İYİ Parti’den ihraç edilen ve karşı dava açan İstanbul milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, dün akşam Haber Global 40 programında Jülide Ateş’in sorularını yanıtladı.
Özdağ, Jülide Ateş tarafından yöneltilen 40 farklı soruya verdiği cevaplarla izleycileri ekranlara kitledi.
“Altını çizerek söylüyorum, daha yeni başladık”
İstanbul Milletvekili Özdağ, Ateş’in Afyonkarahisar’da düzenlenen tartışmalı çalıştayda Meral Akşener’in aday olmayacağını açıklaması üzerine Akşener’e destek olması konusunda pişman olup olmadığını sorması üzerine “Ben Ümit Özdağ olarak pişmanlık duymuyorum. Ben o gün doğruyu yaptım. Ama Meral Akşener yanlışı yaptı. Biraz önce sordunuz. Peki yanlış bir hesaplama mı yaptı? Yani sizin ortaya koyacağınız tepkinin bu kadar büyük olmayacağını mı düşündü? Ben kişisel bir tepki koymuyorum, ben ideolojik bir tepki koyuyorum. Ümit Özdağ giderken, İsmail Koncuk giderken, Aytun Çıray uzaklaştırılmaya çalışılırken, Yavuz Temizer tavsiye edilirken getirilenlere bakıyorum ve bugün getirilenlerin partiyi nasıl yeni bir siyasi düzleme oturttuğunu, nasıl Türk milliyetçiliğinden uzaklaştırdığını görüyorum. Ondan dolayı da tepkim, bir ideolojik tepki olarak başladı, devam edecek. Altını çizerek söylüyorum, daha yeni başladık” ifadelerini kullandı.
“Akşener’i defaatle Buğra Kavuncu ile ilgili uyardım”
Programda, sunucu Jülide Ateş’in “Ümit Özdağ bugüne dek neden sustu?” sorusuna verdiği yanıtta ise “Ben bugüne kadar susmadım. Ben birçok kez bu konuda uyarılarda bulundum. Akşener’i defaatle Buğra Kavuncu ile ilgili uyarılarımı partinin kuruluşundan önce ilettim. Türk milliyetçiliğinin çizgisinden sapılmaması gerektiği konusundaki uyarılarımı dile getirdim” ifadeleriyle Özdağ, Türk milliyetçiliğine verdiği önemi bir kez daha dile getirmiş oldu.
Haber Global’de Jülide Ateş’in sunuculuğu ile gerçekleşen programda Prof. Dr. Ümit Özdağ’a yöneltilen sorular ve Özdağ’ın verdiği yanıtlar şöyle:
Bugünkü konuğumuz Siyasal Bilimler profesörü ve siyasetçi İYİ Parti eski genel başkan yardımcısı İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ. Sayın Özdağ, hoş geldiniz. Efendim gündemdesiniz biz de bugün o gündemin bütününü görmek üzere sizinle ilgili çok ciddi bir çalışma yaptık hemen sorularımızla başlamak istiyorum. Şimdi 1961 yılından başlayalım çünkü sizin doğum yeriniz Japonya’nın başkenti Tokyo, bu ilginç bir hikaye, o zaman merhum Muzaffer Özdağ, 27 Mayıs 1960 Darbesi‘nde yer alan isimlerden biri. O dönem Alparslan Türkeş liderliğinde hareket eden 14’ler Grubu içerisinde; fakat darbenin istenmeyen çocukları olarak nitelendiriliyor ve sizin babanız o dönemin koşullarına göre sürgüne gönderiliyor ve Japonya’ya hükümet müşaviri olarak da tayin ediliyor. Ardından babanız Türkiye’ye dönüyor, subaylığı bırakıyor. Alparslan Türkeş liderliğinde o dönemki adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi olan partiden milletvekili seçiliyor. 1971’de de siyaseti bırakıyor, Allah rahmet eylesin 2002’de de hayata gözlerini yumuyor. Şimdi siz de aynı milliyetçi geleneği paylaştığınız için acaba o dönem babanızla bu darbe konusunu konuşup tartışma fırsatınız olmuş muydu? Sizde nasıl bir tezahürü oldu?
Ümit Özdağ darbeyi planlayan babasını hiç suçladı mı?
Hayır suçlamadım. Ama anlamaya çalıştım. Yıllarca evde sohbetlerde bu konuşuldu ben de kulak misafiri oldum, dinledim, detayları sordum. Hatta şöyle söyleyeyim 14 yaşına geldiğim zaman hangi birliklere hakim olursanız darbe yapabileceğinizi biliyordum. Çünkü bunların içinde yetiştim. Fakat daha sonra doktora tez konusu olarak seçtim. Doktora tez konusu olunca daha da ayrıntılı olarak konu üzerinde çalıştım. O zaman hayatta olan Milli Birlik Komitesi üyelerini ziyaret ettim, onlarla röportajlar yaptım, deşifre ettim. Her sayfasının altını imzalattırdım, tarihi belge oldukları için. Tabii zaman zaman dediler ki kaseti kapat, kapattım. “Bunu sen bil; ama bunu yazamazsın” dediler. Böyle şeyler de oldu yazmadım, bildiğim ama yazmadığım şeyler oldu. Sonuçta doktora tezi olarak başlamıştım; ama rahmetli tez hocam Profesör Doktor Kemal Dal, okudu tezi dedi ki “Bunun önüne bir giriş yaz.” “Ne yazayım Hocam?” diye sordum. Atatürk ve İnönü dönemini yaz dedi. Ben de oturdum Atatürk ve İnönü dönemini yazdım; ama 200 sayfaydı giriş. Onun üzerine o giriş bölümünü doktora tezi yaptım. 27 Mayıs’ı bana doçentlik tezi olarak verdi. Gerçekten de öyle oldu, bir seferde hem doçentliği hem doktora tezini yazmış oldum. Bir sene sonra da doçentliğe başvurdum ve doçent oldum. Tabii gerçekten bir sosyal bilimci olarak baktım. Nasıl şartların oluştuğunu ve bu şartların oluşmasında etkenleri tahlil ettim ve doğru anladım diye düşünüyorum; ama yargılama ve suçlama yapmadım.
Peki, çok teşekkür ediyorum. Bir Siyaset Bilimi profesörü olarak, akademik olarak algılamaya çalıştığınızı söylüyorsunuz. Ben buradan tekrar siyasi kişiliğinize dönmek istiyorum, çünkü bir siyasi mevzu olunca ve babadan miras bir dava olunca burada aşk-nefret ilişkisi, mutlaka bir duygudaşlık da oluyor. Şimdi geçmişe baktığımızda Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 1958’de Osman Bölükbaşı ve arkadaşları ile yol alıyor. Ardından 1965’te ayrılmaları ve Alparslan Türkeş’in genel başkanlığı, MHP’nin kurulması vs. Sizin de yolunuz burada 2005-2006’da MHP ile kesişiyor. Ardından ihracınız, mahkeme süreci 2010’da tekrar geri dönmeniz derken, genel başkan yardımcılığı ve merkezi yönetme kurulu üyeliği yapıyorsunuz. Bunları neden irdeledim, çünkü orada bir babanızdan miras mı devraldınız bu duygunuzu merak ediyorum. MHP ve milliyetçilik üzerinde. Fakat daha sonra tarihe baktığımızda da başka dinamikler devreye giriyor. Sizin sanki tarih tekerrürden ibaret gibi MHP ile yaşadığınız kopuş sürecini İYİ Parti ile de yaşıyorsunuz. Burada da ihracınız gündeme geliyor, diyorsunuz ki “ben mahkemeye başvuracağım mahkeme eğer haklı bulursa da İYİ Parti’nin iyiliği için yaptım partime geri döneceğim.” Hatta halihazırda Twitter’daki ünvanınıza baktığımızda İYİ Parti İstanbul Milletvekili ünvanı ile orada bir aidiyet duygusu da görüyoruz. Yani parti ile olan gönül bağınızı, o aidiyet duygunuzu kesmediğinizi görüyoruz. Ama bir taraftan da 80 il başkanının imzası olunca ihracınızda, bu kopuşa rağmen içinizde duygusal olarak nasıl dengelediniz?
Ümit Özdağ istenmediği partide siyaset yapacak mı?
Kim istemiyor? Parti tabanı Sayın Akşener’in yaptırmış olduğu bir araştırmada %80’e yakın bir destek veriyor bana. Burada il başkanlarından bu imzanın nasıl alındığını biliyorum. Bir il başkanı görevlendirilmiş, tek tek il başkanlarını arıyor ve her il başkanına şunu söylüyor, “Bütün il başkanları imzaladı sen son kaldın.” Tabii il başkanları teşkilatlarından geçiriyorlar mı bunu, bu kararı? Hayır, geçirmiyorlar. Yönetmelikte partinin tüzüğünde böyle bir yol var mı? O da yok. Özetle mesele burada dava sonucunun ortaya çıkacağı, bence hukuksuz ve siyaseten de yanlış bir adım atıldı.
“Ben İYİ Parti tabanı ile aramda bir duygusal kopuş görmüyorum”
Ben de bu yanlış adıma karşı hem siyasal anlamda hem de hukuki anlamda yasalardan kaynaklanan haklarımı kullanacağım. Özetle, Ben İYİ Parti tabanı ile aramda bir duygusal kopuş görmüyorum. Hatta her geçen gün daha artan bir desteği yaşıyorum. Sokakta yaşıyorum, sosyal medyada yaşıyorum, toplantılarda yaşıyorum. Yaptığımın %100 değil %500 doğru olduğunu biliyorum. Yapış amacım, İYİ Parti’ye zarar vermek değil, aksine İYİ Parti’nin kuruluş çizgisi, kuruluş esasları üzerinde zarar görmeden yola devam etmesini sağlamaktı. Ondan dolayı bugün olsa yapar mıyım? Aynı şekilde yaparım.
İl başkanlarının imzasının tabanda karşılığı olmadığını ana fikir olarak söylüyorsunuz. Şimdi ben buradan başka bir konuya geçeceğim. Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici sizin oturduğunuz koltukta oturuyordu geçen hafta. Kendisi de bütün milliyetçi ve siyaset yapan partilerin aslında birleşmesi gerektiğini söylüyor. Hakikaten de 1969’lı yıllardan itibaren baktığımızda hep kopuşlar olmuş. Osman Bölükbaşı-Alparslan Türkeş, Devlet Bahçeli-Meral Akşener-Koray Aydın ve sizin birlikte hareket ettiğiniz durum. Mesela 1992’de Muhsin Yazıcıoğlu’nun beş arkadaşıyla birlikte kopuşu, hep bölünmeler olmuş. Dolayısıyla acaba milliyetçi partilerin birleşmesi fikri sizce ne kadar mümkün?
MHP-İYİ Parti ve Büyük Birlik Partisi neyi paylaşamıyor?
Hepsi esasen Türk milliyetçiliği geleneği içerisinde yer alan partiler. Uzun vadeli hedefleri açısından, stratejik planları açısından birbirlerinden köklü bir farkları yok. Biz Milliyetçi Hareket Partisi’nden Türk milliyetçisi olmadığı için ayrılmadık, Türk birliğini savunmadığı için ayrılmadık. Biz Türk milliyetçiliğini daha hızlı bir şekilde iktidara taşıma iddiasıyla İYİ Parti’yi kurduk. Yoksa Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik eleştirilerde o gün de bugün de Türk milliyetçiliğinin sorgulanması üzerine bir yaklaşım kurulu değildi. Bugün de İYİ Parti’nin tabanını oluşturan kitlenin çok büyük bir bölümü Türk milliyetçiliği geleneğinden gelmesinin ötesinde Türk milliyetçiliği geleneğinin en eğitimli en ideolojik düşünen kesimleri. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi’nden ayrılmak gerçekten çok zordur. Milliyetçi Hareket Partisi aynı zamanda parti olmanın ötesinde bir harekettir, duygusallaşmadır, bir tarihtir, bir gelenektir ve hepimizin orada büyük hatıraları var, arkadaşları var, büyük bir mücadelesi var.
“Dava Türk milliyetçiliği davası”
Yani bunu hiçbirimiz unutmadık; ama buna rağmen oradan ayrıldıysak buradaki ayrılan sadece biz değiliz oy veren de önemli bir kitle aşağı yukarı yüzde sekizlik bir oydan bahsediyoruz, davayı alıp buraya getirdiler. Yani dava Türk milliyetçiliği davası. İddia neydi? Onu iktidara taşımaktı. Peki bunların hepsi bir araya gelebilir mi? Gelebilirler teorik olarak, gelmeli midirler? %100 gelmelidirler. Çünkü bütün dünyada milliyetçilik yükseliyor ve bütün dünyada milliyetçilik yükselirken Türkiye’de de yükseliyor. Ama değişik partilerde yükseleceğine bir partide yükselse, bir Türk partisinde yükselse o zaman Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu çözümlere de ulaşmış oluruz.
Peki, çok teşekkür ediyorum. Şimdi ben İYİ Parti’den ihraç sürecinizi biraz mercek altına almak istiyorum. Aslında kamuoyuna yansıyan şekliyle, İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu ile ilgili ileri sürdüğünüz iddialarla bu olay alev aldı. Bu iddialarda en çok kendisini FETÖ ile ilişkilendirmeniz manşet oldu. İşte buradaki argümanlarınız, Kazakistan’da yaşadığı dönemde yaptığı faaliyetler, Fettah Tamince ile olan hesapları, para ticareti gibi örnekler verdiniz. Şimdi burada anlıyoruz ki Buğra Bey ile ilgili çok ciddi ve kapsamlı bir araştırmanız olmuş. Ama ben bu araştırmayı neyin tetiklediği, neden sonra Buğra Beyin üzerine odaklanma hissiyatı geliştirdiğinizi merak ediyorum. Şuna istinaden, çünkü önceki açıklamalarınıza bakıyorum, şimdi mesela diyorsunuz ki “gerek Buğra Bey gerek babası Orhan Kavuncu ile ilgili hiçbir kötülüklerini görmedim” demişsiniz. Cumhuriyet Gazetesi’nde İpek Özbey ile 9 Kasım’da yaptığınız bir röportajda “Ağabeyi ile Buğra’yı gençliğinden Ankara Türk Ocakları döneminden tanırım, kafamda ikisi ile ilgili en ufak olumsuz bir şey yoktur” demişsiniz. Bu neden sonra değişti, neden sonra hedefiniz haline geldi?
Buğra Kavuncu neden Ümit Özdağ’ın hedefi haline geldi?
Mesele benim için Buğra değil. Mesele benim için son 1000 senede Türk devleti için -yani Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti- 1000 seneden beri bu coğrafyadaki devletimizin değişik şekillerdeki ve değişik rejimlerdeki görünümünde en büyük iç tehdit FETÖ terör örgütüdür ve FETÖ terör örgütü ile ben sürekli bir mücadeleyi temsil ettim. Bundan sonra da edeceğim. Muhtemelen bizden sonra yaşayacak nesiller de 15-20 sene FETÖ ile mücadele etmeye devam edecek. Senelerce Polis Akademisi’nde istihbarat kurslarında, harp okulunda yani devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinde ders verdim. Değişik kurumlarda Türkiye’nin menfaatleri için çalışmalar yaptım ve çok ciddi bir iletişim ve öğrenci ağım var. İYİ Parti’nin kuruluşu sırasında da bu konuda uyarıldım. Yani Buğra Kavuncu konusunda uyarıldım ve parti kurucuları arasına girmesini de engelledim. FETÖ iltisakı gerekçesiyle Meral Akşener‘e, yani ben bundan üç buçuk sene önce söyledim. Partiye katıldığı GİK öncesinde bana Meral Akşener GİK’e alacağını söylediği zaman, kuruculara bu iltisak dolayısıyla aldırmamıştım, “Şimdi ne değişti?” dediğimde Akşener’in bana verdiği cevap “Bütün sorumluluğu üzerime alıyorum” idi. Bir genel başkan bütün sorumluluğu üzerine alıyorsa fazla söyleyecek bir şey kalmamıştır. Ama daha sonra İstanbul İl Başkanlığı’na getirmek istedi orada da itiraz ettim.
Sonuç olarak gelmiş olduğu noktada, Akşener’in son kongrede Türk milliyetçilerinin tasfiyesini tamamlayıp, partiyi farklı bir eksene oturtup, milliyetçiliğin dışında, Buğra Kavuncu’nun da İYİ Parti Genel Başkanlığı sürecine hazırlandığını görünce bunu kamuoyu ile paylaştım.
Peki şimdi buradan kırmızı bir soruyla devam edeceğim Sayın Özdağ. Biraz önce dediniz ya FETÖ aslında bugüne kadar gelmiş geçmiş tarihimizdeki en büyük tehlikedir diye. Ben de bu tehlikeden devam etmek istiyorum. 4 Aralık Cuma günü Ciddi Gazete’de yayınlanan bir röportajınız var. Orada şöyle söylüyorsunuz, “İYİ Parti Genel Başkanı başta olmak üzere bütün genel merkez kadroları ilk tepki olarak benim ruh ve akıl sağlığımı gündeme getirdiler. İYİ Parti’nin sosyal medya çalışanları da aynı üslubu benimsediler. Bunun üzerine kendilerine kamuoyu üzerinden uyardım. İYİ Parti Genel Merkezi’nin kullandığı söylem FETÖ tarafından FETÖ ile mücadele edenlere karşı uygulanan bir saldırı stratejisidir” diyorsunuz. “Genel merkez yönetiminde, genel merkezin kullandığı bu saldırıyı, saldırı yöntemini fısıldıyorsa FETÖ’cüdür diye seslendim” demişsiniz. Şimdi bu cümlelerinizin ana fikrini daha net algılamak istiyorum. Şimdi burada dolayısıyla İYİ Parti’de FETÖ’nün bir güç sahibi olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Daha önce kafanızda bu tür bir soru işareti var mıydı yoksa parti içi yönetimi karşınıza alınca mı bu düşünce gelişti?
İYİ Parti yönetiminde FETÖ ne kadar etkili?
Şimdi zaman içerisinde bazı şeyleri daha iyi görme imkanı bulunuyor. Ben FETÖ’ye yakın bütün unsurların İYİ Parti’ye sızmasını elimden geldiğince engellemeye çalıştım. Mesela bu anlamda bir eski içişleri bakanının -ki onun döneminde FETÖ devlet içerisinde çok fazla etkinlik kazanmıştı- Ordu Büyükşehir belediye başkanı adayı ilan edildiğinde divandan istifa edeceğimi ve istifa gerekçemi söyleyerek, adaylık açıklamasını geri alınmasını sağladım. Yani sadece bu bir kişi ile ilgili değil, bir örgüte karşı Türk milliyetçisi bir duruş ile ilgili bir tavır. Fakat Buğra ile ilgili açıklamayı yaptıktan sonra ortaya yaptığım araştırmalarla yeni yeni şeyler de çıkmaya başladı. Bu arada benim dışımda insanlar da konuşmaya başladı. Mesela Rize’de Güneysu ilçe başkanın yapmış olduğu, kamuoyuyla paylaşmış olduğu açıklama var.
“FETÖ sanıklarının davalarını alıyorsan genel başkan yardımcısı olarak çalışmayacaksın”
Biz FETÖ ile mücadele ederken, bugün bir genel başkan yardımcısı arkadaş var, bulunduğu ilde avukatlık yapıyor ve FETÖ’den atılanların davalarını, FETÖ’cülerin davalarına alıyor. Evet avukatlık kutsaldır, herkesin FETÖ’cü da olsa PKK’lı da olsa savunma hakkı vardır. Bu bizim Türkiye Cumhuriyeti devleti olmamızdan kaynaklanan bir haktır. Burada sorun yok, ama o zaman genel başkan yardımcısı olarak çalışmayacaksın. Gideceksin avukatlığını yapacaksın. Çünkü bu parti kurulurken FETÖ ile mücadeleyi parti programına yazmış olan Türkiye’deki tek partidir. Ne yazık ki bu röportajda da ifade ettiğim gibi bu süreç başladığı günden bu yana İYİ Parti Genel Merkezi’nden kaynaklanan bütün eleştirilerde FETÖ’nün imzası var. Tek tek bunları ispatlarım ve ispatladım da zaten.
Peki şimdi ben buradan Buğra Kavuncu özelinde devam etmek istiyorum. Partide sivrilmesi ve bazı kişiler tarafından Meral Akşener’in prensi olarak nitelendirilmesi hususuna değinmek istiyorum. İşte Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür, eski parti üyesi Adnan Taşkıran gibi isimler de bu şekilde saptamalar yapmışlar. Meral Akşener’in de kendinden sonra genel başkanlığa Buğra Kavuncu’yu hazırladığı cümlelerini kurmuşlar. Fakat geçmişe dönük baktığımızda işte Koray Aydın gibi ya da sizin gibi kurucular arasında yer almıyor. Sanıyorum girmesi 2018 yılına tekabül ediyor. Dolayısıyla burada Buğra Kavuncu’nun sivrilmesi, prens haline gelmesi sürecini nasıl analiz ediyorsunuz acaba gerçekten de gelecekteki genel başkan olarak mı hazırlanıyor?
Buğra Kavuncu ne zaman ve nasıl Meral Akşener’in prensi oldu?
Olayların akışına baktığınız zaman bunun daha parti kurulmadan önce alınan bir karar olduğunu düşünüyorum. Bakın parti kurulmadan önce alınan bir karar olduğunu… Bunu ispatlayabilir miyim? Hayır. Bugün ispatlayamamam; ama bunun bir gün ortaya çıkacağını gerçekten düşünüyorum. Bunun kimler arasında yapılan bir görüşme ile de olduğu konusunda da elimde bilgiye dayalı tahminler var. Tabii ki 17 senesini yurtdışında yaşamış bir kişiden bahsediyoruz. Bu kişi bu 17 sene içerisinde bir tane siyasi tweet atmamış. Bir milli bayram kutlamamış, Atatürk ile ilgili anma gününde mesela vefat gününde üzüntülerini belli eden bir sosyal medya paylaşımı yok. Yıllarca sosyal medyası tertemiz yani bir sene hiç kullanmamış. Sadece 2016’da 15 Temmuz darbesinden bir hafta sonra bir twit atıyor orada da FETÖ’yü suçlamıyor. “Kimin tarafından yapılırsa, kime karşı yapılırsa lanet bulsun” şeklinde bir ifadesi var. Sanki Uganda veya Mısır’daki bir darbeyi kötülüyor. Böyle bir şahıs birden siyasete tepeden paraşütle iniyor, genel başkan yardımcılığına başlıyor.
“İYİ Parti’ye paraşütle genel başkan yardımcısı olmuş”
Daha önce bir FETÖ’cü iltisaklı, Türkiye Cumhuriyeti’nin öyle tanımladığı bir derneğin başkan yardımcılığını yapmış, onu yaparken şirketini Alman derin devletinin FETÖ’yü destekleyen şirketler listesine Türkiye’nin aldığı, şirketini o şirkete satmış, sonra bu Alman şirketinde çalışmaya başlamış ve oradan da İYİ Parti’ye paraşütle genel başkan yardımcısı olmuş. Sonra müktesebat gerektiren bir iş yapmış, işe atanmış daha doğrusu Parti Sözcülüğü. Siz siyasetin içinde değilsiniz; ama siyaseti yakından izliyorsunuz. Bir parti sözcüsünün Türk siyasetini bilmesi lazım. Türk siyasi tarihini bilmesi lazım. Bu kişinin böyle bir müktesebatı var mı? Yok. Ama bir siyasal kariyer oluşturursanız ancak bunları yaptırırsınız. Sonra İstanbul İl Başkanlığına taşınmış. Peki çevresine bakıyoruz, büyük dayısı Enver Altaylı, Alman vatandaşı ve FETÖ ile iltisaklı. MİT mensubu FETÖ’cüleri yurtdışına kaçırmak için bir organizasyon geliştirmiş, bundan dolayı yargılanıyor. Küçük dayısı, Gülen Balıkçılık diyor; ama bütün Gülen çevresinde Fethullah çevresinde Gülen Balıkçılık olarak anılıyor, ilişkileri var. Amcası keza aynı şekilde, kardeşi keza aynı şekilde, eniştesi keza aynı şekilde. Bakın bütün bunları bir araya koyduğunuzda meri hukukta bu kişi Türkiye’de bırakın bir partide genel başkan yardımcılığı, mahalle bekçisi olamaz. Hukuken mahalle bekçisi olamaz. Şimdi bütün bunları görmeyip bu kişinin Türk milliyetçisi olduğunu söylemek, hele 30 Ağustos’u kutlarken, Türk milleti değil Türkiyelilerin bayramıdır diyen ve kutsayan bir kişinin Türk milliyetçisi olduğunu söylemek aklımıza yapılmış en büyük hakarettir.
Peki noktayı bu şekilde koyalım. Ben sizi bu İYİ Parti’den kopuş sürecinizi biraz daha iyi algılamak üzere biraz daha geriye gideceğim. 2016’da MHP’den kopuş sürecinde sizin, Koray Aydın’ın, Sayın Akşener’in yan yana nasıl kol kola durduğunuz görüntüler hala hafızamızda. O dönem hatta Meral Akşener size de destek vermişti. Diyor ki, “Suçu demokratik hakkını ifade etmek ve genel başkan adayı olmak.” Çok net bir şekilde sizin yanınızda durmuştu. Fakat siz İYİ Parti’den ihraç edilirken sadece “Böyle olmamalıydı” demekle yetindi ve argümanlarınıza negatif kontra argümanlar geliştirdi. Şimdi öncelikle bu iki Meral Akşener arasındaki farkı nasıl değerlendiriyorsunuz. Yanıtınızda bunu rica edeceğim. Keza bu süreç işlerken tabii ki sizin çıkışlarınızın, sizin ihraç sürecinizin de partide bazı dama taşlarını yerinden oynatacağını, huzursuzluk yaratacağını hesap etmiştir Sayın Akşener, tecrübeli bir politikacı. Ama buna rağmen hamlesini yaptı.
Meral Akşener ve İYİ Parti, Ümit Özdağ‘dan kim ve ne uğruna vazgeçti?
Çok net, Buğra Kavuncu’nun Genel Başkanlığı uğruna bir. İki, partinin Türk milliyetçiliğinden temizlenmesi ve tasfiye edilmesi, Türk milliyetçisi kadroların parti dışına itilmesi, milli devletçi kadroların parti dışına itilmesi projesi adına vazgeçti. Ama şunu da ifade edeyim. Bakın ben Sayın Bahçeli ile de yıllarca siyaseten mücadele ettim; ama Sayın Bahçeli’nin Sayın Akşener‘den daha demokrat olduğunu gördüm. Bakın altını çizerek söylüyorum. Sayın Bahçeli’nin Sayın Akşener’den daha demokrat olduğunu gördüm. Ben Sayın Bahçeli’yi çok ağır şekilde ideolojik anlamda eleştirdim, hiç saygısızlık yapmadım. Ne ayrıldıktan sonra ne de Milliyetçi Hareket Partisi içerisinde. Onun da bana yönelik çok ağır eleştirileri oldu, hatta suçlamaları oldu. Ama Sayın Akşener’i daha eleştirmedim. Sayın Akşener’in bir il başkanını eleştirdiğim zaman, Sayın Akşener ihraç sürecini başlattı. Ve kesin ihraç talebiyle hem de tüzüğe aykırı bir şekilde, il başkanları tarafından siyasal linçle yaptırttı bunu. Sayın Meral Akşener’in, altını çizerek söylüyorum demokrat kimliği kamuoyuna sunmaya çalıştığı demokrat kimliğinin aksine, ben siyasetinin derinliklerinde, ruhunun derinliklerinde çok ciddi bir otoriter tavır görüyorum. Muhalefete tahammül edemiyor. Eleştiriye tahammül edemiyor. Eleştirdiğiniz anda da sizi kapının önüne koymak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bakın şimdi Aytun Çıray Bey’in ihraç süreci İYİ Parti’de başlamıştı ve onu da İYİ Parti’den tasfiye edecekler. Neden? Çünkü o da doğru bildiğini söylüyor.
O zaman buradan kırmızı bir soruyla devam edelim mi? İYİ Partide’ki bu hareketliliğin diğer önemli nedeninin de geçtiğimiz günlerde kısa bir süre önce gerçekleştirdiğimiz ikinci kurultayda, genel idare kurulunda bazı isimlere oy verilmemesi yönünde mesaj yollanması iddiası idi. Bu iddialar üzerine Adana milletvekiliniz Sayın İsmail Koncuk, bir takım söylemlerde bulundu ve istifa etti. Kendisinin istifa metninden alıntılamak istiyorum, “Divan üyesi olarak görevlendirilen bazı kişilerin anayasanın ilk üç maddesi Türklük tanımı, anadilde eğitim konularındaki Türk milliyetçiliği ile taban tabana zıt görüşleri PKK-FETÖ konusundaki açıklamaları göz önüne alındığında partinin içine koyduğu bu tür kişilerle nereye savrulduğu meçhuldür” demiş. Aslında sizin söylemleriniz ile örtüşen bir söylem içerisinde. İYİ Parti’nin iyi yönetilmediğini iddia etmiş; adalet, şeffaflık adına, problem çözme iradesi adına güzel bir performans sergileyemediğini söylüyor. Şimdi aynı şeyleri sizde dile getirdiğiniz için size sormak istiyorum.
İYİ Parti iyi yönetilemiyor mu?
Efendim, 200 kurucu ile kurulduk. Şu anda 60 kurucu istifa etmiş durumda. 140 kişi kaldı. Birincisi meclise en küçük grup olarak girdik tabii bu bir başarıydı yine.
“Bu kadar milletvekili kaybeden başka parti yok”
Yani yedi ay önce kurulmuştuk, güzel bir çalışma yaptık, baskın seçime rağmen %10 ile meclise girdik. Ama üç sene oldu daha parti kurulalı, meclise gireli iki buçuk sene oldu, yedi tane milletvekili partiden ayrıldı. Bu kadar milletvekili kaybeden başka parti yok. 81 il başkanı ile yola çıkmıştık. Bu 81 il başkanından hala görevinde olan üç senedir iki kişi kaldı. Bingöl ve Gümüşhane. Bunun dışındakiler bazı illerde beş defa değişti üç sene içerisinde. Neden? Koray Aydın beyi mutlu edecek il başkanı bulunana kadar. Şimdi böyle bir parti başarılı olabilir mi? Türkiye AKP’nin yönetiminde çok ağır bir dörtlü krizden geçiyor; Ekonomik kriz, Suriyeli sığınmacıların oluşturduğu kriz, devlet krizi yani tek adam rejiminden, liyakatsizlikten kaynaklanan bir milli birlik krizi yaşıyoruz. Buna rağmen AKP %30‘ların üzerinde ve siz muhalefettesiniz, hedefinizi %15 olarak koymuşsunuz, Akşener %15 diyor hedefim. O zaman biz Milliyetçi Hareket Partisi’nden hani iktidara gelmek, Türk milliyetçiliğini iktidara taşımak için ayrılmıştık? Nereye taşıyoruz, neyi taşıyoruz? Efendim biz kilit bir parti olduk.
” Bugün İYİ Parti iyi yönetilseydi…”
Kilit parti olduysanız aslında söylediğiniz şudur, “iktidara talip olan partiye omuz vermek için siyaset yapıyorsunuz.” Sizin iktidar olma talebiniz yok demektir. Bugün İYİ Parti iyi yönetilseydi, dünyada milliyetçiliğin yükseldiği bir noktada Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiği bir noktada iddiamız %15 değil iddiamız iktidar partisi olmak olurdu. AKP’nin oylarının yarıya düştüğü noktada biz ancak AKP’nin bugün almış olduğu en düşük %30’un yarısına en iyi durumda talibiz. Bu mu doğru siyaset? Hayır. Bu mu başarılı siyaset? Hayır. Bana diyorlar ki, “sizin eleştirileriniz AK Partiye yarıyor.” Hayır, benim eleştirilerim aslında AKP’nin zayıflaması, İYİ Parti’nin de güçlenmesi için vesile olarak kullanılması gereken eleştiriler. Ben %15 yetmez diyorum. Ben CHP’nin koltuğunun altına girip orada oturalım istemiyorum.
Buradan kırmızı bir soru ile devam ediyorum. Sizin eleştirileriniz kadar gazeteci Sabahattin Önkibar’ın eleştirileri var. Kendisi YouTube kanalında bir bağımsız gazetecilik performansı ile yapmış bu eleştirilerini ve Meral Akşener’den “karanlıktaki kadın” şeklinde bahsediyor. Buradaki argümanı da diyor ki, “Meral Akşener iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirmede zayıf kalıyor. İktidara yanıt vermesinde zorlayacak argümanlar ortaya koyamıyor.” Bir de madalyonun öbür yüzünde de aslında Erdoğan’ın da o kadar sert bir şekilde yükselmediğini, Akşener için yeri geldiğinde yerli ve milli çıkışı yaptığını irdelemiş. CHP’yi sert bir dille eleştirdiğini söylemiş. Acaba diyor Önkibar, aralarında bizim bilmediğimiz bir ilişki mi var? Sabahattin Önkibar‘ın bu görüşüne sizin yorumunuzu merak ediyorum.
Ümit Özdağ’a göre Meral Akşener kime hizmet ediyor?
Şimdi ben sorunun bu şekilde sorulması üzerinden bir cevap vermek istemem; ama soruyu kendim sorarak cevap vermek isterim. Meral Hanımla yola çıkarken başlangıçta hedefimiz iktidara gelmekti. Bugün Meral Hanımın iktidar hevesini, isteğini ve siyasetini tamamen terk ettiğini düşünüyorum ve bu çerçevede biz Türk milliyetçiliği davasını iktidara taşımak için yola çıkmış bir heyetken, gelmiş olduğumuz noktada kutuplaşmış siyasetle, seçmene bir üçüncü seçenek sunma iddiası ile yola çıkmışken, bir tarafta AKP bir tarafta CHP arasında bölünmüş seçmene, gitmiş CHP’nin yanında kutuplardan bir tanesi haline gelmiş bir siyasi partiyiz.
” Bunun için mi kurduk biz İYİ Parti’yi?”
Yerel seçimler sonrasında CHP ile eklemleşme daha da güçlendi. İYİ Parti’nin divan üyeleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediyelerinde genel müdürlük yapıyorlar. Bunun için mi kurduk biz İYİ Parti’yi? Bunun için mi Türk milliyetçiliği iktidara gelmeli deyip partiyi bu noktaya getirdik? Özetle Meral Hanım Türk milliyetçiliğine Milliyetçi Hareket Partisi’nden ayrılırken verdiği sözün arkasında durmuyor. Bu kime hizmet ediyor? Bunu Türk milliyetçileri ve kamuoyu kendisi değerlendirip ona göre bir tavır alacak; ama şunu biliyorum son kongrede aday olmadığım halde Ümit Özdağ’ın üstünü çizin dediler, İsmail Koncuk‘un üstünü çizin dediler; ama Öcalan ile anayasanın 66. maddesinin konusunda aynı düşündüğünü gördüğümüz Bahadır Erdem’e de Meral Akşener onu istedi. “Olmazsa olmazım” dedi Bahadır Erdem için. Buradan hareketle Türk milliyetçileri de Akşener’in kimi tercih ettiğini düşünecek, karar vereceklerdir.
Şimdi ben buradan bir şaşkınlığımı gizleyemeyeceğim çünkü ilişki dinamiklerinizin ne kadar değiştiğini görerek gidiyorum. 2018’i hatırlayalım. İYİ Parti’nin ilk sandık sınavıydı. Parti beklenen başarıyı kazandı; fakat Cumhurbaşkanlığına aday olan Meral Akşener beklediği ilgiyi bulamadı ve ardından başarısız sonuçta sorumluluğu üstlendi ve Afyonkarahisar’da düzenlenen tartışmalı çalıştay geliyor üzerine kongre kararı ve Meral Akşener aday olmayacağını açıkladı. Fakat bu istifanın ardından da siz kendisine sahip çıkmışsınız partinin ileri gelenleri ile birlikte. Sizin de o dönem gazetelere yansıyan açıklamalarınız şöyle: “Sayın Meral Akşener partinin genel başkanıdır ve önümüzdeki kongreden de genel başkan olarak çıkacaktır. Öte yandan Sayın Akşener’in kararı parti içi demokrasi konusunda diğer partilere örnek olmalıdır” demişsiniz ,Sözcü gazetesinde 2018 yılında. Hatta üzerine evinde nöbet tutmalar başladı. “Milletin ablası bizi bırakma” sloganları halihazırda hafızalarımızda. Ne oldu da konu duygusal irtibatınız bu kadar değişti?
Meral Akşener’i istifadan vazgeçirmeye çalıştığınıza pişman mısınız?
Ben Akşener’e, İYİ Parti’nin kuruluşu süresinde onun evinde yaptığımız toplantıda vermiş olduğum sözü ben ihraç edilene kadar tuttum. Akşener’e ihanet etmedim. Akşener’i arkadan vurmadım, Akşener’in altını kazmadım, Akşener’in genel başkanlığına meydan okumadım. Amacım Akşener’in daha başarılı bir genel başkan olması idi. Hatta kendisini bir konuşmamızda partinin CEO’su olarak, ki son konuşmamızdı, diye nitelendirdim. Siz partinin CEO’su değil, “İYİ Parti’nin lideri olmalısınız” dedim ve ekledim bu parti genel başkanlığı süre var işte iki defa üçüncüsü olamaz “bunu da kaldıralım kimse sizin yerinize heveslenip de siyasette böyle kırılmalara yol açmasın. Siz götürmek istediğiniz kadar genel başkan olun” dedim. Ben kendisine bunları söylerken, Akşener benimle ilgili AREA araştırma şirketine Ümit Özdağ parti içi muhalefeti temsil ediyor, Ümit Özdağ partiden ayrılır kendisine parti kurarsa ne oy alırmış? Muharrem İnce ile birleşirse ne oy alırlarmış diye araştırma yaptırtıyormuş. Ben Akşener‘e ihanet etmedim; ama Akşener bana ihanet etti.
“Ben kişisel bir tepki koymuyorum, ben ideolojik bir tepki koyuyorum”
Ben o gün aldığım tavırdan pişmanlık duyuyor muyum? Hayır. Ben Ümit Özdağ olarak pişmanlık duymuyorum. Ben o gün doğruyu yaptım. Ama Meral Akşener yanlışı yaptı. Biraz önce sordunuz. Peki yanlış bir hesaplama mı yaptı? Yani sizin ortaya koyacağınız tepkinin bu kadar büyük olmayacağını mı düşündü? Ben kişisel bir tepki koymuyorum, ben ideolojik bir tepki koyuyorum. Ümit Özdağ giderken, İsmail Koncuk giderken, Aytun Çıray uzaklaştırılmaya çalışılırken, Yavuz Temizer tavsiye edilirken getirilenlere bakıyorum ve bugün getirilenlerin partiyi nasıl yeni bir siyasi düzleme oturttuğunu, nasıl Türk milliyetçiliğinden uzaklaştırdığını görüyorum. Ondan dolayı da tepkim, bir ideolojik tepki olarak başladı, devam edecek. Altını çizerek söylüyorum, daha yeni başladık…
Şimdi buradan ben kırmızı bir soruyla devam etmek istiyorum. Süreci hatırlatalım, siz çok iyi biliyorsunuz ama belki izleyici nezdinde çünkü partide bir kaynama vardı. Hem çağrılar geldi, hem eleştiriler geldi. Şöyle ki önce Devlet Bahçeli kendisine evine dön çağrısında bulundu. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan bu çağrıya karşılık İYİ Parti yerli ve millidir çıkışında bulundu. Ardından Selahattin Demirtaş’ın kahvaltıya geleceğim şeklindeki açıklaması tam eleştirilecek mi derken bunu da aslında tabana karşı bu pası şöyle yumuşattı Sayın Akşener, “Güneydoğu’da şöyle bir gelenek var, Kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız” dedi. Tam acaba İYİ Parti’de sular duruldu mu derken üzerine FETÖ’cü gölgesi düştü. Sizin açıklamalarınız geldi.
Ama önce Kongre oldu, Türk milliyetçileri tasfiye edildi. Milli devletçiler tavsiye edildi.
Peki ek süre vereceğim, ardından anayasa çalışması iddianız gündeme geldi, şimdi bu kaynama üzerine de tabii çok farklı fikirler ve iddialar ortaya atıldı. Ben bu iddialardan birini bu masaya getirmek istiyorum. Firari yaşayan gazeteci Cevheri Güven’in iddialarını. Şimdi o da bu olayı mercek altına almış. Diyor ki, “İYİ Parti oyları anketlerde %15’e ulaşması ve Ak Parti oylarının %30’un altına düşmesi ile bu start verildi.” Sizin MİT ya da genelkurmay tarafından Meral Akşener’e parti içerisinde güçsüzleştirmek ile görevlendirilen bir derin devlet adamı olduğunuzu ileri sürdü. Acaba diyor, Ümit Özdağ’a MIT’den Meral Akşener’i bitir görevi mi verildi? diye sorgulamış. Biz de İYİ Parti’nin baltaladığınızı düşünen diğer argümanlara bir yanıt verebilmemiz amacıyla en net haliyle soralım.
Ümit Özdağ bugüne dek neden sustu?
Şimdi bakın ben bugüne kadar susmadım. Ben birçok kez bu konuda uyarılarda bulundum. Akşener’i defaatle Buğra Kavuncu ile ilgili uyarılarımı partinin kuruluşundan önce ilettim. Türk milliyetçiliğinin çizgisinden sapılmaması gerektiği konusundaki uyarılarımı dile getirdim. Yerel seçimler öncesinde CHP ile değil tek başımıza seçime girmemiz gerektiğini ifade ettim ve haklı çıktım.
“Seçimlerin en büyük kaybedenidir İYİ Parti”
Sonunda Akşener’in GİK’te yaptığı konuşmaya göre yerel seçimlerden İYİ Parti seçimlerden çırak çıkmıştır. Seçimlerin en büyük kaybedenidir İYİ Parti. Ama İstanbul’u, Ankara’yı Cumhuriyet Halk Partisi aldı, onun yaratmış olduğu psikoloji ile bu çok üzerinde durulmadan tartışılmadan devam etti. Yine İYİ Parti’nin Kars’ta ve Iğdır’da aday göstermemesi için çalıştım Iğdır’da başarılı oldum dedim ki “orada MHP’yi destekleyelim”, bu iki ilimizde Kars’ta başarılı olamadım ne yazık ki Kars’ı bundan dolayı HDP aldı. Özetle ben hep konuştum ama parti dışında konuşmadım. Sadece konuşmakla kalmadım tarihe kayıt olsun diye bi çok eleştirimi yazılı olarak teslim ettim Akşener’e. Onda da var, bende de var. Yarın bunlar da ortaya çıkacak. Daha çıkmadı. Bu son kongreden sonra Akşener bana birisini yolladı, biraz önce bahsettiğim araştırmayı da yolladı ve dedi ki “Sayın Akşener sizinle, Aytun Çıray’la ve İsmail Koncuk’la çalışmak istemiyor. Oy kaybedeceğini biliyor buna rağmen ayrılmanızı istiyor, bu kadar basit.” Şimdi artık İYİ Parti’de parti içinde kalarak bunları açıklama fırsatınız yok, şansınız da yok. Ben de buna rağmen bir ay bekledim. Meral Akşener Selahattin Demirtaş’a kahvaltı ikram edebileceğini söylerken, bütün milletvekilleri ile görüştü; fakat beni davet etmedi. Şöyle söylüyor bir televizyon programında, “beni aramadı” diyor. Bu doğru değil. Bütün milletvekillerini, listede ismi olan, kendisi aradı davet etti. Bir tek beni aramadı. Bu bir ay sürdü. Bir ay sonra ben de çıktım kendisine yüz yüze anlatacaklarımı televizyonda anlattım.
Peki, teşekkür ediyorum buradan yine kırmızı bir soru ile devam edeceğim. Şimdi ihraç edilmeniz ile ilgili fikir beyan edenlerden biri de Genel Başkan Yardımcısı Sayın Koray Aydın. Geçtiğimiz günlerde Sümenaltı programında açıklamalarda bulundu. Şöyle diyor, “Kendisi beklentilerinin ve ihtirasının karşılığını bulamadıktan sonra, birileri terk ederken yakıp yıkarak nasıl zarar veririm söylemiyle atılan adımların siyasi bir karşılığı yoktur. Günü kurtarır; ama yaptığı büyük yanlışın bedelini, oy kullanıcılar zamanı geldiğinde kendisine ödetecektir. Ümit hoca partinin il kongrelerinin çoğunda aday çıkarttı, yarıştı. Kendi adayları il kongrelerinde kaybetti. O kazansaydı böyle konuşmazdı. Kongrede aday olmadı değil, olamadı. Kendisinin açıklamaları benim için yok hükmündedir.” demiş. Şimdi acaba burada Koray Aydın’ın algıladığı ya da iddia ettiği gibi parti içinde bir muhalif hareket mi başlattınız, beklentileriniz koltuk beklentileriniz yerine gelmediği için mi bu serzenişte bulunduğunuz, neden bu sorunları kol kırılır yen içinde kalır şeklinde çözmediniz?
Ümit Özdağ, Meral Akşener’in yerine mi geçmek istedi?
Hayır. Ben hiçbir zaman böyle bir iddiada bulunmadım. Biraz önce de ifade ettim. Ancak Koray Aydın Türk milliyetçiliğinin en itibarsız ismidir. Rahmetli Gün Sazak’ın Türk milliyetçiliğine bıraktığı büyük bir manevi miras vardır. Kendisi Gümrük ve Tekel Bakanı idi ve onun döneminde 70’li yıllarda bütün gümrüklerde olağanüstü bir güvenlik sağlandı. Şöyle söyledi insanlar, bütün siyasi partiler, “Türk milliyetçileri, ülkücüler çalmaz ve çaldırmaz.” Ama Koray Aydın’ın 57. hükümet döneminde, Bayındırlık Bakanlığı sırasında polis Bayındırlık Bakanlığı’nı bastı. Ne yazık ki bize bırakılan o manevi mirası kirleten Koray Aydın’dır. Bakın kirleten diyorum Koray Aydın. Burada da yalan söylüyor Koray Aydın. Ben hiç bir ilde aday çıkartmadım. Bir tek İstanbul’da destekledim, o kişiyi de ben aday çıkartmadım, Ersin Beyaz’ı. Meral Hanım’ın ilk İstanbul il başkanı idi zaten. Onu da en başından itibaren değil, sürecin ortasından itibaren destekledim.
“Koray Aydın halt etmiş”
Aday olamadı demiş, bakın ben geçen GİK’e de aday olmadım. Bu GİK’e de aday olmadım ve adımın olacağını duyunca bir genel başkan yardımcısı arkadaşı Yavuz Temizer’i aradım, “bakın benim adım listeye koymuşlar ben girmek istemiyorum, yapacağım ilk şey sabahleyin gidip istifa etmek olur” dedim. Kongre sabahı gittim divan başkanı İsmail Tatlıoğlu’na dedim ki “İsmail Bey, eğer benim adım listeye girecek ise beni uyarın istifa mektubumu vereceğim. Yani GİK adayı olmayacağım.” Onun için tek söyleyebileceğim bir şey var Koray Aydın halt etmiş.
Peki çok teşekkür ediyorum. Şimdi Sayın Meral Akşener’in bazen nüktedan ve esprili açıklamaları oluyor. Onlardan bir tanesi de bu MHP’de genel başkanlığı aday olup olmayacağı sürecinde sorulmuştu kendisine, kendisi de demişti ki “ya babaanne olacağım ya da başbakan olacağım.” Tabii başbakanlık makamı artık kalmadı ama şimdi de cumhurbaşkanlığı için siyasette mücadele veriyor. Siz kendisi ile dava yoldaşlığı yapmış ve kendisini çok yakından tanıyan biri olarak gözlemlerinizi merak ediyorum
Sizce Meral Akşener babaanneliğe mi devam etmeli, siyasette mi kalmalı?
Geçen sorudan devam etmek istiyorum. Sizin aracılığınızla ile Koray Aydın’a istediği yerde, istediği televizyon kanalında, İYİ Parti’nin sorunlarını yüz yüze tartışmaya davet ediyorum. Eğer birazcık onuru ve cesareti varsa gelsin benimle tartışsın. Şimdi Meral Akşener babaannemi olmalı? Bir torunu var Allah bağışlasın, inşallah ikinci, üçüncü, dördüncü torunlarına da sahip olur. Sağlıklı sıhhatli büyürler. Evet, biz kendisinin cumhurbaşkanlığına adaylığı için çok ciddi destek olduk partinin kuruluş aşamasında ve iyi de bir ekip vardı.
“Meral Akşener’in bugünün Türkiye’sinde cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanma şansı yok”
Yani bugün olmayan bir ekip vardı o gün arkasında. İYİ Parti’nin kuruluş heyecanı vardı, kuruluş dinamikleri vardı ve buna rağmen Sayın Akşener’in almış olduğu oy İYİ Parti’nin oyunun %2,5 altındaydı. Meral Akşener’in bugünün Türkiye’sinde cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanma şansı yok. Zaten kendi siyasi partisinin hedefini %15’le sınırlandıran ve partisini anahtar parti olarak tanımlayan bir siyasi liderin %51’e ulaşma iddiası da yoktur. Onun için bu siyasette Meral Hanım kalmalı mı? Kalmalı tabii; ama gerçekçi olalım cumhurbaşkanı adayı olup kazanma şansı var mı? Bu sıfırın altında bir ihtimal gibi görünüyor. Bunu değiştirip İYİ Parti’yi bir iktidar projesi haline getirirse; ama bugünkü kadro ile bugünkü yapı ile, Bahadır Erdemlerle, Buğra Kavuncularla olacak iş değil.
Peki, noktayı bu şekilde koyuyorsunuz. Ben şimdi gelinen noktayı bütünüyle bir değerlendirmenizi rica edeceğim. Çünkü aslında siz bu ilk serzenişinizi bir canlı yayında yaptınız ve ardından bu canlı yayına defaaten eleştiri, serzeniş sitem ne diyorsanız artık adına. Ve burada bir iç hesaplaşma başlattınız. Bu çok net. Sonuç olarak gelinen noktada diyorsunuz ki “Ben bunu İYİ Parti’nin iyiliği için yaptım aslında” ama gelinen noktada İYİ Parti kaynadı, yara aldı, manşetlere taşındı. Gelinen noktadan memnun musunuz? Bunu parantez içine almak istiyorum. Rakipleriniz kol kırılır yen içinde kalır keşke parti içinde halletseler de argümanını getirenler de oldu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz. Bir de Meral Hanımın sizin iddialarınızı yanıtlarken tavrını mercek altına almak istiyorum. Şimdi orada bu iddialar ile ilgili özellikle işte Buğra Kavuncu’nun FETÖ ilişkisine istinaden, Milli Savunma Bakanı ve MİT ile ilgili kendilerinden bilgi talep ettiğini söyledi. Oradan gelen bilgi acaba sizi neden tatmin etmedi? Buğra Kavuncu’nun masumiyeti konusunda kendisi size kefil olmuş muydu? Daha çok neden ikna olamadığınızı merak ediyorum. Neden size bu konuda Meral Akşener güven veremedi?
Sonuca baktığımızda Ümit Özdağ yaptığı açıklamalardan pişman mı?
Hayır. Yani büyük bir iç rahatlığı ile söylüyorum. Türk milliyetçiliğine yönelik bir küresel müdahaleyi durdurduğumu, ertelettiğimi biliyorum. Bunu sadece ben bilmiyorum yani ben bunu Türk kamuoyu ile paylaştıktan sonra gerçekleşen, gerçekleştirilen birçok beyin fırtınası sürecinde de ne kadar doğru bir tespit yaptığımı tekrar tekrar her gün bir kez daha görüyorum. Bir programda söylemiştim, burada da tekrarlamak isterim. Üç isme karşı hep manevi bir bağlılığım ve borcum vardır. Bugün benim ben olmamda büyük etkisi vardır. Rahmetli Alparslan Türkeş, rahmetli Dündar Taşer, ki rahmetli Dündar Taşer rahmetli babamın hiç olmayan abisi yerine koyduğu arkadaşıydı, ülküdaşıydı, ve rahmetli babam. Üçüne karşı da bir görevi yerine getirmiş olduğumun bilincindeyim. Türk milliyetçiliğine 1960‘ların başında yapılan bir müdahale vardı. Rahmetli Türkeş o müdahaleyi etkisiz hale getirmişti. O müdahalenin, yapan ekibin uzantısı yeni bir müdahale yaptı. Ben de bu müdahaleye karşı, bir Türk milliyetçisi olarak yapmam gereken hareketi yaptım. Bunun ne kadar riskli olduğunu biliyorum. Şu anda Ümit Özdağ genel merkezdeki bazı arkadaşlarla mı mücadele ediyor? Hayır. Ben genel merkezdeki birkaç arkadaşla mücadele etmiyorum, Akşener ile de değil. Esas mücadelenin ne olduğunu mücadelenin aslında nasıl bir küresel süreçle olduğunu ve bu küresel sürecin dünya politikaları ile ne kadar yakından ilgili olduğunu önümüzdeki dönemde daha net göreceğiz. Şöyle ifade edeyim. 1990’lı yıllarda Türkiye’de ılımlı İslam Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklendi çünkü Büyük Orta Doğu Projesi geliyordu. Şimdi Amerikan denetiminde bir Türk milliyetçiliği Asya için yapılmak isteniyor. Türk milliyetçiliği asla dış müdahaleyi kabul etmez.
Teşekkür ederim ek süre vermedim bunları konuşacağız. Çok önemli başlıklar 30 saniyede işlenemez; ama ana fikir olarak sizin bir küresel mücadele verdiğinizi söylüyorsunuz partiye karşı değil burada üç ismi saydınız. İsimlerden devam edeceğim çünkü burada babadan devraldığınız aslında bu milliyetçi nosyonu birçok parti liderini tanıma şansınız oldu işte Osman Bölükbaşı’ndan başlayalım değil mi? Siz Dündar Taşer’i söylediniz, rahmetli Alparslan Türkeş’in adını andınız; ama tabi bir taraftan Sayın Muhsin Yazıcıoğlu bizim aklımıza geliyor, Sayın Devlet Bahçeli bizim aklımıza geliyor biraz önce Akşener’den daha demokrat bulduğunuzu söylediniz. Mustafa Destici var, çok insan tanıdığınız buna istinaden söylemek istiyorum genel tabloya baktığımız zaman bugün milliyetçi siyaset adına siz lider vasfını taşıyan kişi olarak…
Ümit Özdağ’ın idealindeki parti lideri kim?
Bundan kastınız nedir, bu soruyu birazcık açar mısınız?
Yani tek çatı altında toplansa Türk milliyetçiliği sizin bugün lider olabilecek şahıs şu özelliklere sahip olmalıdır ve benim kafamdaki isim budur dediğiniz kişi kim?
“Türk milliyetçileri bir araya gelmeli”
Kafamda böyle bir isim yok doğrusu. Onun için siz de bütün Türk Milliyetçileri bir araya gelir ve bir parti kurarlarsa bunun lideri şu isim olur diye tartışamam. Onu olaylar belirler, onu süreç belirler; ama bütün Türk milliyetçileri bir araya gelmeli mi? Gelmeli. Bugün üç siyasi partiden, iki büyük siyasi partiden ayrılmış çok büyük bir taban var. Birlikte hareket ettiklerinde, %20 oluyor. Bu sinerji yaratarak %30‘lara, %40’lara çıkma potansiyeli var ve Türk milliyetçiliğinin yükselmesi ile de paralel olarak potansiyele sahip. Ama böyle bir birlikteliğin başında kim olur? Böyle bir birliktelik olur mu? Bu tamamen teorik bir çerçeve, onun üzerinden konuşmak istemem. Ama ben Alparslan Türkeş‘i bir Türk milliyetçisi siyasetçi lider olarak ve asker kökenli bir lider olarak, bir siyasi parti genel başkanı olarak doğrusu çok etkili bir lider olarak gördüm ve asker kimliğini, hatta onun ötesinde ihtilalci bir gelenekten gelmesine rağmen uzun saatler akademik, siyasi sohbetler yapma fırsatı buldum ve dışardan da gözledim. Hep yani çok otoriter, militarist bir hava verilmiş olmasına rağmen Türkeş, diğer siyasi liderlerden otoriter değildi ve bazı kararların alınmasında herkesle danışan görüşen demokrat bir tavrı vardı.
Şimdi sizin Buğra Kavuncu’ya yönelttiğiniz eleştirilerden sonra kendisine destek çıkan isimlerden bir tanesi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu. Kendisinin şöyle açıklamaları var, “Benim gerçekten yol arkadaşı olmaktan gurur duyduğum, tanımaktan da keyif aldığım farklı siyasi partilerde olsak da gerçekten dünyaya ve ülkemize aynı pencereden büyük oranda bakabildiğin bir insanla tanışabilmiş olmanın büyük keyfini yaşadım” demiş. “Hatta İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e bana böyle bir siyasi yoldaş verdikleri için teşekkür bile ettim birkaç kez. Böyle iyi insanlar bazen iftiraya uğrarlar, siyasette bu var. Çok düzgün karakterli bir siyaset yapma anlayışı olan bir dostumuz. Hukuki mücadelesini vereceği konusunda kararlılık gösteriyor. Allah herkesi iftiradan korusun” diye de bitirmiş sözlerini. Bu satırların ardından İYİ Parti’nin de bir anlamda adaylığını desteklediğini Ekrem İmamoğlu hakkındaki sizin görüşlerinizi merak ediyorum.
Ekrem İmamoğlu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben, Ekrem İmamoğlu’nu iki seçimde de destekledim. Üstelik bana karşı büyük bir terbiyesizlik yapmış olmasına rağmen destekledim. Ben o terbiyesizliği kamuoyunda paylaşmadım, bugün de paylaşmayacağım; ama Ekrem İmamoğlu bir ilçe belediye başkanıdır. Olayların gelişmesi, şartların olgunlaşmasıyla bu ilçe belediye başkanı arkadaş bir fikri hazırlığı olmadan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Kendisi de buna o süreci iyi yönetti. Bunu kabul ediyorum. Ama bu bahsettiği konulardan haberi yoktur. Bununla ilgili bir müktesebatı da yoktur. Türkiye’nin güvenliği, devlet güvenliği, istihbarat, terör, teröre karşı mücadele süreçlerindeki bilgisi sıfırdır. Şu anda da nöbetçi cumhurbaşkanı adayı olarak karşımıza çıkıyor.
” İYİ Parti’ye girecek kişilere Nutuk hediye edeceğine, Canan Kaftancıoğlu’na Nutuk hediye etsin…”
Bence İstanbul Belediye Başkanlığına odaklansa ve kendi partisinin işleri ile uğraşsa daha başarılı olacak. Bahadır Erdem İYİ Parti’ye katılmadan bir hafta önce, Buğra Kavuncu ile birlikte kendisini Bahadır Erdem’i bürosunda ziyaret ettiler. Bahadır Erdem’e bir Nutuk hediye etmiş. Kendisine acilen tavsiye ediyorum, İYİ Parti’ye girecek kişilere Nutuk hediye edeceğine, Canan Kaftancıoğlu’na Nutuk hediye etse, Canan Kaftancıoğlu okusun onu da sonunda Atatürk demeyi becerebilsin.
Şimdi Sayın Buğra Kavuncu ile ilgili olarak FETÖ bağlantısı ile ilgili iddialarınıza istinaden Sayın Akşener’in açıklamaları var. Kendisinin açıklaması şöyle, “Buğra Kavuncu ile ilgili olarak bana geldi ve kongremiz vardı. Buğra’nın FETÖ’cü olduğunu söyledi. Ben de kendisine konu ile ilgili belge bilgi var ise getirmesini söyledim. Sonra geldi, belge bilgi yok” diyor. “Bu bilgiler nereden? Belgesi yok. Not aldım o da devletin bazı kurumlarını söyledi. Jandarma, askeriye, MİT. Ben de ilgili kurumlarım başındaki kişileri aradım, okudum bunlar bu iddialar, iddia sahibi şu kişi, sizden alındığını söyledi bu bilgileri sizde olup olmadığı doğru mu? Çarşamba bir arkadaşımız , perşembe bir arkadaşımız yanıtladı. Sayın Özdağ’ın onlardan aldığını iddia ettiği kayıtların sistemlerinde olmadığını” söylemiş diyor; ama siz bunu hemen akabinde yanıt verdiniz. Diyorsunuz ki, “Ben size Buğra Kavuncu ile ilgili bilgiler hususunda herhangi bir kurum adı vermedim. Bahsettiğiniz kurumlarla irtibat kurduğunuzu söyleyen de sizsiniz” demişsiniz. Şimdi sizin bu açıklamalarınız üzerine biz de tabii ki merak ettik. Eğer bahsettiğiniz belgeleri bu kurumlardan almadıysanız nereden, nasıl temin ettiniz? Bir suç unsuru olduğunu düşünüyorduysanız neden savcılığa bir suç duyurusunda bulunmadınız?
Ümit Özdağ’ın elinde, hangi belgeler var?
Şimdi bakın, ben Akşener benden belge istedi bende belge yok, ben size bir analiz yapıyorum. Analizimi yaptım. Açık kaynaklardan da analiz yapabilirsiniz. Açık kaynaklardan istihbarat da yapabilirsiniz, İstihbarat Teorisi kitabını yazan ve bu kitabı, ders kitabı olarak istihbarat okullarında okutulan bir akademisyen olarak da söylüyorum. Sadece açık kaynak istihbaratı bu konuda yeterlidir. Bakın ben bu konuyu gündeme getirdiğim günden itibaren biraz önce siz de ismini verdiniz Cevheri Güven bu bir casustur, 22,5 sene almıştır. Şimdi yurtdışında FETÖ’cüler, bana saldırıyor. Ama bir tek bu mu saldırıyor, bütün FETÖ’cü sosyal medya hesapları ve bugün FETÖ’nün önde gelen psikolojik harp mekanizması unsurları bana saldırıyor. Neden? Buğra Kavuncu’yu korumak için. Şimdi bu bile başlı başına bir kaidedir. Tekrar ediyorum FETÖ’cü bir derneğin başkan yardımcısı ve kurucusu mu? Evet, Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından FETÖ’yü desteklemekle suçlanan Alman şirketine kendi şirketine satmış mı? Evet. O şirkette çalışmış mı? Evet. Türk milliyetçiliği doğrultusunda bir açıklaması var mı? Hayır. FETÖ’ye yönelik bir eleştirisi var mı? Hayır. Ailesinde FETÖ’cüler var mı? Evet. Daha ne istiyorsunuz?
” Benim Buğra Kavuncu ile ilgili meselem hukuki bir mesele değil, siyasi bir mesele, ideolojik bir mesele”
Bu kişiyi Türkiye’de bekçi yapamazken, Meral Akşener İYİ Parti Genel Başkanı yapmaya çalışıyor. Bunun dışında söyleyecek bir şey yok. Neden mahkemeye verdim? Ben bir siyasi mücadele veriyorum, ben başka FETÖ’cülere de karşı çıkıyorum. Buğra Kavuncu yarın Türkiye’de beraat de edebilir. Neden? Buğra Kavuncu’nun başkan yardımcısı olduğu derneğin başkanı, Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte geziyor. Zaman gazetesini finanse eden adam. Özetle, yani Türkiye’de nasıl bir yargılama süreci olduğunu bu FETÖ ile ilgili, FETÖ borsalarının nasıl kurulduğunu, nasıl siyasal iktidarın etkisinin mahkemelere yansıtılmaya çalışıldığını biliyorum. Benim Buğra Kavuncu ile ilgili meselem hukuki bir mesele değil, siyasi bir mesele, ideolojik bir mesele. Ondan dolayı, yani Akşener şunun arkasına sakın sığınmasın; efendim yarın beraat etti, bakın arkadaşımız FETÖ’cü değildi. Canım Türkiye’de FETÖ’den yargılanmayan; ama FETÖ’cü olduğunu bildiğimiz o kadar çok insan var ki veya FETÖ’den beraat edip FETÖ’cü olduğunu bildiğimiz. Aslında ben Buğra Kavuncu’yu da tartışmak istemiyorum. Tarihte kalmış bir şey.
Sorularımız 360 derece bütün konuları ele alacağız; ama şimdi buradaki mercek burada. Buradan devam edelim, çünkü Buğra Kavuncu ile ilgili iddialarının dayanak noktalarından bir tanesi de dayısı Enver Altaylı. Kendisinin FETÖ’den yargılandığını hatırlatalım. Özellikle Orta Asya ülkelerinde önemli görevler üstlenmiş bir MİT mensubu bugün ise casus ve silahlı örgüt yöneticisi olmak suçundan…
Bir MİT mensubu değil. Geçmişte kısa bir MİT mensupluğu var.
35 yıla kadar hapsi isteniyor. Cevabınızda rica edeceğim. Şimdi siz bunu örnek gösterdiğinizde, dayısı ile olan irtibatını farklı düşünenler de şu örneği veriyorlar, bir de işte “AK Parti’nin kurucularından ve bir dönem önde gelen isimlerinden olan Şaban Dişli üzerinden olan bir örnek vermişler. Onlar da diyorlar ki, Şaban Dişli bugün Türkiye’nin Lahey büyükelçisi. Şaban Dişli’nin kardeşi olan Mehmet Dişli de darbeye bizzat iştirak etmiş askerlerden biri. Kendisi de 141 kez ağırlaştırılmış müebbet ile cezalandırılmış bir kişi. Dolayısıyla hükümetten ya da yargıdan kimse Mehmet Dişli sebebiyle Şaban Dişli hakkında aleyhte bir açıklama yapmadı” diyorlar. Buğra Kavuncu’nun kendini savunurkenki argümanı da işte bu Kazakistan’daki Türk işadamları derneğine FETÖ’nün bir uzantısı diyorsunuz; ama aynı dönemde Türk Hava Yolları, Ziraat Bankası gibi firmaların da üye olduğunu referans olarak vermiş. Dolayısıyla sizin argümanınızın aksine bu verilerin Buğra Kavuncu’nun FETÖ’cü olarak nitelendirilmesine yetmeyeceğini düşünenler de var. Buna istinaden, bu şekilde düşünenlere istinaden…
Buğra Kavuncu’ya FETÖ’cü suçlaması yaparak haksızlık ettiğinizi siz düşünüyor musunuz?
Hayır asla. Tekrar tekrar söylüyorum, eldeki verilerin tamamı bu sadece bir dayı meselesi değil, kendisinin de böyle bir iltisaklı kuruluşta kurucu ve başkan yardımcısı olması, evet yönetim kurulunda iki tane FETÖ’cü olmayan var. Ama derneğin genel sekreteri Ahmet Alyaz Zaman Gazetesi’nin Kazakistan temsilcisi. Bunun için yani buradan aslında çıkış yok. Normal şartlarda aslında hepimiz ne olduğunu biliyoruz. İşte bu derneklerin hepsi devlet kuruluşları da dahil; ama Kaşif Kozinoğlu‘nu açıp okursanız, ki Kaşif Kozinoğlu’nu ihbar eden Enver Altaylı yani dayısı Orta Asya müfettişi. Diyor ki “istihbarat teşkilatının burada FETÖ’cüler sadece dernekleri değil, devlet kuruluşlarını bile ele geçirmişler.” O dönemde 2007-2010 yani devletteki müsteşarların üç tanesi hariç hepsi FETÖ’cü. Müsteşarların. Ve devlet kuruluşları da FETÖ’cü derneklere üye yapılmaya zorlanıyorlar. Ondan dolayı bunların bu derneğin üyesi olması onun meşruluğunu değil aslında FETÖ’cü olduğunu ispatlıyor.
“Bu iş Adem ile izah edilmiyor”
Ben, tekrar ediyorum, Buğra Kavuncu’nun kendisini “Hepimiz Adem’den geliyoruz, akrabalarım içerisinde bunlar var. Bu beni bağlamaz” diyor; ama şunu da ekliyor, “Dedemin babası Kuva-yi Milliye kahramanı idi.” Eğer dedenin babası Kuva-yi Milliye kahramanı ise Allah rahmet eylesin. Ona atıfta bulunup aile üzerinden meşruluk sağlamaya çalışıyorsan, dayına küçük dayına, amcana, kardeşine, eniştene de sahip çıkacaksın. Onlar da Adem’den geliyor, dedenin babası da Adem’den geliyor. Bu iş Adem ile izah edilmiyor yani.
Peki efendim, teşekkür ediyorum. Şimdi 10 Kasım 2020’de, Meclis’te söz aldınız. İddialarınızı burada da dile getirdiniz. Meclis konuşmanızdan sonra sizi arayan ilk kişinin de Sayın Tuğrul Türkeş olduğunu açıklamıştınız. Alparslan Türkeş’e ne kadar ehemmiyet verdiğinizi buradaki sözlerinizden anlıyoruz. Dolayısıyla bu da sembolik, ikonik bir isim sizin için, belli bir özgül ağırlığı var.
Ümit Özdağ, Tuğrul Türkeş ile ne konuştu?
Basın toplantısından sonra açıklamadım. CNN’deki ilk programdan sonra Tuğrul bey beni aradı. Teşekkür etti, tebrik etti. Kendisi de, Türk milliyetçiliği tarihini benim gibi babasından dinleyerek, aile ortamında sohbetlerden dinleyerek öğrenmiştir aynı zamanda. Yayınlanmamış birçok şeyi bilir yani benim de ondan öğrendiğim, onun benden öğrendiği bilgi dolu şeyler var. Özetle, bu yorumu da paylaşmam tabii ki.
Peki efendim. Saygı duyuyoruz ve buradan kırmızı bir soruyla devam ediyoruz. Şimdi burada Buğra Kavuncu ile iddialarınızın en önemli çıkış noktası Enver Altaylı olduğu için o kişiyi de mercek altına almak zorundayız. Kendisinin kitabı CIA’nın Türk Casusu kitabı 2013 yılında yayınlanmıştı. Şimdi bu kitapta bilmeyen izleyicilerimiz için hatırlatalım, Sovyetlere karşı casusluk yapan Özbek asıllı CIA ajanı Ruzi Nazar’ın hayat öyküsünün anlatıldığı bir kitap kaleme alınmış. Şimdi kitabın arka kapağında isimler var. Bu kitapla ilgili görüş belirten, Sayın Taha Akyol, Sayın Mehmet Ali Bayar ve Sayın Murat yetkin gibi. Bu isimlerden bir tanesi de Sayın Özdağ, sizsiniz. Burada demişsiniz ki, “Sürekli heyecanla okunan bir siyasi tarih, böylesi her zaman bulunmaz” demişsiniz. Bu arka kapağı Enver Altaylı’nın yazmış olduğu bir kitaba önsöz düştüğünüz için genelde, hani yakın ilişki içinde olan ya da bir irtibatı olan, bileşkesi olan kişiler yazacağı için bu soruyu sordum, sormak zorundayım.
Sizin Enver Altaylı ile ilişkiniz nedir?
4 yaşımdan beri tanıyorum. Çocukluğumdan beri. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine giderken, dayım da ordudan ihraç edilmiş bir üsteğmen, o da harbiye öğrencisi idi. Oradan tanıyorum. Daha sonraki süreçte Milli İstihbarat Teşkilatı, tabii ben küçük çocuktum daha, ama evde hep harbiyeli Enver olarak çok sevilirdi. Yani anneannem çok severdi, rahmetli dayım çok severdi. Babam gençliğini biliyor. Babamın gençlik kollarında genel başkan yardımcısı iken gençlik kollarında çalıştığını, babamı sevdiğini de biliyorum. Fakat sonra 96 senesinde kendisiyle bir görüşmemiz oldu. 96 senesindeki görüşmemizde yollarımızın ayrıldığını anladım ben. Türk milliyetçiliği çizgisinde farklı…
Kitap peki 2013?
Evet. Yollarımızın ayrıldığını anladım. Bu kitabı hazırladığı zaman kendisi aradı beni. Dedi ki “Okuyup arkasına bir kapak yazar mısın?” Çok ilginç bir kitap, ben herkese tavsiye ederim ve ben de yazdım. Benim dışımda Murat Yetkin’in yazmış olması tesadüf değil. O da bu konularda istihbarat konularında ve Ruzi Nazar ile ilgili kendisinin makale çalışmaları var. Onun için istemiş. Taha Bey, en yakın arkadaşlarından bir tanesidir. Onun için istemiş. Ben, konuyu bilen, istihbarat çalışan Türkçülük tarihini bilen, İkinci Dünya Savaşı tarihini iyi bilen biriyim, onun için benden istemiş. Orada, bu konuları bilmeyen fakat yazısı olan bir tek Mümtazer Türköne vardır. Mümtazer Türköne’yi de akrabalık bağından dolayı istemiş.
Sizin yazmanız bizi ilgilendirdi. Peki buradan yine kırmızı bir soru ile yine bu kitap özelinde devam etmek istiyorum. Şimdi bu biyografide ilginç iddialar var. Şöyle ki bunlardan bir tanesi; 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren subaylar arasındaki görüş farklılığı üzerine kurulmuş. Bu görüş farklılığı bölünmeye yol açıyor. Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun başını çektiği idareyi bir an evvel sivil yönetime vermeyi düşünen bir grup gücü ele geçiriyor ve bunun sonunda da Alparslan Türkeş’in içinde yer aldığı, keza sizin babanızın da içinde yer aldığı 14’ler grubu ülkede istenmeyen kişiler ilan ediliyorlar ve Cemal Madanoğlu başta Alparslan Türkeş olmak üzere bu 14’ler grubunun idam edilmesini istiyor. Ancak kitaptaki iddiaya göre, o dönem Amerika adına Türkiye’de casusluk çalışmalarında bulunan Ruzi Nazar, Cemal Madanoğlu ile görüşüyor ve NATO’dan kendisini tanıdığını söylediği Alparslan Türkeş’in ve arkadaşlarının ve babanızın idam edilmemesini sağlıyor. Şimdi yer alan bu iddialar ışığında size sormak istiyorum…
Babanızı idam edilmekten FETÖ sanığı Enver Altaylı’nın akıl hocası Ruzi Nazar mı kurtardı?
Hayır, aslında süreç şöyle. Bir idam sahnesi oldu, ama 27 Mayıs’ta değil, 21 Mayıs 1963’te. Talat Aydemir’in darbe girişimi var. Talat Aydemir’in darbe girişimi öncesinde Talat Aydemir, Muzaffer Özdağ, Bahtiyar Yalta ve Rıfat Baykal Dikmen’de bir görüşme yapıyorlar. Bu Dikmen’deki görüşmeden sonra, Dikmen o zaman Ankara’nın bir tepesi, boş bir yer, ve Talat Aydemir’in bir darbe yapacağı bir girişimde bulunacağı netleşiyor. Ama Türkeş, babam, Baykal bu süreç içerisinde yer almıyor. Ertesi gün yani 22 Mayıs günü babam, Türkeş’in tutuklandığının haberini alıyor. Bunun üzerine hemen kalkıyor Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gidiyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün merdivenlerinden ikişer ikişer çıkarken, 29 yaşında genç bir emekli yüzbaşı ve bir eski diplomat, sürgünden yeni dönmüşüz. Emniyet Genel Müdürü ile karşı karşıya kalıyor. Emniyet Genel Müdürü’ne bağırıyor, “Sayın Türkeş’i neden tutukladınız?” diye. Emniyet Genel Müdürü de gülüyor, “Ooo Muzaffer Bey, biz de sizi arıyorduk” diyor. Babamı da orada gözaltına alıyorlar. Kumrular, Ankara’da bu sokağın karşısında hala Emniyet Amirliği vardır, oraya götürüyorlar. Orada, alt katta hücreler var. Türkeş’i, babamı ve daha sonra Baykal’ı da getiriyorlar. Yan yana hücrelere koyuyorlar. Şimdi bu hücrelerin önünde Cemal Tural geliyor, dolaşıyor. Babam Tural’a “Bir bakar mısın?” diyor. Tural, “Efendim” diyor. Babam diyor ki “Öküzün altında buzağı arıyorsunuz. Ama biz dışarı çıkıp öküzleri bulacağız.” Akşam buradan alınıyorlar. Jeeplerle Ankara dışında bir yere götürülüyorlar. Üçü, gittikleri yerde çukur kazılmış. Jeepler de farlarını çukurlara yönelik aydınlatmış ve bir kurşuna dizme gerçekleşecek. Babam, bir gözdağı mı yoksa gerçekten kurşuna dizecekler mi diye düşünüyor ve kolunda harp okulunu bitirdiği zaman hediye edilen altın bir birincilik saati var. O birincilik saatini çıkartıyor ve oradaki subaylardan bir tanesine bunu oğluma verin diye uzatıyor. O zaman oğul benim. Subay da alıyor, “Ben ileteceğim” diyor. Babam da kendi kendisine diyor ki “ Demek ki buraya kadarmış.” Sonra bir jeep geliyor, içinden birisi çıkıyor. İnönü. İnönü müdahale etmiş. İdam gerçekleşmeyecek. Kurşuna dizmeyecekler. Tekrar alıyorlar, götürüyorlar ve daha sonra Mamak’ta yargılandılar üçü de beraat etti. Şimdi idam ile ilgili şey bu.
O iddia doğru değil. Çünkü, benim doçentlik tezim ve yakından araştırdım, baktım. Bir de, Büyükelçi, Cemal Gürsel’e gidiyor. Cemal Gürsel, “Kars Kalesi’ne atın bunları” diye talimat vermiş. Ben, Çankaya’da köşk defterlerinden, büyükelçilerin geliş gidişleri bellidir. Yani hepsi kayda girer. Yani bir devlet başkanı ile “merhaba, nasılsınız, iyi misiniz” diye görüşemezsiniz. Büyükelçi de olsanız, Amerikan büyükelçisi de olsanız. Bütün bunları kontrol ettirdim. Rica ettim, bu tarihlerde iddia edilen böyle bir görüşme yok. Ne büyükelçi gelmiş, ne böyle bir ricada bulunulmuş. Özetle, birileri kendilerine rol çıkartmak istemiş olabilirler ama buradan bir şey çıkmaz. Yani idam o şekildeydi. 14’lerle ilgili idam şeyi yok.
Peki, yeri gelirse ekstra süre veririm ama çok önemli sorularım var. Bir kırmızı soru var sırada, bu şekilde devam etmek istiyorum. Tabii siyaset arenası karşılıklı iddiaların ortaya atıldığı bir arena. Onlardan bir tanesini doğrudan size yöneltmek istiyorum. Çünkü iddia sahibi MHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Semih Yalçın. İddiaları oldukça fazla, bir tanesinde şöyle diyor Sayın Yalçın, “15 Temmuz ihanet teşebbüsü sırasında tıpkı babasının geçmişteki darbelerde kader arkadaşı Başbuğ Alparslan Türkeş’i terk ederek ortadan kaybolduğu gibi Ümit Özdağ da aynı gece ortadan kaybolmuştur. Ümit Özdağ’ın yurtta sulh konseyi üyesi olup olmadığı araştırılmalı. Bu sözde milliyetçinin aslında Türk milliyetçiliğinin kripto düşmanı ve Türkiye’de küresel aktörler adına görev yapan bir ajan olup olmadığı acilen aydınlatılmalıdır.” demiş. Aslında sizin argümanlarınızın tam tersi. Buna yanıt veriyorsunuz. Demişsiniz ki, “içki şişede durduğu gibi durmuyor, mahkemede hesaplaşacağız.” Şimdi bu Semih Yalçın’ın iddiası üzerine biz de herhangi bir bileşen var mı, varsa da bunu size net sorabilirim diye mercek altına aldığımızda ASAM’a baktık. ASAM’da da bir dönem kurumda birlikte çalıştığınız Prof. Dr. Serhat Laçiner ile karşılaştık. Kendisinin FETÖ’den yargılandığını ve dokuz yıl hapse mahkum edildiği bilgisine ulaştık. Bu arada yine belki başka bileşen olarak kabul edebileceğimiz FETÖ kontrolünde olan KanalTürk televizyonunda iki yıl boyunca yorumculuk yapma meselenizi belki burada açıklamak istersiniz. Bir de 21. Yüzyıl Dergisi’ndeki FETÖ üyesi firari Emre Uslu’nun yazılarının da kaleme alındığı dergide, hatta üstelik siz o dönemde de Twitter hesabınızda paylaştığınızı da görüyoruz. Bu bileşeni de açıklamak isterseniz diye soralım.
Ümit Özdağ 15 Temmuz gecesi neredeydi?
15 Temmuz gecesi yanımda beş arkadaşımla, beş kişiyle birlikte, önce bir arkadaşımızın Ankara yakınındaki çiftliğinde buluştuk, sonra meclise yola çıktık. İncek’te çiftlik, yani Ankara’nın dışında değil, Ankara’nın içinde. Oradan meclise yola çıktık. Meclise yaklaştığımız sırada meclis bombalanmaya başladı. Meclisin hemen yakınında bir akrabamın evine birlikte girdik. 3-4 saat oradan televizyonlara bağlandım. Açıklamalar yaptım, sonra Dikmen’de evime ekip olarak döndük. Birkaç saat dinlendik ve sabah 6:30 gibi de Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ne gittim, bunların hepsi kayıtlı. Saat 21:58’de Selçuk Özdağ’ı aradım. AK Parti milletvekili, soyadlarımız benzer ama akrabalığımız yok. Ama MHP’den geliyoruz ikimiz de, o zaman MHP milletvekiliydim daha, kendisine dedim ki “Bu bir FETÖ’cü darbe, direnin.” Dedi ki “Ümit bey biz direniyoruz, siz de bir açıklama yapın, kişisel bir açıklama değil partinin bir açıklaması.” Saat 22, yani iki dakika sürdü konuşma zaten. Saat 22:00’de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkez özel kalemini aradım özel kalem müdürüne Sayın Genel Başkana darbenin FETÖ’cü bir darbe olduğunu iletin, bir açıklama isteniyor dedim. Bunların hepsi telefonda kayıtlı. Benim telefon kayıtlarım dinleniyor çünkü ve arkasından da dediğim gibi o gece öyle geçti.
Şimdi Sedat Laçiner… Doğru, ben bir Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kurdum. Dışişleri Bakanlığı ile ortak bir proje olarak yürüttük. Kendisi yurtdışında doktora yapan, Londra’da doktora yapan bir öğrenciydi. Doktora öğrencisiydi. Orada tanıdım ve Ermeni Araştırmaları Enstitüsüne aldım ve bir süre Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nde çalıştı, fakat sonra ayrıldı.
Evet KanalTürk’te üç gazeteci ile ben, bir akademisyen olarak ben, ve Türk ulusalcılığını temsil eden Türk milliyetçiliğini temsil eden Ümit Zileli, Ak Parti’ye muhafazakar kanada yakın olarak da Taha Akyol’un oğlu Mustafa Akyol ve bir de yorumcu bir kişi katıldık. Evet, çok da doğru bir şey yaptım. Orada Ergenekon’un olmadığını, bunun bir operasyon olduğunu, Balyoz’un bir operasyon olduğunu anlattım. Bu eeferandum süreciyle ilgili olarak “Yetmez Ama Evet”e karşı Hayır pozisyonunu gayet net savundum, çok da doğru yaptım. Bugün de olsa aynı şeyi yaparım.
Gelelim Emre Uslu’ya. Ben Emre Uslu ile Twitter üzerinden yazışmadım, Emre Uslu bana bir destek vermedi. Emre Uslu benim cumhurbaşkanı adayı veya başbakan adayı olmamın çok iyi olacağını söylemedi. Bunu söylediği arkadaşlarımız da var. Ben bunları söylemiyorum, ayıp çünkü. Ama bunu bana söyleyen arkadaşlar Emre Uslu’nun makalesini neden yayınladın diyorlar. Çünkü Emre Uslu’nun makalesini PKK ile müzakereler sürecinde Türkiye’deki değişik gruplar ne düşünüyorlar konusunda bir düşünce kuruluşundan makale olarak aldım ve yayınladım.
Peki, teşekkür ediyorum. Buradan yine kırmızı bir soruyla devam edeceğim. Sayın Özdağ şimdi siz ASAM’dan bahsettiniz, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’ni vurguladınız. Ama ben de bir kez daha hatırlatayım, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kuruyorsunuz. Buradaki ana hedefiniz de bu Ermeni yalanlarına, sözde Ermeni Soykırımı iddialarına karşı bir argüman üretip, uluslararası arenada bunu mercek altına aldırabilmek. Fakat bu konuda Semih Yalçın’ın yine başka bir iddiası var bunu da burada netleştirmenizi rica edeceğim ASAM ile ilgili der ki; “Ümit Özdağ vaktiyle başkanı olduğu Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi bütçesiyle gerçekleştirdiği İsrail gezileri sırasında Mescid-i Aksa’yı mı yoksa MOSSAD’ı mı ziyaret etmiştir?” diye. Şimdi sizin akademisyen kimliğinizi biliyoruz, birçok araştırmanız oldu. Orta Doğu konusunda birçok ziyaretiniz oldu. Hazır bu sorulmuşken biz de İsrail ziyaretinizin amacını soralım.
Ümit Özdağ’ın İsrail ile bağlantısı var mı?
Şimdi bakın ben bir stratejik araştırma kuruluşunun başkanı olarak Rus istihbaratıyla da, Rus Genelkurmayı’yla da, Rus akademik çevreleri ile de, İran’la da, İran askeri istihbaratıyla da, Çinlilerle de, Amerikalılarla da, İsraillilerle de, Mısırlılarla da, hepsiyle görüştüm. Bunu görüştüğünüz zaman askerin asker olduğunu anlarsınız da istihbaratçının istihbaratçı olduğunu her zaman bilmezsiniz, tahmin edersiniz bazen ve evet İsrail’e gittiğimiz zaman, hiçbirine tek başıma gitmedim, hep kadro olarak gittik. Belirli bir düşünce kuruluşu görüşmesi çevresinde yani… Giderken yanımda Türkiye’nin eski hava kuvvetleri komutanı, kuvvet komutanları vardı, eski helikopter filoları komutanı vardı. Eski MGK genel sekreteri vardı. Yani tek başıma gidip turistik tatil yapmadım. Mescid-i Aksa’ya gittim, dua da ettim. Ama MOSSAD’a gidip MOSSAD ile görüşmedim. MOSSAD’cılarla görüşmüş olabilir miyim? Tabi görüşmüş olabilirim, toplantılara geliyorlar ve mesela askeri istihbaratın, İsrail askeri istihbaratının şefi tuğgeneral geldi bir brifing verdi. Brifingi dinledik, ama yanımda da Türk Dışişleri Bakanlığının temsilcisi oturuyordu. Özetle Ümit Özdağ’ın yaptığı her şeyden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bilgisi vardır.
Size şöyle bir şey anlatayım, İstanbul’da bundan bir süre önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup Suriye istihbaratına çalışan bir kişiyle tesadüfen karşılaştık. Daha önceden tanımıyorum. Çünkü Suriye’ye resmi bir ziyaret için gitmiştim, beni Suriye istihbaratı adına dolaştırdılar orada. Beni ve yanımdaki kişiyi, yanımdaki kişi de bir emekli orgeneraldi. Fakat İstanbul’da bir otelde karşıma çıkıp “nasılsınız iyi misiniz Ümit bey?” diye benimle sohbet edince ilk önce hatırlamadım, sonradan hatırladım. Sonra gitti karşı taraftaki masaya oturdu. Bakın bu görüşmeden 1 dakika sonra değil 30 saniye sonra Milli İstihbarat Teşkilatı’na bilgi verildi, böyle bir görüşme oldu diye. Ben her yaptığım şeyi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bilgi olarak bu tür alanlarda verdim, bundan sonra da olursa veririm.
Peki efendim, ben buradan kırmızı bir soruyla devam etmek istiyorum. Bir akademisyen olarak, bir siyasetçi olarak, bir meselesi olan biri olarak yaptığınız birtakım hareketler mercek altına alındığında sizinle ilgili iddialar da gündeme geliyor yine. Ben Cevheri Güven’in iddialarından devam edeceğim. Bir MİT belgesi sunuyor ve burada PKK temsilcileri ile görüştüğünüzü iddia ediyor. 1997-2002 yıllarına tekabül eden bir görüşme. Siz bu sırada aslında akademisyen kimliğiniz daha çok ön planda ve orada da argümanı, bir PKK gibi devlet meselesinde neden bir akademisyenin görevlendirileceği yani. Bir MİT görevlisinin ya da bakanlık görevlisinin değil de neden akademisyen kimliği ile ön plana çıkmış birinin bu konuda sorumluluk alabileceğini sorgulamış. Hatta PKK’nın yöneticisi Murat Karayılan’ın sizi Kandil’e davet ettiği iddiasında bulunmuş sizi bulmuşken soralım.
Ümit Özdağ derin devletin adamı mı?
“Bunu ilk kez açıklıyorum”
Bir; derin devlet olsaydı çok mutlu olurdum, ne yazık ki yok. İki, Cevheri Güven bir FETÖ casusudur. 2011’de Pensilvanya’da bana yönelik bir operasyon yapılması emrini Fetullah Gülen vermiştir. Fetullah Gülen’in bu verdiği emir, emrin içinde olduğu doküman bende var. Bunu ilk kez açıklıyorum. Bu dokümanda Fetullah Gülen’in bana karşı ne yapılması, hangi gereçlerin kullanılması gerektiğini ifade ediyor. Başkaları ile ilgili başka şeyler söylüyor, ve bana karşı Fetullah Gülen’in operasyonda kullanılmasını istediği şey, Cevheri Güven’in iddia ettiği MİT belgesi. Yani bu bir FETÖ operasyonu. Evet, ben Amerika Birleşik Devletleri’ne, 2011 senesinde açıkladım, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın benden isteği üzerine ve görevlendirmesi üzerine gittim, katıldım. Refakatçim orada bir Milli İstihbarat Teşkilatı mensubuydu, toplantıya giderken. Döndüm, Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Araştırma Genel Müdürlüğüne gereken bilgiyi yazılı olarak verdim. ASAM Başkanı iken de önce benle Mehmet Mehmetoğlu diye bir iş adamı görüşmek istedi ve bu Amerika Birleşik Devletlerinin Irak operasyonu öncesindeydi. Kendisini tanımıyorum, geldi, dedi işte “Irak’ta böyle böyle şeyler oluyor. PKK şunları yapıyor, bunları yapıyor…” Ben dinledim, notlarımı aldım. Tamam sen anlatacağını anlattın dedim ve gittim bunu Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşar Yardımcısına çok net bir şekilde ifade ettim, o da bana gerekli cevabı anlattı. Böyle böyle Ümit Bey dedi Daha sonra aynı kişi bir başka kişi için aracı oldu yine.
ASAM Başkanı olarak ASAM’da kendi odamda yaptım görüşmeyi, tabii gelenin kim olduğunu bilmiyoruz, bir isim biliyorsunuz sadece, o gelen kişinin PKK’yla bağlantısı daha üst seviyedeydi. İlk gelenin bir PKK bağlantısı var ama iltisakı yok yani PKK’lı değil. Ama bu ikinci gelen PKK’lıydı. O da belirli bir şeyi gündeme getirdi, ben de gittim bunu MGK Genel Sekreteri ve MGK Genel Sekreter Yardımcısına, İlker Başbuğ’a anlattım. İlker Başbuğ hayatta, bu toplantıyı hatırlar. Onların vermiş olduğu cevabı da içimde tuttum.
Ben, tekrar ediyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin benden talep ettiği değişik kuruluşların, meşru devlet anlayışı içerisinde, Türkiye’nin ve Türk devletinin menfaatleri için yapmam gereken her şeyi bugüne kadar yaptım, bundan sonra da yaparım.
Peki, şimdi burada çok önemli bir açıklamada bulundunuz. Dediniz ki “bunun bir FETÖ operasyonu olduğuna dair belge elimde var bunu da ilk kez burada açıklıyorum” diye. Hazır sizi bulmuşken, çünkü bunlar tarihe not düşülen arşiv niteliğinde söyleşiler, sizle ilgili bir iddiayı daha kırmızı soru olarak burada masaya taşımak istiyorum. Bu konudaki cevabınızı da merak ediyorum aslında. Sizin HDP/PKK terör örgütü konusundaki tutumunuz çok net. Açılım sürecinde de bu tavrınızı çok net ortaya koymuştunuz. Açılım sürecine karşı çıkan isimlerden biriydiniz. HDP’nin varlığına her zaman sert bir şekilde karşı çıktığınız gibi işte bu Star gazetesinde bahsi geçen 27 Mayıs 2011 tarihli belgeden haberden bahsetmek istiyorum. ‘PKK ile masaya oturan MHP’li’’ şeklinde lanse edildiniz. Bunun bir operasyon olduğunu bir önceki cevabınızda söylüyorsunuz. Burada hem ABD ile hem yurtiçinde hem yurtdışında görüştüğünüz iddia edildi. (Ümit Özdağ, “ABD’de” diyerek düzeltiyor) Burada da şöyle bir argümanı var Cevheri Güven’in. Diyor ki “ böyle bir MİT tutanağı var. Önce yapsaydı bunu, kabul etmedi. Ama sonra Amerika’da ki toplantıya Dışişleri Bakanlığı’nın görevlendirmesiyle katıldığını söyledi” sanki burada ikiyüzlü bir tutum izlediğiniz iddia ediliyor. Şimdi bu yanıt değişikliğinin altını çizdi dolayısıyla size yanıtınızı soralım.
Ümit Özdağ terör örgütü PKK konusundaki görüşlerinde çelişkili mi?
Sizce? Yıllardan beri ben Türkiye’de siyaset ve bilimsel araştırma yapıyorum. Hiçbir zaman hiçbir çelişkim olmadı. Bir casus ve psikolojik operasyon elemanın iddialarını ciddiye almanızı da yadırgıyorum doğrusu. Bu kişi Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından 22,5 seneye mahkûm olmuş. Türkiye dışında olan; Türk ordusuna karşı, Türk milletine karşı, Türk devletine, Türk istihbaratına karşı bir komplonun içerisinde olan bir ajandır. Bu ajanın Ümit Özdağ ile ilgili söylediği hiçbir şey doğru değildir, yalan söylüyor. Kanıtı ortadadır. Dönemin Yeniçağ Gazetesi’nde ben bunu gayet net olarak açıkladım. Bu iddia ortaya çıktığı gün dört televizyon kanalında çıktım, dört televizyon kanalında da gerçekleri açıkladım.
“FETÖ en büyük psikolojik harekâtını, en yoğun psikolojik harekâtını Ümit Özdağ’a karşı yapıyor”
Dönemin Yeniçağ Gazetesi’ne de girer bakarsanız, size programdan sonra da belgesini yollarım, benim açıklamalarım arasında hiçbir çelişki yoktur. Ama bu psikolojik harp elemanları FETÖ’den aldıkları emri yerine getirip Buğra Kavuncu’yu savunmak adına 15 Temmuz 2016’dan bu yana FETÖ’nün yapmış olduğu en büyük psikolojik harekâtı yapıyorlar. Bakın 15 Temmuz 2016’dan bu yana FETÖ en büyük psikolojik harekâtını, en yoğun psikolojik harekâtını Ümit Özdağ’a karşı yapıyor.
Neden sizce? Ne oldu da FETÖ, Ümit Özdağ ile bu şekilde mücadele etme ihtiyacı hissediyor? Neden bir o, bir diğeri ve bir diğer psikolojik harp unsuru daha önce Balyoz’da, daha önce Ergenekon’da da Türk Silahlı Kuvvetlerine komplo kuran ajanlar, Genelkurmay Başkanı’nın içeriye atılmasına neden olan, Kâşif Kozinoğlu’nun şehit olmasına neden olan, Cem Amiral’i, Ali Türkşen’i içeride zindanlara atanlar, ne oldu da Ümit Özdağ’a karşı iş birliği yaptılar ve ellerindeki bütün imkânları Ümit Özdağ ile mücadele etmek için kullanıyorlar? Çok açık, çünkü Ümit Özdağ can alıcı bir FETÖ’cü projeyi deşifre etti. Çok canları yandı, çok canları yandı. Onun için çok normal; yalan söyleyecekler, komplo kuracaklar, alçakça iftira atacaklar, yapmadıkları şey mi? Bunu Türkiye’de yüzlerce insana yapmadılar mı? İnsanları ölüme sürüklemediler mi? Kasa dedikleri, Ergenekon’un kasası dedikleri insan hastanede açlık içerisinde öldü. Cenazesini kaldıracak para bulunamadı ve bu adamlar şimdi Ümit Özdağ’a iftira atıyorlar. Onun için bunun ciddiye alınacak hiçbir yanı yok. Ama esas utanç kaynağı, bazı Türk milliyetçisi arkadaşların bu FETÖ’cü psikolojik harp elemanlarının çekmiş oldukları videoları Ümit Özdağ’a karşı kullanmaları.
“Eleştirecekseniz, adam gibi, kendi bacaklarınızın üzerinde ayakta durun da eleştirin”
Ayıptır! Allah’tan korkun! Bakın Allah’tan korkun. Eğer eleştirecekseniz FETÖ’cü argümanlar ile Ümit Özdağ’ı eleştirmeyin. Eleştirecekseniz, adam gibi, kendi bacaklarınızın üzerinde ayakta durun da eleştirin. Ümit Özdağ’ın Türkiye Cumhuriyeti için Türkiye devleti için yapmış olduğu mücadelenin yüzde kaçını verdiniz beni eleştirenler?
Çok teşekkür ediyoruz yanıtınız için şimdi ben burada yine kırmızı bir soruyla, HDP özelinde sorumu yapılandırmak istiyorum. Şimdi 2017 Cumhurbaşkanlığı sistemi referandumu öncesi CHP, İYİ Parti, HDP ve Saadet Partisi aslında hayır cephesi altında bir birleşme sergilemişlerdi…
Birleşme yok, hayır.
İsterseniz sorumu yapılandırayım, tamam resmi bir birleşme değildi, ama hayır çatısının altına herhalde HDP’yi de koyabiliriz. Bu konuda hemfikirizdir diye düşünüyorum. Şimdi, 2018 genel seçimlerine baktığımızda millet ittifakı, işte HDP’nin bu ittifaka dışarıdan dolaylı desteği diye yine altını çizelim, 2019 yerel seçimlerinde benzer bir model İstanbul ve Ankara’dan HDP’nin aday göstermemesi diye bir parantez açalım. Aslında Sayın Akşener’in de, burada konuğumuz da oldu, her şey çok açık. HDP’yi bizim nereye konumlandırdığını sorduğumuzda da kendisi çok net yanıt verdi: “PKK’nın yanına” dedi ve noktayı koydu. Fakat enteresan bir şekilde işte bazı iddialar, bir bileşen oluşturuyor mu sorusu da gündeme getiriliyor. Onları da netleştirelim. Sizin mesela bir iddianız var. Diyorsunuz ki Kars’ta ben aday göstermemesi konusunda, eğer gösterirse HDP’nin kazanacağını, göstermezse MHP’nin kazanacağını, MHP adayının kazanacağını söylemiştiniz. Dediğiniz gibi de oldu. Hatırlayalım Ayhan Bilgen yaklaşık 1000 oyluk bir fark ile HDP’den seçildi…
“Evet doğru, biz şey yapsaydık 300’e düşecekti, doğru”.
HDP kazandı. Dolayısıyla şimdi İYİ Parti, aslında HDP’yi konumlandırdığı yeri çok net derken, tanımlarken bir taraftan da sanki sandıkta dolaylı desteğine hayır demiyor gibi bir izlenim doğdu. Şimdi 2015 yılında, Sayın Bahadır Erdem’in bu konuda bir cümlesi var, der ki; “Sakın ola ki Leyla Zana’ya bir kez daha dokunulmasın. Kürt halkı için ömrünü adamıştır. Türkiye’ye barış gelecekse Leyla Zana olmadan olmaz” yazmıştı 2015 yılında. Şimdi Türk milliyetçisi tanımı ve İYİ Parti’nin tutumu, İYİ Parti’nin söylemleri bileşenler ve ayrışanlar… Bu konuda sizin fikrinizi rica ediyorum. İddia edildiği gibi İYİ Parti ile HDP arasında acaba görünmeyen bir bağlantı var mı? Soru gelsin.
En nihayetinde İYİ Parti artık milliyetçi bir parti değil mi?
Şimdi bakın, İYİ Parti son kongreden sonra, Türk milliyetçiliği ile ilişkisini kesmiştir. Bahadır Erdem’i divana alan, ama başka unsurlar da var ve bu zihniyeti yeni anayasa yapım sürecine taşıyacağını ifade eden bir parti Türk milliyetçisi olmaz. Tabii bazı arkadaşlar şunu söylüyorlar: “Ya hocam, siz ayrıldınız ama biz de Türk milliyetçisiyiz. İYİ Parti’de durmaya devam ediyoruz.” Doğru, peki bu arkadaşlara soruyorum.
“Siz nasıl Türk milliyetçisisiniz kardeşim?”
Siz Türk milliyetçisisiniz de arkadaşlar, bakın ben bu Denge Denetleme Ağı’nın önde gelen isimlerinden bir tanesi Genel Başkan’a başdanışman olarak atandı. Ben itiraz ettim. Siz itiraz etmediniz. Yine Denge Denetleme Ağı’nda üst düzey yöneticilerinden bir tanesi “Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda Çerkezlere soykırım yapmıştır, Türkler soykırım yapmıştır” diyen bir genel başkan yardımcısına ben itiraz ettim, siz itiraz etmediniz. Ben İdris Naim Şahin bu partiye getirilirken, hem de Büyükşehir belediye başkanı yapılmak istenirken, ben itiraz ettim, siz itiraz etmediniz.
