Osmanlı’nın bize yaşattığı zorlukları, Yunanlılardan gördüğümüz acıları düşününce, bugün Türkiye’de nasıl aşağılandığımıza bakınca, bu yazı serisinin içine: 1-Dîni, 2- Rûhi açıdan olmak üzere, iki yazı yazmayı uygun buldum.
Milli duygunun kaynak ve önemi:
Din ve milliyet duygusu insan ve ulusların yapısında birlikte bulunan, insan ve ulusları ayakta tutan, birleştiren ve güçlendiren değerlerdendir.
Durum bu iken, birçok Müslüman’ın ve Müslüman ülkenin milliyet duygusunu ötelediğini, milliyet karşıtlığı yaptığını görüyoruz.
Burada yapacağımız iş bu “müftü, vaiz, hoca” denen kişilerin dayanak olarak gösterdikleri Kuran ayetleri ve peygamber sözlerine bakmak, konunun esasını kaynağından öğrenmektir.
“Millet, milliyetçilik” derken ister istemez akla “ırkçılık” da gelir. Irkçılık ile milliyetçiliği birbirine karıştırmamak gerekir. Irkçılık zararlıdır ama milliyetçilik yararlıdır.
Şimdi tartışmaya konu olan Arapça asıllı şa’b, kabile, millet, ümmet, kavim gibi sözlerin sözcük ve terim anlamlarıyla, bunların Kuran ve hadislerde hangi anlamlarda kullanıldıklarına, milliyetçiliğin dini açıdan doğru olup olmadıklarına bakalım.
Sözcük anlamları yönünden:
Şa’b: Millet, ulus, kabile, aynı dili konuşan, aynı kanun ve yasalara tabi olan topluluk.
Kabile: Nesil, cemaat, topluluk, taraftar, iptidâî ve göçebe insanlarda, aynı soydan sayılan ve bir başa itâat eden insan topluluğu, şubeleşmiş kabile, boy.
Millet: Din, şeriat, kabile, ulus, diyet, taife, grup halindeki insan topluluğu, bölük, kavmiyet.
Kavim: Topluluk, millet, eş dost.
Terim anlamları yönünden:
Şa’b ve Kabile sözcüklerinin terim anlamları yönüyle Kuran’daki kullanılışı şöyle:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurât: 13) Hamdi Yazır bu ayette geçen Ş’AB sözcüğünün çoğulu olan ŞU’UB sözcüğünü milletler, KABİLE kelimesinin çoğulu olan KABAİL sözcüğünü de dilimize geçtiği gibi kabileler olarak çevirmiştir. Bakın, Allah insanlığı milletler ve kabileler, oymaklar halinde yarattığını bildiriyor. Öyle ise “millet” ilahi bir gerçektir.
Millet Sözcüğü:
Millet sözcüğü Kuran’da 15 kez geçer. Bu kelimenin geçtiği ayetlere baktığımızda, millet kelimesinin doğrudan doğruya Türkçede anladığımız millet/ulus anlamında değil, din, şeriat, tutulan yol, esas ve prensip anlamında kullanıldığını görürüz. Ancak millet kelimesinin geçtiği bu ayetlere bakınca içeriklerinde millet/ulus gerçeğinin de olduğu görülür. Unutmamak gerekir ki, belli esaslar çerçevesinde (din, dil, örf ve adet vs) toplanan insan topluluklarına millet denir, belli esaslarda birleşemeyen insanlar milleti oluşturamazlar. Millet kelimesinin geçtiği ayetlerin içinde (Enam: 161’de olduğu) gibi ayrıca bir de DİN kelimesi geçmektedir. Millet: Din, şeriat, ümmet olduğuna göre, aynı ayette Allah bir de niye DİN kelimesini kullansın? Buradaki millet’i anladığımız anlamda kavim/ulus olarak anlayamaz mıyız? Böyle anlasak günah mı, bazı ayetlerdeki bazı kelimeler yüzyıllar öncesi nasıl anlaşılmışsa öyle anlamak, yeni yorumlara gitmeden olduğu gibi kabullenmek zorunda mıyız?
Allah bizim ya nesep ya hısımlık bağıyla birbirimize bağlı olduğumuzu açıklar: “O sudan bir insan yaratıp ona bir nesep bahşeden ve sıhriyet bağı ile akraba yapan O’dur. Rabbinin her şeye gücü yeter.” (Furkan:54) Allah adaletli olmamızı, iyilik etmemizi, yakınlara vermemizi (yardıma yakınlarımızdan başlamamızı), kötülük ve azgınlıktan uzak durmamızı ister. (Nahl:90)
Ulus/kavim ve Ulusların Özellikleri:
Kavim, Kuran’da en çok kullanılan (380 kez) bir kelimedir. Bizim millet/ulus dediğimiz sosyal yapıya Araplar Kavim der.
