15 Mayıs 2011 tarihinde Bülent Arınç, “Kürt sorunu çözümü konusunda iktidardan düşmeyi göze aldık. 12 Haziran’dan sonra daha da güçlenerek 10 mislini yapacağız” demişti. AKP “Kürt Sorunu” nun çözümü için iktidardan olmayı göze alırken CHP lideri Kılıçdaroğlu da Kürt sorununun çözümü için genel başkanlıktan düşmeyi göze aldığını açıkladı. Kılıçdaroğlu, “Bütün mesele bu sorunun çözülmesi. Bu sorun çözülür, insanlar yaşamını yitirmezlerse, bu benim genel başkanlığıma mal olacak olsun” diye açıklama yaptı.
Konuyu bireyselleştiren bu ucuz, uçuk yaklaşım sahipleri tarihi bir iş yaptıklarına inanarak bunları söylüyorlar. Her iki taraf da “sorunu çözüyoruz” diye ülkenin çözülmesine neden olurlarsa bunun karşılığından neyin riske edileceğini de açıklamaları gerekmez mi?
Diğer yandan “Kürt Açılımı” üzerinden yürütülen psikolojik harekât sırasında Diyarbakır Belediye Başkan Osman Baydemir, “21’inci yüzyılda silahın rolünü tamamladığını, sorunların çözümünde silahın bir araç olma özelliğini yitirdiğini” söylemişti. Ardından da İmralı’dan kendisine “ya istifa ya öz eleştiri yap” tehdidi gelmişti. O günden bu yana Baydemir’in sesi eskisi gibi çıkmaz oldu.
***
Başbakan Erdoğan’ın “Kürtçenin seçmeli ders olarak okullara konacağını” açıklaması üzerine Leyla Zana, “bu işi Erdoğan çözer” deyince malum çevrede büyük bir heyecan dalgası oluştu.
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Leyla Zana’nın Başbakan için, “Bu işi çözeceğine inanıyorum” sözlerine aynen Baydemir’e İmralı’nın verdiği tepkiye benzer bir tepki verdi. Demirtaş, “Her kim Başbakan’dan umutluysa bu saflıktır, Ak Parti gibi düşünmektir” dedi.
Vatanın birliğine ve milletin bütünlüğüne yönelik tehdidi görmeyen ya da görmek istemeyenlerin aklından geçirdiklerini gerçek sanmalarından daha tehlikeli bir olgu yoktur. Türkiye’deki terörü bir takım haksızlıkların sonucu olarak silahlanıp dağa çıkmış insanların davranışları olarak görmek körlüktür. Dağa çıkarak yıllardır insan katledenlerin elma şekeri türünden bir takım uygulamalarla ikna olup ellerinden silahları bırakacaklarını sanmak da fena halde yanılmak anlamına gelmektedir.
Bir süre önce Etyen Mahcupyan şöyle yazmıştı; “1909’da Ermeniler silahları teslim edince katliam oldu ve otuz bin kişi öldü. Bugün Kürtlere PKK’nın silah bırakmasının ne denli doğru olduğunu anlatabilirsiniz. Ama bu toprakların tarihini de biliyorlar. Devlete güvenmiyorlar. Mesele budur” diyor.
“Kürt Açılımı” söylemlerinin zirveye çıktığı sıralarda Ahmet Türk, “Cin şişeden çıkmıştır. Süreci geriye götürmek mümkün değildir” dedikten sonra “Bu aşamada silahların bırakılmasını istemenin anlamsız olduğunu, silahların susması için ortaya çıkaran nedenlerin ortadan kalkması gerektiğini” yazmıştır.
***
Olan bitenin arkasındaki bilinci bu ifadelerden çıkarmamak mümkün değil midir?
Dahası var. BDP’li Demirtaş, “PKK’yı terör örgütü olarak görmediklerini, PKK’nın dağdan inmelerinin bu şartlarda uygun olmayacağını” söylüyor.
Başbakan Erdoğan “Biz gözyaşı dinsin diye mücadele verdikçe birileri çıkıyor, dağdakiler inmesin diye kanı, şiddeti, ölmeyi, öldürmeyi teşvik ediyor” diye yakınıyor.
Kışanak üç gün önce “Kürdistan’da ağır sömürge koşulları devam ediyor” dedi.
Bölücü kesimin Türkiye’yi bir kadavra, ülkeyi yönetenleri ise her türlü operasyona müsait kimseler olarak gördükleri anlaşılmaktadır.
Emine Ayna, “Kürtler kendileri açısından ‘sahipsiz bir halktır’ bu yüzden PKK’yı koruyucu güç olarak gördükleri için ona sırtlarını dönemezler” demişti.
“Demokratik Açılım” söylemlerinin ayyuka çıktığı sıralarda bazı neoliberal ve bölücü aydınlar, “Demokrasi ve Kürt Açılımı PKK’yı tanımaktan geçer” demiş “Kürt kimliği tanındı sıra PKK’yı tanımaya geldi” kehanetinde bulunmuşlardı.
İstediği şartların bu denli olgunlaştığını gören PKK’ya, silah bırakması için birileri başka bir telkinde bulunmalıdır!