“Ölüler o kadar yaşlı ve
Yaşayanlar o kadar pratik ki.”
Charles Bukowski
‘Şarap Lekeli Defterden Bölümler’
Girizgâh: Bu kısa notlar, kıymetli fikir adamlarımızdan, ‘Ülkücü-Sosyolog’ İkbal Vurucu’nun, ‘Metafiziği Tükenen Milliyetçi Düşüncenin İmkânları’ başlıklı yazısındaki, mühim bir tespit üzere kaleme alınmıştır. Söz konusu tespit şudur: “‘Ülkücülüğün’ metafiziği tükenmiştir. ‘Ülkücülük’ sadece ruhsuz harfler birleşiminden ibarettir artık. Ancak, ‘Ülkücü’, metafiziğini yeniden yaratarak bir varlık kazanabilir.”
Not[1]: Hocamızın bu tespiti ‘üç cümle’ ve ‘iki yargı’ içermektedir; zira ilk iki cümledeki yargıları, tek bir yargı olarak birleştirebileceğimizi kanaatindeyim: “Ülkücülük, artık sadece ruhsuz harfler birleşiminden ibaret olduğu için, metafiziği tükenmiş bir fikir-sistemidir” gibi. Velhâsıl tespitteki üç cümlenin ilk ikisi, birbirini pekiştirerek açımlamaktadır. İkinci yargı ise, hâliyle son cümledir: “Ancak, ‘Ülkücü’, metafiziğini yeniden yaratarak bir varlık kazanabilir.” –İmdi: İlk iki cümledeki tek yargı, bir sorun(sal) tespiti olarak kabul ve ilân edildiği takdirde, bu son cümledeki yargı ise, kısa ve öz bir sorun(sal)-çözücü olarak alımlanabilir. Ki, ben de aynen öyle yapmak niyetindeyim.
Not[2]: Doğrudan hocamızın cümle ve yargılarına şerh düşmek yerine, evvelâ ‘metafizik’ mefhumuna ve bu mefhumun Ülkücü camiaca algılanışındaki ‘çarpık’lığa değinmeliyim: Tamam, ‘metafizik’, ‘fizik-ötesi’ anlamına gelmekte; ancak “buradaki ‘ötesi’lik, acep nasıl bir ‘ötesi’liktir?”; fikrimce bu soru üzerinde durup-düşünmek gerek. Biz Ülkücüler için, ‘metafizik’, sıklıkla ‘fizik-dışı’ ya da ‘sıfır-fizik’ olarak algılanmakta ve bu algı ışığında metafizik-olan, ya yuhalanıp kış-kış’lanmakta, ya da bir fetiş hâline getirilip, kutsanmaktadır. Fizikalizme saplanmışlarımız, metafizik-olanın dünyevî gerçekliği çarpıttığı fikrinde inat ederken; metafizik-sevici’lerimiz, fizikten münezzeh bir uhrevî alanda, kendi zihnî damarlarına yüksek dozda romantizm şırınga etmektedir. Oysaki: Metafizik-olan, fizik-olan’dan öte’de olmakla birlikte, fizik-olan’dan münezzeh bir varlık teşkil edemez. Bir başka deyişle; metafizik-olan, fizik-olan’la birlikte var’dır. Dahası: Fizik ile metafizik arasındaki böylesi bir ayrım, olsa-olsa materyalist tez-yumaklarından çıkarsayabileceğimiz bir ayrımdır ve biliyoruz ki Ülkücülük, materyalist değil, idealist bir tez-bileşkesidir. Ülkücü için, ‘bilim adamı’yla ‘şair’, aynı zaman ve mekânda, aynı öznedir ve felsefe/bilim (Heidegger’in deyimiyle: ‘Hesaplayan Düşünce’), şiirli/şairane bir şekilde (Heidegger’in deyimiyle: ‘Düşünen Düşünce’) yapıl(malıd)ır. Neden mi? Çünkü: Türk tarihi okumalarımız gösterir ki, Türk’te felsefe/bilim ve şiir –aydınlanmacı/pozitivist-bakıştaki gibi, birbirinden ayrı, birbiriyle hısım olmadığı gibi, düpedüz hasım sayılan bir karşıtlık da içermez. Hatta bu hususta, Merhum Üstad Durmuş Hocaoğlu’nun, ‘Platon Felsefesinde Estetik Kaygu ve Hakikat veya Şiir ve Felsefe’ başlıklı yazısında, ‘Anti-Şiirci’ felsefeye düştüğü şerhler, her Ülküdaşımız için yol göstericidir. O hâlde: Öncelikle Ülkücü camia, fizik ve metafizik saha arasına, geçirgenlik arz etmeyen surlar örerek, kendisini herhangi biri içerisine hapsetmemelidir. Böylesi bir kendini-zincire-vuruş, İkbal Hoca’mızın işaret ettiği ‘yitik-metafizik’ için, en doğurgan varoluşlardan biridir. Ayriyeten, bu varoluş biçimlerinden anlarız ki, Ülkücü nâmına problematik, yalnızca ‘yitik-metafizik’ değil, kimi zaman da ‘yitik-fizik’tir.
Not[3]: Öte yandan: Ülkücü romantizmin ‘ağababası’ olarak nitelendirebileceğimiz Atsız Ata’mızın, ‘Ruh Adam’ını da hatırla(t)malıyız; zira Atsız Ata’nın ‘Ruh Adam’ındaki ‘Aşk’ tezi, bir metafizik-tez olarak, fiziksel unsurlar içerir. Ruh Adam’ın aşk ve estetik algısı, materyalin idealleştirilmesi üzerine kuruludur; ya da bir başka deyişle: Fiziğin, metafizikle muazzam ve müzeyyen bir varoluş hâline evirilmesidir. İşte bu noktada, İkbal Hoca’mızın ikinci, sorunsal-çözücü yargısı önem kazanmaktadır: ‘Yitik-metafizik’, hâlihazırdaki fizik üzerine yeniden inşa edilebilir; zira zaten metafizik, ancak fizik üzerine kurulabilir. Öyleyse: Ülkücü –tıpkı bir Özdemir Asaf şiirinde söylenildiği üzere, kendisini öyle bir yalan’a (metafiziğe) inandırmalıdır ki, ömrü oldukça sürmelidir doğru’luğu (fizik)…
Not[4]: Bu çağrışımlar dışında, ayrıca: İkbal Hoca’mızın söz konusu iki yargısından hareketle, Ülkücülük nâmına, hayatî bir tercihle yüzleşmiş oluruz: Ülkücü, bugün itibariyle ‘kurulmayı’ ya da ‘kurmaca’sını bekleyen bir ‘oyuncak’ konumundadır ve bu konumun müsebbibi, bizatihi Ülkücü’nün kendisidir; zira O, ‘kurulmayı’, ‘kurmaca’sını beklemektedir. Oysaki Ülkücü –İkbal Hoca’mızın da belirttiği üzere, kendi metafiziğini yeniden ve yeniden yaratarak, kendi kendisini kurmalıdır. Bir başka deyişle Ülkücü, herhangi bir tanrının ona ‘ruh’ üflemesini beklemek yerine, kendi fiziksel-hâli üzerinden, yine kendi metafiziksel-yaratılışını gerçekleştirmelidir. Bu –Ülkücülük nâmına, tensel-olan’dan tinsel-olan’a, duyusal-olan’dan duygusal-olan’a, bir toplu-sıçrayıştır. Ancak yine belirtmeliyim ki, bu sıçrama, fiziksel anlamda geri-beslemeyi içkin bir sıçramadır; yani: Her metafizik gibi –kaçınılmaz olarak, Ülkücü-metafizik de, fizik-olanla-birlikte bir metafiziktir.
Not[5]: Ülkücünün metafiziksizliği sorunu –fikrimce, aynı zamanda bir metonimik-metafizik’lerin varlığı/çokluğu sorunudur; zira bugün itibariyle Ülkücüler, ne yazık ki derin parçasallıklar arz etmektedir ve bu fizikî parçasallık hâli, Ülkücülerce yaratılmaya çalışılan metafizik-hâlleri de parçasal kılmaktadır. Mevcut yaratılmış metafizik-hâllere bakıldığı takdirde, ne demek istediğim rahatlıkla anlaşılabilir: Mesela; kimi Ülküdaşımız, metafizik-hâlini arınık bir ‘dinî metafizik’ üzere tasarımlarken, kimi Ülküdaşımız ise kendi metafiziğini, arınık bir ‘mitoloji’ ya da ‘romantik/şairane-hâl’ üzere tasarımlamaktadır. Kaldı ki, bu parçasallık arz eden metafiziğe, bir de ‘sıfır-metafizik’çi bölüngüleri eklediğimiz takdirde, Ülkücü camia adına bir tinsel-birlik kurmanın imkânsıza yakın zorluğu, daha da iyi idrak edilebilecektir.
Not [Son]: İkbal Hoca’mızın iki-başlı (sorunsal ve sorunsal-çözücü) tespitinin çağrıştırdığı düşünceler, bittabi bu beş not ile sınırlı değil elbet; ancak zihnimdeki tüm çağrışımları bir anda kalemimden kusmam da, hak verirsiniz ki mümkün değil. Bu nedenle hocamızın mühim tespitine ilişkin ilk notlarımı, beş başlık hâlinde –sıcağı sıcağına paylaşmayı uygun buldum. Bitirirken, bir ‘çözümsü’ (henüz tastamam tasarımlanamamış) yargı-demeti olarak ise, (şimdilik) şunları öne sürebilirim:
Evet; Biz Ülkücülere, tinsel/metafiziksel bir birlik gerek; ancak bu tinsel/metafiziksel birliğin olmazsa olmaz’ı, evvelâ fiziksel birliktir. Ayrıca; arzuladığımız tinsel/metafiziksel birlik, Ülkücülüğe dair hiçbir ‘değer’in (parça’nın), topyekûn Ülkücülük (bütün’ün) yerine ikam edilmesiyle yaratılamaz. İhtiyacımız olan, değerler-üstü/ötesi (değerler-toplamı, değerler-karması vs… değil!), dolayısıyla doğrudan Ülkücülüğe tekabül eden (Tin=Ülkü) bir metafizik-öğedir. Böylesi bir metafizik-öğenin tasarımlanması için, istisnasız her ülkücü düşünmeli, düşünmeli ve düşünmelidir. Bir Bukowski metaforuyla söylersek; her ülkücünün başı –tabii ki düşünmekten kaynaklı olarak, kayaların üzerinde yuvarlanan bir Hindistan cevizi gibi ağrımalıdır.
Zira biliyoruz ki: ‘Yurt müdafaası’, hâlâ ve artık düşünceye çağırmaktadır.[1]
[1] Bu yargı, Ahmet Aydoğan’ın ‘Yurt Müdafaası Düşünceye Çağırıyor’ başlıklı makalesinden mülhem bir yargıdır. Kaynak: ‘Düşünceye Çağıran Yurt Müdafaası’, Say Yayınları, 2010.