Güneşimiz var…
Yazları, neredeyse yakıp kavuruyor.
Rüzgârlarımız var…
Her mevsim deli dolu esiyor.
Akarsularımız var, gürül gürül akıyor…
Barajlarımız var… Su tutuyor.
Jeotermal, yani sıcak su kaynaklarımız var…
Dünyanın en zengin jeotermal kaynaklarının bulunduğu güzel bir coğrafyada yaşıyoruz. Ege Bölgesi jeotermal yönünden adeta bir cennet…
Üç tarafımızı birden saran denizlerimiz ve başta Karadeniz olmak üzere hırçın dalgalarımız var…
Devasa nehirlerden de büyük boğazlarımız var…
Akıntı gücü mü?
Hem alttan hem üstten, alttan başka yöne üstten başka yöne akıyor.
Ama bizde elektrik yok!
Yok ki, dünyanın en pahalı elektriğini kullanıyoruz!
Yok ki, Bulgaristan, Yunanistan ve Gürcistan’dan elektrik satın alıyoruz!
Yok ki, insanımızı yok yere ağır elektrik faturalarının altında eziyoruz.
Eloğlu bütün bunlardan elektrik üretiyor, Güneş enerjisi tarlaları var, denizdeki dalgalardan elektrik üreten sistemler var.
En son 2016 yılında gittiğimde, Avusturya’da bizzat görmüştüm, tam 25 kilometre boyunca rüzgâr tribünü tarlaları vardı. Gözünüzün aldığı her yer, tribünlerle doluydu…
Avusturya’daki 1,9 milyon konutun elektrik ihtiyacı, halen rüzgâr enerjisi ile karşılanmakta olup, özellikle Burgenland Eyaletindeki rüzgâr türbinlerinin kullanım yaygınlığı ve teknolojisi, Almanya ve Danimarka’dakilerle rekabet edebilecek niteliktedir.
Küçücük bir ülke, öyle değil mi?
Evet, küçük, ama o küçücük ülke; elektrik ihtiyacının tam %70’ini yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılıyor.
Mesela Danimarka…
Rüzgâr enerjisinde, dünyanın lider ülkeleri arasında bulunuyor.
Adamlar önce karaya rüzgâr tribünleri kurdular. Baktılar ki iyi oluyor, bu sefer denizin içine de kurmaya başladılar. 1970’lerden beri karada ve denizde rüzgârdan elektrik üretiyorlar.
İşte o, Danimarka var ya, kullandığı elektriğin %47’sini havadan, yani rüzgârdan karşılıyor.
Adamlar durmuyorlar. Şimdi de denizin içine diktikleri rüzgâr türbinlerinin aralarındaki boşluklara, dalga enerjisini yakalayan teknolojik sistemler yerleştirerek, deniz dalgasından da elektrik üretmeye başladılar.
Sadece Danimarka mı?
Hayır.
İngiltere, Portekiz, İspanya, Amerika ve İsrail’de de dalga enerjisi üretim istasyonları var.
Bizde ne oluyor?
Aynı İngiliz’in dediği gibi: “Su akıyor, Türk bakıyor!”.
Çünkü: Dünyada en fazla rüzgâr enerjisi üreten ülkeler sıralamasına bakıldığında; Çin, Amerika ve Almanya ilk 3 sırada bulunurken; Türkiye, tam 13’üncü sırada yer almaktadır!
Hani birçok konuda Almanya bizi kıskanıyor ya…
İşte o Almanya: 2020 yılı verilerine göre, rüzgârdan bir yılda 62.184 milyon watt elektrik üretirken, biz sadece 9.559 milyon watt üretebiliyoruz. Yüzölçümü bizden 2 kat daha düşük olan Almanya, bizden tam 6,5 kat daha fazla üretiyor.
Şaha kalkıyoruz ya…
Ülkelere göre kişi başına düşen rüzgâr santrali kurulu gücüne göre, durumumuz çok daha vahim.
Kişi başına düşen 114 watt’lık üretim ile dünyada tam 33’üncü sıradayız!
Yahu! Şili, Yeni Zelanda, Hırvatistan, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi bile bizim önümüzde!
Yani, ne oluyor?
“Rüzgâr uğulduyor Türk dinliyor!”
Gelelim güneş enerjisine…
Belki biraz şaşıracaksınız, ama Çin bu konuda dünya lideri. Çin’i sırasıyla Japonya, Almanya, ABD, İtalya, (neredeyse güneş yüzü göremeyen) İngiltere ve Hindistan takip ediyor.
Yine bizi çok kıskanan Almanya, güneşten tam 53.783 Milyon Watt enerji üretebilirken, güneş zengini olan ve kendisine ancak 15’inci sırada ancak yer bulabilen garibim Türkiye, sadece 7.170 Milyon Watt üretebiliyor!
Ne oluyor?
“Güneş yakıyor, Türk yine bakıyor!”
“Gün” böyle, peki ya jeotermal?
Jeotermal enerjiyi de, yeteri kadar kullanamadığımız gün gibi ortada.
Çünkü dünyanın en zengin jeotermal yatakları: Amerika’da Orta Amerika, Avrupa’da İtalya ve Anadolu’da ise Ege Bölgesi’nde bulunduğu halde; Jeotermal enerji kullanımı yönünden Amerika, Filipinler, Endonezya ve İtalya’nın ardından nal toplayarak sonuncu sırada yer alıyoruz!
