Türkiye’deki yargılamalar konusunda AB’den, ABD’den ya da AİHM’den gelen haksız siyasi baskı ve değerlendirmeler reddedilmelidir. Yargının siyasi baskı aracı olarak kullanılması konusunda herkes hem tutarlı hem de uyanık olmalıdır.
Ancak bu konuda suçun hepsini hırsıza yüklemenin de bir anlamı yoktur.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Deniz Yücel ve Rahip Brunson davaları hem AB/ABD hem de Türkiye’deki siyasetin yargıyı nasıl araçsallaştırdığını göstermesi bakımından önemlidir.
Bu davalar bağlamında söylenenlere, yapılan uygulamalara ve sonuçlara bakılırsa söylenmek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
Deniz Yücel Davası!
Die Welt gazetesinin Türkiye muhabiri Deniz Yücel hakkındaki “terör örgütü propagandası yapmak… FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek’” suçlarından dava açılmıştı.
Yücel, yapılanan yargılama sonucunda terör örgütü propagandası yapmak suçundan mahkemece 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezasına çarptırılmıştı.
Hemen devreye Alman Hükümeti girmiş Yücel’e verilen hapis kararını “tamamen yanlış bir mesaj” olarak nitelendirmişti.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Yücel hakkındaki bu kararın “Türkiye’de hukuk devleti ilkelerinin uygulanmasına ilişkin güvenin tesisine de katkı sağlamamaktadır” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Sınır Tanımayan Gazetecilerden Christian Mihr, “kararın Türkiye’de adaletin ne derece kutuplaşmış ve keyfi bir hale geldiğinin göstergesi” olduğunu ilan etmişti!
CDU’nun dış politika sözcüsü Norbert Röttgen de yaptığı açıklamada, “Türkiye, ortak demokratik değerlere sırtını dönmektedir’” demişti.
Sonuçta Deniz Yücel tahliye edildi ve Almanya’ya döndü. Bu arada Deniz Yücel’in kendisi de, ‘neden tutuklandığını ve neden serbest bırakıldığını bilmediğini’ söylemişti.
Rahip Brunson Davası
FETÖ ve PKK adına suç işlediği ve casusluk yaptığı iddiasıyla ABD’li rahip Andrew Craig Brunson tutuklanmış ve 35 yıl hapis istemiyle yargılanıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’i iade etmeyen ABD’yi eleştirerek, “Amerika teröristi vermiyor, bahaneler uyduruyor. O zaman sen de bizden hiçbir teröristi alamazsın. Bu fakir bu görevde olduğu sürece teröristi alamazsın” diye açıklama yaptı.
ABD Başkanı Trump ise yaptığı açıklamada, “Papaz Andrew Brunson’ın uzun süreli tutukluğu nedeniyle Türkiye’ye geniş yaptırımlar uygulayacak. Bu masum inanç adamı derhal serbest bırakılmalı!” ifadelerini kullandı.
ABD dediğini yapar ve bir yandan Türkiye’ye karşı ekonomik yaptırım uygularken diğer yandan da Rahip Andrew Brunson’ın tutuklanmasında rol oynadıkları gerekçesiyle Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında yaptırım kararı alır.
Mevlüt Çavuşoğlu, “Kimse Türkiye’ye dayatmada bulunamaz…Hiç kimse bize talimat veremez. Kimsenin tehdidine de boyun eğecek değiliz” ifadelerini kullanır.
593 günlük hapsin ardından iki buçuk ay ev hapsinde tutulan Andrew Brunson’a 3 yıl bir ay 15 gün hapis cezası verilir ve tahliyesi sağlanır.
Papaz Burnson’un tahliyesi üzerine Trump, “Ricam üzerine daha uzun yıllar hapis yatması öngörülen papaz Brunson’ı sağlıklı bir şekilde geri gönderdiler.” Diye açıklama yaptı.
Deniz Yücel ve Rahip Brunson davaları siyasi baskıyla sonuç alınabilir olduğunu hem AB hem de ABD’ye göstermiştir. Bunun üzerine bir de Türkiye’de yargı konusunda hukukçulardan daha çok siyasetçilerin ve gazetecilerin konuştuğu gerçeği ilave edilirse yapılanların ne anlama geldiği anlaşılır.
Demirtaş hakkında iç hukuk yolları tüketilmeden, uzun tutukluluk gerekçe yapılarak AİHM’in verdiği karar bu bağlamda değerlendirilmelidir. AİHM, Türkiye’deki yargının yavaş işlemesini, uzun tutukluluk süresini verdiği karara gerekçe yapmıştır. Sorun AİHM değil usullere uygun işlemeyen yargı sistemidir!
AİHM’e açığımızı niye değerlendiriyorsunuz diye sormayacaksınız, sisteminizi “niye açık veriyorsunuz?” diye sorgulayacaksınız!