Bu makale, Güney Kafkasya’daki değişen güç dengelerini ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış anlaşmasının jeopolitik sonuçlarını inceliyor. Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı nedeniyle bölgedeki nüfuzunun zayıflamasıyla birlikte, ABD’nin arabuluculuk rolü ve bölgeye yönelik stratejik ilgisi vurgulanıyor. Makale, Azerbaycan’ın çok yönlü dış politikasını ve Türkiye, Pakistan, İsrail, Çin ve Körfez ülkeleriyle artan bağlarını ele alıyor. Ayrıca, Ermenistan’ın Fransa, Hindistan ve AB ile yakınlaşarak Rusya’ya bağımlılığını azaltma çabaları ve Zengezur Koridoru’nun bölge üzerindeki etkisi değerlendiriliyor. Son olarak, Türkiye’nin artan bölgesel rolü ile İran ve Rusya’nın azalan etkileri analiz edilerek, bu jeopolitik dönüşümün bölgesel mimarideki yapısal değişimi gözler önüne seriliyor.
Azerbaycan ile Ermenistan arasında Washington’da imzalanan barış anlaşması, uzun süredir devam eden ve zaman zaman silahlı çatışmalara dönüşen ihtilafın diplomatik çözümü açısından kritik bir dönüm noktası olmuştur. Ancak bu sürecin yalnızca iki ülke ilişkileriyle sınırlı olmayan, bölgesel ve küresel ölçekte yankılar doğuran jeopolitik sonuçları vardır. Sürecin en büyük stratejik kazananı, şüphesiz ki Amerika Birleşik Devletleri’dir. Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle askeri ve diplomatik kapasitesinin ciddi ölçüde yıpranması, Güney Kafkasya’daki nüfuzunu tarihsel ölçekte en zayıf seviyesine düşürmüş, ortaya çıkan boşluğu ABD’nin doldurması için uygun bir zemin yaratmıştır. Washington, bu fırsatı yalnızca barış sürecinde arabuluculuk yaparak değil, bölgeye kalıcı bir lojistik, siyasi ve güvenlik varlığı tesis ederek değerlendirmek istemektedir. ABD’nin bu stratejisi, Avrupa ile Asya arasındaki enerji ve ulaştırma koridorlarında kontrol noktaları elde etme, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” girişimini dengeleme ve Orta Asya’ya yönelik politikalarında yeni avantajlar sağlama hedeflerini içermektedir.
Azerbaycan açısından bakıldığında, son on yılda izlenen çok yönlü dış politika, ülkenin Moskova’ya bağımlılığını belirgin biçimde azaltmıştır. Türkiye ile stratejik müttefiklik, Pakistan ve İsrail ile askeri işbirlikleri, Çin ile ekonomik ilişkiler ve Körfez ülkeleriyle derinleşen bağlar, Bakü’ye manevra alanı kazandırmıştır. 2024’te Karabağ’daki Rus barış gücünün görev süresinin dolmadan çekilmesini sağlamak, Azerbaycan’ın Moskova’ya karşı en net stratejik hamlelerinden biri olmuştur. Aralık 2024’te Rus hava savunma unsurlarının bir Azerbaycan yolcu uçağını düşürmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerde kırılma noktası yaratmış, karşılıklı yaptırımlar ve sınır ötesi etnik Azerbaycanlılara yönelik gözaltılar, gerginliği derinleştirmiştir. Azerbaycan, bu süreçte Batı ile ilişkilerini çeşitlendirirken, aynı zamanda kendi askeri üretim kapasitesini artırma yönünde adımlar atmıştır.
