Hiç kimseler inkâra kalkmasın, bu iktidar iki parçadan, iki kanattan oluşmuştur. Birincisi, R. T. Erdoğan kanadı ikincisi de Fetullah’ın liderliğindeki Cemaat kanadı.
Bu iki kanat, 2002 den önce öyle bir ittifak içindeydiler ki, birisinin unuttuğunu öbürü söyleyerek Türk halkını kandırdılar.
Dindar Cumhurbaşkanı, dindar Başbakan yutturmacası ile ideolojilerini iktidara taşıdılar. R.T. Erdoğan’ın derinlemesine bir dünya ve milli siyaset görüşü olmadığı gibi, devlet yönetme tecrübesi de yoktu.
Kapı kapı dolaşan ablaların gayretleri, camilerinde siyasete bulaştırılması ile 2002 seçimlerinde hedeflenen noktaya gelindi. İki kanatlı yapı T.C’nin başına geçti.
Her iki kanadında uluslararası güçlere verilmiş sözleri vardı. Bu sözlerin gerçekleşmesi için, TSK’nın tasfiyesi gerekliydi. ABD’nin üst düzey bürokratı Barkley’in, “Kürt sorunun çözümü ve Kürt açılımının gerçekleşmesi için TSK’nın tasfiyesi gerekliydi.” Tespitinde de görüldüğü gibi Kürt açılımının önündeki en büyük engel; TSK idi.
Her iki kanat, bu alanda el ele-kol-kola bu işe soyundular. Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy gibi ipe sapa gelmez gerekçe ve suçlamalarla, TSK’nın “KOZMİK” odalarına kadar girildi. Özel atanan cemaatçi savcı ve hâkimlerle TSK’nın paşaları yıllarca içerde tutuldu.
Bu hâkim ve savcıları, bu mahkemelerde görevlendiren kimdi? AKP’nin Adalet Bakanı değil miydi?
S. Başbakan Erdoğan 2008’de, “Bu davaların savcısı benim” dememiş miydi?
S. Başbakan, “Ne istediler de vermedik, ne dediler de yapmadık?” serzenişinde bulunmamış mıydı?
Ne oldu da böyle oldu mu diyeceksiniz?
S. Erdoğan, 2011’den sonra sırtında yük sandığı Cemaati tasfiyeye soyundu. Her seçimden güçlenerek çıkması da, kendinde bir “GÜÇ ZEHİRLENMESİ” yaptı. İşin içine gurur ve kibirde girince ipler koptu.
Bu durumu içine sindiremeyen cemaat, 17 Aralıkta düğmeye bastı. Çünkü cemaatin elinde belge ve bilgiler fazlasıyla var.
Cemaat, Kuran’da kesin yasak olmasına rağmen insanların mahremlerini bile dinleyerek, büyük bir kaset arşivi de yapmıştır.
Onun için 17 Aralık “Büyük Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” gerçek bir yolsuzluk operasyonu değildir.
İktidarı oluşturan iki kanattan birinin, diğerine kurduğu bir komplo ve kumpas hareketidir.
Şimdi kalkıp, 17 Aralık operasyonunu yapanları kahraman mı ilan edelim?
Elbette hayır.
Bu insanlar, Türkiye’nin en hain ve en karanlık insanlarıdır.
Çünkü bu insanlar; TSK’yı sindiren, hadımlaştıran insanlardı.
Bu insanlar, Kuddusi Okkır’ın ölümünden direkt sorumlu olan insanlardı.
Bu insanlar, TSK’nın KOZMİK odalarına giren insanlardı. (O belgeler, nerede ve kimlerin elinde bilen var mı?)
Bu insanlar, Değerli komutanlar İlker Başbuğ’u, Engin Alan’ı, Hasan Iğsız’ı, Çetin’i, Fırtına’yı ve onlarcasını içerde hapsedip, gerekçesini yazmayanlardı.
Bu insanlar, gazetecileri, bilim adamlarını, siyasetçileri, vatanseverleri, milliyetçileri içerde tutan adamlardı.
Bu adamlar, kahraman filan değil Cemaat adı altında dış güçlere hizmet eden zavallı insanlardır.
17 Aralık’ın operasyon olabilmesi, bu davanın; bağımsız mahkemelerde görülerek neticesinin alınmasıyla mümkündür.
17 Aralık, iki kanattan oluşan güçlerden birinin diğerine başkaldırmasıdır. S. Başbakan bunu bildiği için; bu, bana ve hükümete yapılmış bir harekettir diyor ya!
Ama kutu kutu dolarlar, yolsuzluk ve rüşvette ayrı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Esen kalınız.
Nazım Peker
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı