ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Sayın Erendor, Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıllarca şerefli bir subayı olarak birçok göreve dâhil oldunuz dolayısı ile askeri tecrübeniz ortada. Bunun dışında Anadolu’da Türk varlığı ve sınır komşularımızın tarihini araştırmak suretiyle de ispata dayanan birçok kitabınız mevcut. Tüm bunları göz önünde bulundurarak Anadolu’da ve komşularımızda yaşayan soydaşlarımızdan bahseder misiniz? Zira sizde biliyorsunuz ki dünü bilmeden bugün olanlara anlam vermek yorumlamak çok sağlıklı değil.
Em. Alb. METİN ERENDOR:
Görüldüğü üzere bu topraklardaki toplam Türk nüfusu 53 milyon civarındadır.
Adına Ortadoğu denilen her yönden karmaşık coğrafyaya ilk gelişimiz her ne kadar önce İskitler (MÖ 575) ve Hunlar(3633-398) ile olmuşsa da büyük Türk göçlerini 1064 yılından itibaren Hanoğlu Harun, Afşın, Sunduk, Atsız gibi komutanlar üzerinden Büyük Selçuklu Devleti ile başlatmak mümkündür. Dolayısıyla bugün adına Suriye, Irak ve İran denilen topraklardaki Türk varlığının büyük çoğunluğu Selçuklu bakiyesi Türklerden (Türkmenler) oluşmaktadır. İran’da Gazneliler ile 963 yılında başlayan Türk-Safeviler ile devam eden kalıcı Türk varlığı 1923 yılında Türk hanedanı Kaçarların devrilmesi ve yerine Pehlevi ailesinin(Rıza Şah) getirilmesi ile Irak ve Suriye topraklarındaki 900 yıllık Türk egemenliği ise 1918 yılında imzalanan Mondros Mütarekesi hükümleri gereği son bulmuştur.
Günümüzde adı geçen topraklardaki Türk nüfusu Türkiye’de ki Türk varlığına yakındır. Öyle ki İran’da 88 milyonluk nüfusun % 40-42si(36 milyon), Irak’ta ki 44 milyonluk nüfusun % 12’si(5.5 milyon) Suriye’de ise 22 milyonluk nüfusun % 16’sı(4 milyon) Türklerden oluşmaktadır. Görüldüğü üzere bu topraklardaki toplam Türk nüfusu 53 milyon civarındadır.
“Bilindiği üzere Kaçar Türkleri sonrası İran Türklüğü Rıza Şah ile başlayan ve İslam devrimi ile şiddetini arttırarak devam eden Türk düşmanlığı ve Türklüğü yok sayma politikası ile karşı karşıyadır.”
Bilindiği üzere Kaçar Türkleri sonrası İran Türklüğü Rıza Şah ile başlayan ve İslam devrimi ile şiddetini arttırarak devam eden Türk düşmanlığı ve Türklüğü yok sayma politikası ile karşı karşıyadır. Bugün İran nüfusunun yaklaşık olarak %33’ü Azerbaycan Türkü(28 milyon), %4’ü Kaşkay(3 milyon), %3’ü Horasan,(2.5 milyon), %2’i Türkmen(2 milyon) ve %1’i Halaç vb.(1 milyon) Türklerinden oluşmaktadır. Bu Türklerin büyük çoğunluğu Şii mezhebine mensuptur. İran Türklerinin siyasal alanda varlıkları yok denecek kadar azdır, olanlarında yetkileri son derece sınırlıdır.
Yurt içinde ve dışında özellikle Güney Azerbaycan Türklerinin sesi ve sözcüsü konumundaki Güney Azerbaycan Milli Uyanış Hareketi(GAMUH)’nin 1995 yılında Tebriz’de kurulması, tüm maçları bozkurt işaretli Türk seyircilerle dolup taşan Tebriz Traktör futbol takımının 2010 yılından itibaren İran ulusal liginde Türk takımı kimliği ile yer alması İran Türklüğü için önemli gelişmeler olarak görülmektedir.
“Erşad Salihi’nin uzun yıllar başkanlığını yaptığı ITC bugün Türkiye’nin sınırlı ekonomik, askeri ve siyasi yardımları ile Hasan Turan başkanlığında Irak Türklüğünün savunucusu ve sözcüsü olmaya devam etmektedir.”
Irak’ta ise benzer bir durum söz konusudur. Yaklaşık 5.5-6 milyonluk Türk(Türkmen) nüfusu Doğu Türkmeneli topraklarında yaşar. Şehir merkezlerinde yaşayanlar çoğunlukla Sünni-Hanefi, Kuzey de Kürt bölgelerinde yaşayanlar Şafii ve güneyde yaşayanlar ise Caferi mezhebine mensupturlar. İngilizler tarafından kurulan Irak Devletinde Kral Faysal ile başlayan ve Saddam Hüseyin ile devam eden süreçte bölgedeki Türk varlığı katliamlara tabii tutulmuş, sürekli inkâr edilerek yok sayılmış, anadilde eğitim, siyaset haklardan mahrum bırakılmışlardır. Irak Türklüğünün haklı davası 1960 yılında kurulan Kardaşlık Ocağı ile yürütülmeye başlanmış sonrasında ise 1995 yılında Irak Türkmen Cephesi(ITC) kurulmasıyla Türkmenler büyük ölçüde tek bir çatı altında toplanmıştır. Erşad Salih’inin uzun yıllar başkanlığını yaptığı ITC bugün Türkiye’nin sınırlı ekonomik, askeri ve siyasi yardımları ile Hasan Turan başkanlığında Irak Türklüğünün savunucusu ve sözcüsü olmaya devam etmektedir.
“Türkmenler 2013 yılında kurulan Suriye Türkmen Meclisi ile siyasi ve askeri mücadelelerini yürütmektedirler.”
Gelelim Suriye’ye 2011 yılında başlatılan iç savaşın ardından nüfus ve göç hareketleri ile etnik anlamda arınmaya giden Suriye nüfusunun %16’sı(3-6-4 milyon) Türkmenlerden oluşmaktadır. Bu nüfusun yaklaşık 600-700 bini sığınmacı olarak Türkiye’de bulunmaktadır. Batı Türkmenli denilen Suriye’nin kuzey ve batı topraklarında yaşayan Türkmenler 2013 yılında kurulan Suriye Türkmen Meclisi ile siyasi ve askeri mücadelelerini yürütmektedirler. Vecih Cuma’nın 2020 yılında istifası ile başkansız kalan Meclis bugün Muhammed Türkhan başkanlığında faaliyetlerini Türkiye’nin de yardım ve destekleri ile yürütmektedir.
ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Belirttiğiniz gibi bu topraklar da varlığımız çok uzun asırlardır devam ediyor ve dünden bugüne özellikle Ortadoğu’da cadı kazanı kaynıyor. Haliyle varlığımızın devamlılığını ve güvenliğini sağlamak üzere Türkiye Cumhuriyeti devleti, bürokrasi dışında askeri birçok eylem gerçekleştirmek zorunda kaldı hala da Pençe Kilit Operasyonu ile devam ediyor. Görülüyor ki bu askeri operasyonlar bir kısırdöngüye giriyor ve sonuca ulaşamıyoruz.
Bunların nedenlerinden bahseder misiniz lütfen?
Em. Alb. METİN ERENDOR:
Uluslar ve devletler savaş ve dış politika gibi son derece önemli faaliyetlerini Milli Güç Siyaset konsepti üzerine kurdukları Milli Menfaat, Milli hedef ve Milli Güç unsurları verilerine göre oluşturdukları “Milli stratejiye” dayandırmak zorundadırlar
Türk Ordusunun Suriye iç savaşı sonrası Suriye’de başlattığı Fırat Kalkanı(2017), Zeytindalı(2018) ve Barış Pınarı harekatları(2019) ve Bahar Kalkanı(2020) başlangıçta Türk milliyetçileri için Irak ve Suriye Türkmenlerini Türkmeneli adı altında birleştirecek bir stratejik bir adım gibi algılansa da gelinen nokta itibariyle Türklük adına stratejik bir hedefe hizmet etmediği veya ettirilmediği ortaya çıkmıştır. Rusya ile yapılan Soçi mutabakatı ve ardından ABD ile yapılan görüşmeler neticesinde Suriye’nin kuzeyindeki Türk askeri varlığı hedefsiz kalmıştır.
Hatırlanacağı üzere 2016’nın ilk ayında Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamentosu’nda “bağımsızlık komisyonu” kurulması ve bağımsızlık referandumunun ABD seçimleri öncesi olması kararlaştırılmış ancak gösterilen tepkiler ve Irak’ın siyasi durumu gibi sebepler yüzünden referandum 2016’da yapılamamıştır. Bu gelişmelerin ardından 10 Mart 2018’de, Kararlılık Harekâtı başlatıldı ve Türk Ordusu Kuzey Irak’a girdi. Kararlılık Harekâtıyla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri Irak’ın kuzeyinde 30 kilometreden fazla ilerledi. Yaklaşık bir yıl sonra ise 28 Mayıs 2019’da Pençe Operasyonu’nun başlatıldığı duyurulmuştur.
Uluslar ve devletler savaş ve dış politika gibi son derece önemli faaliyetlerini Milli Güç Siyaset konsepti üzerine kurdukları Milli Menfaat, Milli hedef ve Milli Güç unsurları verilerine göre oluşturdukları “Milli stratejiye” dayandırmak zorundadırlar. Bu tahlil yapılmadan iç politikaya yönelik endişelerle ve/veya stratejik bir hedefi olmayan günlük kararlarla yapılan tüm askeri harekâtlar kısa bir süre sonra çıkmaz sokağa girmek ve hedefsiz kalmak zorundadır.
