü yaşlı başını vurmadığı ne toprak kaldı ne taş. Meydanlar şahit, yollar şahit, yıllar şahit, onlara açılmayan kapılar şahit.
Emekli gitti gider, asgari ücretlinin hali beterden beter, fakir fukaranın yoksulun yüzü ne zaman güler? Ne yapsın sabır taşı? Ne yapsın sabır?