Ermenistan cephesinde ise Karabağ savaşlarının kayıpla sonuçlanması, dış politikada yeni yönelimlerin doğmasına yol açmıştır. Fransa ile artan savunma işbirliği, Hindistan’dan silah alımları, Avrupa Birliği’nden sınır güvenliği desteği ve Türkiye ile başlatılan normalleşme süreci, Ermenistan’ın Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma iradesinin göstergeleridir. Ancak bu değişim kolay olmamış; Moskova’nın Yerevan üzerindeki ekonomik ve güvenlik baskıları halen devam etmektedir. Özellikle Zengezur Koridoru meselesi, Ermenistan iç siyasetinde olduğu kadar dış politikada da en kritik tartışma başlığı olmayı sürdürmektedir. Azerbaycan hattın kendi kontrolünde açılmasını isterken, Ermenistan toprak bütünlüğü ve egemenlik kaygılarını öne çıkarmaktadır. Bu çıkmazın aşılması için ABD’nin geliştirdiği öneri, koridorun 100 yıllığına kiralanarak özel bir Amerikan şirketi tarafından işletilmesini içermektedir. Bu formül, Azerbaycan’a güvenlik, Ermenistan’a egemenlik güvencesi sunarken, Washington’a bölgede stratejik bir üs ve (yeni bir nüfuz alanı) kalıcı varlık kazandırma potansiyeline sahiptir.
Türkiye, sürecin doğrudan tarafı olmamasına rağmen, hem Azerbaycan ile “tek millet, iki devlet” temelinde sürdürdüğü stratejik ortaklık hem de Ermenistan ile başlatılan ekonomik ve diplomatik normalleşme adımları sayesinde yeni fırsatlar elde edebilir. Zengezur Koridoru’nun faaliyete geçmesi, Türkiye’nin Orta Asya ile kesintisiz kara bağlantısı kurmasını sağlayacak, bölgesel lojistik ve enerji projelerinde Ankara’yı merkez ülke konumuna getirecektir. Bununla birlikte, Türkiye’nin bu fırsatları değerlendirirken bölgesel istikrara zarar verebilecek ani güç dengesi değişimlerine karşı dikkatli bir diplomasi yürütmesi gerekecektir.
İran açısından Zengezur Koridoru’nun açılması, mevcut ticaret hatlarının zayıflaması, Güney Kafkasya’daki etkinliğinin azalması ve Türkiye–Azerbaycan hattının güçlenmesi anlamına gelmektedir. Tahran, bu gelişmeleri stratejik bir tehdit olarak görse de, hem içerideki ekonomik ve toplumsal sorunlar hem de bölgesel düzeyde maruz kaldığı diplomatik baskılar nedeniyle güçlü bir karşı hamle kapasitesine sahip değildir. Bu nedenle İran’ın tepkileri daha çok diplomatik uyarılar ve sınırlı ekonomik önlemlerle sınırlı kalmaktadır.
Rusya ise Güney Kafkasya’daki nüfuzunu kaybetme sürecini tersine çevirecek güçlü bir araçtan yoksun görünmektedir. Ukrayna savaşında yaşadığı askeri kayıplar, ekonomik yaptırımların derinleşmesi ve Batı ile ilişkilerin onarılması konusundaki perspektifin zayıflığı, Moskova’nın bölgedeki eski etkisini yeniden kazanma ihtimalini düşürmektedir. Kalan nüfuzunu Ermenistan üzerinde ekonomik ve güvenlik baskılarıyla sürdürmeye çalışan Rusya, Azerbaycan ile ilişkilerinde ise sertleşen retorik ve sembolik hamlelerle yetinmektedir.
Bölgedeki bu dönüşüm, Güney Kafkasya’nın jeopolitik mimarisinde yapısal bir değişim anlamına gelmektedir. ABD, arabuluculuk sürecini başarıyla yöneterek sadece diplomatik prestij elde etmemiş, aynı zamanda bölgeye uzun vadeli yerleşmenin zeminini oluşturmuştur. Azerbaycan, bağımsız ve çok yönlü bir bölgesel aktör olarak hareket kabiliyetini artırmış, Ermenistan Batı ile yakınlaşarak Rusya’ya bağımlılığını azaltma yönünde önemli adımlar atmıştır. Türkiye, enerji ve lojistik projelerde merkezi bir rol üstlenme potansiyeline sahip olurken, İran ve Rusya bölgede gerileyen aktörler konumuna düşmüştür. Bu tablo, bölgesel dengelerin önümüzdeki yıllarda da dinamik bir şekilde değişmeye devam edeceğini göstermektedir. Güçlü bir devlet aklı, kurumsal kapasite, uzun vadeli stratejik planlama ve esnek diplomasi, bu değişen dengelerde avantaj sağlamak isteyen tüm aktörler için belirleyici olacaktır.