“Her kavme bir kılavuzcu (elçi, peygamber) gönderdik.” (Nahl: 36) Bu ayet çok önemli ve açık. “Her kavme” demek birden çok kavim var demektir.
“Biz her elçiyi kendi kavminin/ulusunun diliyle gönderdik ki, kendilerine açıkça anlatsın.” (İbrahim:4)
“Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması O’nun (Allah’ın) belgelerindendir…” (Rum:22)
Bakın İbrahim 4. ve Rum 22. ayetlerde Allah farklı dillere, Rum 22’de bir de farklı renklere dikkatimizi çekiyor. Dil ve renk kavim/ulus olmanın olmazsa olmazlarındandır. Kavim veya ulus terimlerini söylemekten kaçanlar, Allah’ın kullandığı bu sözcükleri kullanmaktan ısrarla kaçıyorlar ve üstelik bir de Allah adına iyi Müslümanlık yaptıklarını sanıyorlar.
“Örf ve âdet” dediğimiz bazı alışkanlıklar var. Her ulusun kendine göre örf ve âdeti vardır. Ulusları ayakta tutan bu alışkanlıklar eğer İslam’a uygun iseler sürdürülürler ve hatta Allah bu örf (iyi, güzel) olan geleneklere uymamızı emreder. (Araf:199, Al i İmran:104 gibi) Böylesi ayetlerde Allah, kavim/ulus varlığının kabulünü ve sürdürülmesini istemektedir.
Hz. Muhammed’e göre Irkçılık:
Millet/ulus ve ulusçuluk gerçeğine karşı olan kişi ve çevreler ikiye bir: “Peygamber kavmiyetçiliği/ırkçılığı yasaklamıştır” diye millet düşmanlığı yapıyorlar; konunun esasını gözden kaçırıyorlar. Bu konu ile ilgili olayın özeti şudur: Fasîle adındaki Şamlı bir kadının babası Hz. Muhammed’e gelip, “Ey Allah’ın Elçisi adamın kavmini sevmesi, asabiyet (ırkçılık) mıdır?” diye sormuş. Peygamber: “Hayır, asabiyet (ırkçılık) kişinin haksızlık eden kavmine yardımcı olmasıdır” demiş. Görüldüğü gibi bir Müslüman’ın kavmini/ulusunu sevmesi, desteklemesi ve ulusuna öncülük tanıması ırkçılık değildir. Irkçılık haksızlık karşısında taraf tutmak, kendi ulusunu seçkin ulus, başka ulusları aşağı ulus olarak görmektir.
Sonuç:
1-Bugün Türkiye’de, Allah’ın ve Hz. Muhammed’in: “Ulus/millet var. Bu varlık ilahi ve doğaldır. Her ulusun kendine göre bir dili, kültürü var. Dil ve kültürünüze sahip çıkın. Ancak Irkçılık yaparak başka uluslara zarar vermeyin, bozgunculuk yapmayın” demesine rağmen cahil Müslümanlar, sahte ve satılmış dinciler Türk milletine, Türk dil ve kültürüne, Türk milletinin olmazsa olmazı olan Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırmaktadırlar.
2-Türkiye’deki bu saldırı çokça ve sürekli olarak, emekli yahut görev yapan din görevlileri ile dini kurum ve kesimlerden gelmektedir. Böylesi kişi ve kurumlar Türk milletinin bugünü ve geleceği için büyük tehlikedirler. Bunların tehlikesi dıştaki düşmanların tehlikesinden daha ağırdır.
3-Türkiye’deki Müslümanlar şimdilik bunun farkında olmadıkları için soysuzlaşma hastalığına tutuluyorlar. Irkçılığa varmayan milliyetçiliğin doğal/fıtrî/ilahî bir cevher/öz olduğunu, bizim için gerekli olduğunu bilmek, soysuzlaşma çağrısı yapanlara cevap vermek zorundayız.
4-Biz normal ulusçuluğu/milliyetçiliği İslam dinine aykırı ve zararlı gören din görevlileri ile “dindar” sandığımız kesimlerin bu yöndeki sultasını (gücünü) kırmadıkça, bunların Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne zararlı olduklarını anlamadıkça sıkıntılarımız sürecek, daha da artacaktır.