Nükleer enerji yönünden ise, (yapımı devam eden bazı santraller olmakla birlikte) henüz sıralamada dahi yokuz.
Fakat öyle bir kaynağımız var ki, dünyada bizden başka hiç kimsede yok.
Boğazlarımız…
Boğazlarımızda öyle muazzam bir akıntı var ki, neyi önüne koysanız alır götürür.
Hem de öyle tek taraflı falan da değil, üssten başka alttan başka yöne akıyor…
Eğer küçük bir benzetme yapacak olursak: Karadeniz’in tamamı devasa bir baraj, boğazlarımız da elektrik türbinlerini koymamızı bekleyen savaklardır. Marmara Deniziyle Çanakkale Boğazı da aynı konumdadır.
AKP tarafından sürekli gündeme getirilen çılgın projelerle, ülkemize para, güç ve zaman kaybettirmektense, hemen “Manhattan Projesi” gibi büyük bir proje başlatılmalı ve boğaz akıntısıyla çalışan elektrik santralleri (tribünleri) kurulmasının yolları aranmalıdır.
1000 barajdan daha fazla fayda sağlayabilecek bu proje, eğer gerçekleştirilebilirse, Türkiye; halkına bedava enerji sağlayan, Kafkasya’ya, Orta Doğu’ya, Balkanlara ve Avrupa ülkelerine enerji pazarlayan bir ülke haline gelecektir.
İşte bu da bizim petrolümüz olabilir.
Ülke içine bedava veya çok cüzi bir ücretle verilecek enerjinin, sanayi ve üretim üzerinde yapacağı olumlu patlamayı varın siz hesaplayın.
Derelerimizin, endemik bitki alanlarımızın ve turizm alanlarının kurtarılması ise cabasıdır.
Potansiyel çok.
Fakat olmuyor işte…
Yok…
Uzun lafın kısası yeterince elektrik üretemiyoruz!
Üretemediğimiz gibi, bir de dışarıdan elektrik satın alıyoruz.
Kimden?
Bulgaristan, Yunanistan ve dahi Gürcistan’dan…
Haliyle de ülkemizde elektrik pahalı!
Hatta ülkelerin milli gelirlerine oranla tükettikleri elektrik birim fiyatları dikkate alındığında, dünyanın en pahalı elektriğini kullanmakta olduğumuzu dahi söyleyebiliriz.
Neden?
Dışarıdan satın aldığımız elektriğe, zaten dolar cinsinden bir ödeme yapıyoruz!
İyi de kendi ürettiklerimiz?
Güneş, rüzgâr ve kömür dışındaki üretimlerimizin tamamını doğalgaz kullanarak üretiyoruz.
Başka bir deyimle, Ülkemizdeki elektriğin %40’tan fazlası doğalgaz ile üretilmekte ve doğal gazın %100’ü ise dışarıdan alınmaktadır.
Peki neyle?
Dolarla, yani dolara endeksli para birimleriyle alıyor.
Bu da hali ile elektriğin pahalıya mal olmasına neden oluşturuyor.
Peki, Türkiye’de elektrik fiyatlarının pahalı olmasındaki tek neden bunlar mı?
Tabi ki, hayır.
Mesela, 2002 yılından bu yana sürdürülen yanlış özelleştirme politikaları var…
Yok pahasına, iktidara yakın şirketlere peşkeş çekilen elektrik dağıtımı var!
Türkiye’de elektrik dağıtımının neredeyse % 100’ü özel şirketlerin elinde. Arada sadece özelleştirilmeyen, santrallerden kentlerimize ve köylerimize gelen enerji nakil hatlarını işleten TEİAŞ kaldı.
Özel şirket ne demek?
Siz cevap verin?
Kaliteli hizmet mi, yüksek kar mı?
Daha önce de ifade etmiştim, elektriğin çok büyük bir bölümünü ya dışardan dolar karşılığı ya da dolara endeksli doğalgaz-elektrik dönüşümlü olarak alıyoruz.
Alıyoruz da ne yapıyoruz?
Halkımıza daha ucuza mı veriyoruz?
Hayır!
Fakat biliyoruz ki, Barzani’ye ve İdlip’e, biz Türklerden daha ucuza elektrik veriliyor.
İdlib’de yerle bir olan elektrik altyapısını yeniden kurduğumuzu ve Barzanilerle birlikte, 25 Mayıs 2021’den itibaren İdlip’i de aydınlatmaya başladığımızı biliyor muydunuz? (İsterseniz buyurun kendiniz bakın: https://www.aa.com.tr/tr/ turkiye/turkiyeden-saglanan- elektrik-idlibi-6-yil-sonra- aydinlatmaya-basladi)
Hal böyle iken, okulsuz, hastanesiz ve elektriksiz olan Amirli başta olmak üzere Kerkük’ü gören bile yok! Çünkü orası Türk…
Gelen katmerli zamların ardından elektrik faturaları artık kiralarla yarışır vaziyette!
Bu ne demek?
Üşüyecek çocuklar!
Karanlık odalar!
Kapanacak kepenkler!
İşsiz ve aşsız ocaklar demek!
Uzun lafın kısası: FATURA AĞIR!!!
Evet, Millet bu ağır faturayı ödeyecek…
Fakat emin olun ki, bu faturanın bedelini de ilk seçimde kat be kat ödetecektir!