“Bugün Suriye de olanlar tam olarak budur.”
Bugün Suriye de olanlar tam olarak budur. ABD-PKK(SDG) ortaklığının Akdeniz’e doğru ilerleme politikası bu harekat ile şimdilik önlenmiş gibi görünse de yakın gelecekte meşruiyet kazanmış Esad iktidarının kendi topraklarının bir kısmında konuşlanmış Türk birlikleri için nasıl bir tepki vereceğini öngörmek çok ta zor bir durum değildir.
Milli güç unsurlarından biri olan ekonomik güç konusunda hiç te iyi bir durumda olmayan Türk hükümetinin hava kuvvetlerinin de katılacağı ordu-Kolordu seviyesinde yapılacak bir askeri harekâtı muharebe, Muharebe destek ve muharebe hizmet destek unsurlarıyla mali açıdan uzun süre devam ettirmesi pek kolay değildir.
En seçkin komando tugaylarımızın PKK terör örgütüne angaje olmuş halde Irak’ın kuzeyinde üs bölgelerinde bu kadar uzun süre hareketsiz tutulması hiçbir şey değilse de bu güzide birliklere hakaret sayılmalıdır.
Yukarıda açıklamaların ışığı altında Irak’ın kuzeyinde 2018 yılından bugüne aralıksız devam eden Pençe-Kilit operasyonlarını kısaca değerlendirmek gerekirse; burada da stratejik hedefin varlığı şüphelidir. En seçkin komando tugaylarımızın PKK terör örgütüne angaje olmuş halde Irak’ın kuzeyinde üs bölgelerinde bu kadar uzun süre hareketsiz tutulması hiçbir şey değilse de bu güzide birliklere hakaret sayılmalıdır. Yapılması gereken Irak’ın kuzeyinde 30 km derinlikte sabit üs bölgelerinde durmak değildir. MSB tarafından açıklanan bilançolara göre öldürülen 831 terörist, ele geçirilen 1281 silah bu birlikleri bu durumda tutmak için gerekçe olamaz. Daha önceki dönemde ordumuzun başarılı bir şekilde yaptığı gibi uygun mevsimde uygun şartlarda kısa süreli ve net hedefli operasyonlar ile bölgedeki terör varlığını yok etmek veya tespit etmek olmalıdır.
ŞÜKRAN KULAKOĞLU:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ortadoğu açısından da bel kemiği durumundadır. Tabi ki bu durum Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanlarını daha fazla tahrik ediyor ve hedeflerine ulaşmalarında büyük bir engel teşkil ediyoruz. Durum böyle olunca Metehan’dan bu yana gelmiş ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile devam eden ordu geleneğimizinde devletimizin bel kemiği olduğunu düşünürsek son on yılda Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapısı ile oynanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Em. Alb. METİN ERENDOR:
“Tecrübeli ve Atatürkçü subayların emekliliğe zorlanması Balyoz ve Ergenekon davaları ile büyük bir moral, motivasyon ve prestij kaybına uğrayan Türk ordusunun Türkçü-Atatürkçü genlerinde erozyona yol açmıştır.”
Harp Okullarının üniversiteye everilmesi, üniversite mezunlarının kısa bir eğitim sonrası muvazzaf subay yapılması, MGK’nun yapısının değiştirilerek general terfilerinin siyasete alet edilmesi, tecrübeli ve Atatürkçü subayların emekliliğe zorlanması Balyoz ve Ergenekon davaları ile büyük bir moral, motivasyon ve prestij kaybına uğrayan Türk ordusunun Türkçü-Atatürkçü genlerinde erozyona yol açmıştır.
Kaldı ki Türk Ordusu eski Türk Ordusu değildir. Emir komuta kademesinin bir kısmı sözleşmeli subaylardan manga/tim seviyesindeki personelin büyük çoğunluğu uzman erbaş ile sözleşmeli erlerden oluşmaktadır. En az beş bin yıllık Türk tarihi ve Türk ordusunun en temel özelliği ücretli-sözleşmeli bir ordu olmayışıdır. Ne yazık ki bu durum bugün ortadan kalkmıştır.
Teknolojik gelişmeler, profesyonelleşme ve en aza indirgenmiş ulusalcı düşünce yapısına sahip orduların ilk karşılaştıkları zorluk disiplin anlayışı ve uygulamasının yozlaşmasıdır. Uzun yıllar teknolojik eksikliğini binlerce yıllık disiplin ve emir komuta anlayışı ile kapatan Türk Ordusunun kendi içinde kısır döngü yaşadığını iddia etmek mümkündür. Yapılması gereken Türk Ordusunun bir an önce özüne dönmesi, kısmen zarar görmüş olan Türk devletinin ordusu özelliğinin tekrar sağlanmasıdır.
Kalemizde sağlık Şükran hanım çok değer bir röportaj olmuş 🙏