Şimdi ben Bahadır Erdem’e itiraz ediyorum, siz itiraz etmiyorsunuz. Siz nasıl Türk milliyetçisisiniz kardeşim? Güzel, Türk milliyetçisisiniz de nasıl Türk milliyetçisisiniz? Türk milliyetçiliğini nerede savunuyorsunuz siz? Yani önce kendi koltuklarınız, sonra mı Türk milliyetçiliği? Evet, biliyorum tabii, bu arkadaşların bazıları Türk milliyetçisi. Ama nasıl Türk milliyetçisi? Onu anlatsınlar. Nerede Türk milliyetçiliği ile ilgili itiraz ve tezleri? Şimdi Bahadır Erdem ile nasıl yan yana, aynı masalarda oturacaklar? Bazıları Genel Merkez’den Bozkurt işareti yaparak Instagram’da Türk milliyetçileri burada diyorlar, Bahadır Erdem’in odasının önünde. Bahadır Erdem de dışarı çıktığında önlerini ilikleyecekler, Sayın Genel Başkan Yardımcım diye.
Şimdi benim ihraç edilmemin altına imza koyan arkadaşlara soruyorum, İl Başkanı arkadaşlara soruyorum, memnun musunuz? Ümit Özdağ’ın ihracı için imza verdiniz, ama Bahadır Erdem’in genel başkan yardımcılığına da imza attınız destek verdiniz, oy verdiniz. Şimdi o tweetleri gördüğünüz zaman içiniz rahat mı? Çocuklarınız, eşiniz gözlerinizin içine bakıp sorduğu zaman, içiniz rahatlıkla cevap verebiliyor musunuz? Ümit Özdağ’ın Türk milliyetçisi olduğundan eminsiniz, Bahadır Erdem’in Türk milliyetçisi olduğundan emin misiniz?
Ümit Özdağ’ı anayasa yapmak için yollayabilirsiniz, çünkü biliyorsunuz ki Ümit Özdağ’ın yapacağı anayasa Ziya Gökalp çizgisinde olur, Atatürk çizgisinde olur, Türkeş çizgisinde olur. Siz Bahadır Erdem’i yolladığınız zaman, o Anayasanın Öcalan çizgisinde bir Anayasa olacağını bilmiyor musunuz? Bilmiyorsanız, o da sizin sorununuz.
Peki efendim. Şimdi buradan sizin hakkınızda çıkan bir başka haber ile devam etmek istiyorum biraz önce CHP İstanbul Büyükşehir belediye başkanı İmamoğlu derken İmamoğlu’nu desteklediğinizi söylediniz yanlış hatırlamıyorsam.
Evet evet iki seçimde de sahada çalıştım
Fakat 2018 yılında sizinle ilgili çıkan bir haber var. O dönem yerel seçimlere hazırlık söz konusu. CHP’nin İYİ Parti ile ittifak yapıp yapmayacağı konuşuluyor. İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı unvanı ile sizin medyada yaptığınız bir açıklama şöyle “çok açık bir şekilde söylüyorum CHP ile bir ittifak olacağını düşünmüyorum. Kişisel olarak da böyle bir ittifakın olmaması gerektiğini düşünüyorum” demişsiniz. Şimdi biraz önce söylediğiniz ile bu, bana biraz ayrışıyor gibi geldi. Belki bunu açmak isterseniz ve bu ittifak sonunda da Ankara ve İstanbul belediyeleri; İmamoğlu ve Sn. Yavaş’ın zaferi ile sonuçlandı. Bu sonuçlardan dolayı acaba CHP ile ittifak konusunda görüşünüz değişti mi, yoksa hala hâlihazırda ittifakı nasıl görüyorsunuz? Sakıncalı görüyor musunuz? O dönem acaba bu ittifaka karşı duruşunuz, öngörü adına imajınızı zedeledi mi? Soru gelsin.
Ümit Özdağ CHP’den neden rahatsız oldu?
Bakın ben sorunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nden rahatsız değilim Cumhuriyet Halk Partisi seçmeninde de Atatürkçü vatansever seçmende de ciddi bir sevgi ile karşı karşıya, destekle karşı karşıya olduğumu biliyorum ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne de saygı duyuyorum. Ama ben Türk milliyetçiliği, kurumsal olarak savunduğum, Türk milliyetçiliğinin, İYİ Parti’de bir iktidar hareketi olarak organize olması gerektiğini, bunun için yola çıktığımızı düşünerek Sayın Akşener’e seçimlerden epey bir önce, yedi ay kadar önce bir rapor götürdüm. Dedim ki biz 2023 seçimlerine tek başımıza iktidar amacıyla hazırlanmalıyız ve sürekli propagandayla 2023’e kadar Suriyeli sığınmacılar ve ekonomi üzerinden bir propaganda çalışması organize etmeliyiz.
“Teşkilatlarımız tek başına seçime girmeyi öğrenmeli”
Teşkilatlarımız tek başına seçime girmeyi öğrenmeli. Bu parti teşkilatları henüz tek başına bir seçim deneyimi geçirmediler. Genel seçimde Cumhuriyet Halk Partisi ile birlikteydik. Partileşme ancak, parti kimliğinin oluşması, bu şekilde olur. Tek başımıza girebiliriz, ama bu görüşümü kabul ettiremediğim zaman parti karar aldı: İttifak yapıyoruz. Ben de parti disiplinine uyarak sahaya çıktım, çalıştım. Görüşünüzü açıklarsınız, ama parti bir karar alır. O partinin aldığı karara da uyduk. Partinin alacağı bazı kararlara uymayabilir miyim? Evet, uyumayabilirim. Mesela parti bir karar alır, der ki, işte şurada şöyle birisini destekliyorum. Mesela bunu Ordu’da gösterdim. Ordu’da bu adamı aday gösterirseniz istifa ederim dedim. Açıklarım gerekçesini. Ama öbüründe bir FETÖcü…
CHP ile iş birliği söz konusu olduğunda karşı olduğumu ifade ettim. Ama parti kararınca da gittim, sahada çalıştım. Başarı için çalıştım. Ben kendi üzerime düşeni yaptım. O görüşü açıklamakla sahada çalışmak arasında fark var. Sabote mi etmeliydim? Hayır, parti disiplinine uymaz. Ben İYİ Parti’yi seviyorum.
Teşekkür ederim. Şimdi gündemde yankı yaratan açıklamalarınızdan birisi de Ak Parti ile İYİ Parti’nin ortak anayasa çalışması konusuydu. Ak Parti ile İYİ Parti arasında altı aydır böyle bir gizli anayasa görüşmeleri yapıldığını iddia ettiniz. İYİ Parti lideri Meral Akşener, “hiçbir partiyle böyle bir anayasa çalışması yapmadık” dedi. Ak Parti Grup Başkanvekili Sayın Cahit Özkan’dan bir yanıt geldi. Söylemleri ilginç, şöyle diyor; “Bütün siyaseti yalan dolan ve operasyon olan gelenek, düne kadar yaptıkları o gizli ittifakların arkasından bir genel başkanlık, bir genel başkan yardımcılığı bir kongre mücadelesinin neticesinde istediklerini alamayınca o gizli ittifaklarını deşifre etmek suretiyle yeni bir siyaset zemine arayışı içerisinde. İlgili şahsın tek bir gayesi var, bir makam mevki ve ikbal kaygısı, gelecek planıdır. Yaptığı planları bir operasyon olarak görüyoruz” demiş Cahit Özkan sizin için. Biz de kendisinin sözlerinden çıkardığımız şekilde onun iddiasıyla sormak istiyoruz soru gelsin.
İddia edildiği gibi Ümit Özdağ koltuk peşinde mi?
Şimdi bakın ben Gazi Üniversitesi’nde öğretim üyesiydim ve bir aday 1200 oy aldı, diğer aday da 200 oy aldı. Ahmet Necdet Sezer 200 veya 250 oy alan adayı (rektör) atadı. Ben bunu kendime hakaret olarak gördüm. Demokrasiye hakaret olarak gördüm. 1200 oy alan adayla da benzer bir siyasi çizgideyim; ama özel bir iletişimim yoktu. Ona haber bile vermeden öğretim üyeliğinden Ahmet Necdet Sezer’i protesto ederek istifa ettim. Protesto ettiğim sırada da öğretim üyeliği gelirinden başka bir gelirim de yoktu. Ve dedim ki Ahmet Necdet Sezer Türkiye’de Cumhurbaşkanı olduğu sürece üniversitede ders vermeyeceğim. Ahmet Necdet Sezer ayrıldı Cumhurbaşkanlığı’ndan, süresi bitti ve ben de üniversiteye geri döndüm. Sonra Milliyetçi Hareket Partisi’nde Genel Başkan Yardımcısı oldum.
” Benim duruşum, ideolojik duruş olmuştur hep”
Milletvekili iken istifa ettim, Genel Başkan Yardımcısı olarak. Meral Akşener’in bir ifadesi vardır: “2015 Kasım seçimlerinde milletvekili olsaydım Genel Başkanlığa aday olmazdım” diye, yazılı. Benim duruşum, ideolojik duruş olmuştur hep. Makam ile ilgili olmadı. Yine İYİ Parti Genel Başkan Yardımcılığından kendi isteğimle, tüzük çiğnendiği için istifa ettim. Kongre öncesinde Meral Akşener bana Eğitimden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığını önerdi, kabul etmedim. Şimdi ben mi makam düşkünü oluyorum, yoksa Ergenekon Davası komplosu Balyoz davası komplosu sırasında arkasında FETÖ’cü avukatlar ile Silivri’de gösteri yapıp o komploya destek veren Cahit Özkan adlı zat mı oluyor?
“Cahit Özkan FETÖMETRE’den geçemez”
Altını çizerek söylüyorum, Cahit Özkan FETÖMETRE’den geçemez. AKP’nin Grup Başkanvekili. İstediği platformda kendisiyle tartışmaya hazırım. Böyle ucuz ve basit iddiaları, hem de kaba ve terbiyesiz bir dille dile getiriyor. Muhatabım bile değil. Biz onu Silivri’nin önünden hatırlıyoruz, yanındaki FETÖ’cülerin çoğu şimdi yurtdışında kaçak.
Peki efendim, çok teşekkür ediyoruz. İddialar ortaya konulunca karşı iddialar da geliyor. Netleşmesi adına ben bunlarla devam ediyorum. İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu bir televizyon programında size yanıt verirken şöyle diyor: FETÖcü olduğumu iddia eden bir tek kişi var, o da Ümit Özdağ.
Bunu şu sebeple söylüyor, yani yaptığınız açıklamalarda sizi destekler yönde bir söylem göremedikleri konusunda bu yankılar henüz geçmeden siz başka bir iddia ortaya attınız. İşte İYİ Parti’nin; CHP, Saadet Partisi, HDP ile birlikte aralarında bir anayasa taslağı hazırladığını söylediniz. Bu iddialarınıza zaten çeşitli çevrelerden yanıt geldi. Onlar da sizi doğrulamayan yanıtlardı. Örneğin sizin kaynak gösterdiğiniz Sayın İbrahim Kaboğlu, Kasım ayında Sözcü’den İsmail Saymaz’a bir röportaj verdi. Orada diyor ki dört partinin katıldığı, benim de başkanlığını yaptığım toplantıda aslında biz parlamenter sisteme dönüş için bir etüt yaptık. Ama bu da, bir anayasa çalışması olarak görülemez bu çalışma diyor. İYİ Parti Isparta Milletvekili Nuri Okutan’ın katıldığı toplantılarda anayasa çalışması yapılmadığına dair söylemleri var. Sözcü gazetesinde bu konu için şöyle demiş “Sağlıklı bir insan bunu yapmaz, sanırım siyaseti trollüyor” diye bir ibaresi olmuş. Ardından İYİ Parti ile AK Parti arasında bir anayasa çalışması olduğunu söylediniz. Buna açıklama AK Parti Sözcüsü Sayın Ömer Çelik’ten geldi. O da sert bir dille sizi yalanladı. Şimdi dolayısıyla bu iddialarınız ve sizi destekleyen hemen hemen kimsenin çıkmaması, eldeki bu verilere dayanarak biz de Nuri Okutan’ın deyimiyle sorumuzu yapılandırdık.
Ümit Özdağ siyaseti trollüyor mu?
Şimdi bakın bu araştırmayı yapan arkadaş, ekibiniz İbrahim Kaboğlu’nun açıklamasını yanlış okumuş. İbrahim Kaboğlu beni yalanlamıyor. Sadece bu toplantıların olduğunu söylüyor ve bu 30 sayfalık belgeyi de bana kendisi verdi. Ben buna taslak diyorum, aynı belgeye, o işte bir fikir çerçevesi diyor. Aramızdaki tek fark bu. Ümit Bey’in bundan uzun zamandan beri haberi vardı diyor. Ama sadece Sözcü Gazetesi’ndeki açıklamasıyla sınırlı kalmayın. Habertürk’e bağlanıyor. Eren Eğilmez’e yazılı not yolluyor, Eren Eğilmez okuyor. CNN Türk’e katılıyor. CNN Türk’te kendisi söylüyor bunu. Yetmiyor kendi özel açıklaması var, kendi çektiği videosu, açıklaması var. O da internette, bakın ben bir şey iddia etmiyorum. Kemal Kılıçdaroğlu açıklıyor, dört parti biz bir anayasa hazırladık diye. Bu, Sözcü gazetesinde ayrı çıkıyor, Cumhuriyet gazetesinde ayrı demeç veriyor. Tele1 televizyonuna çıkıyor, ayrı demeç veriyor.
İbrahim Kaboğlu, yine dediğim gibi değişik yerlerde bunları açıklıyor. Şimdi ben bir taslak açıklamıyorum, ben hesabını soruyorum neden yaptınız diye! Açıklayanlar; Kılıçdaroğlu ile Kaboğlu zaten, hem de yeni açıklamamışlar. Açıklanalı çok olmuş, değişik tarihlerde, ben bunu 28 Temmuz 2019’da OdaTV ve BirGün gazetesinde çıkan haberler üzerine öğreniyorum. İYİ Parti Genel Merkezini arıyorum. Sayın Aytun Çıray ile görüşüyorum. Sayın Aytun Çıray görüşüyor, bana dönüyor. Evet, bizim parti adına katılan diyor, Ahmet Erozan’mış. Ahmet Erozan bana söyledi diyor. Sonra İbrahim Kaboğlu ile konuşuyorum. İbrahim Kaboğlu da bana çalışmayı veriyor. Sizden de Erozan katıldı, bu belgeyi de çalışmaların sonunda verdi diyor. Özetle ben hesap soruyorum, iddia etmiyorum.
Peki efendim. Şimdi siz akademisyenlik yıllarınızdan bu yana Orta Doğu hakkında çok ciddi araştırmalar yaptınız, kitaplar yazdınız. Birkaç kitap isminizi de seyirci nezdinde de hatırlatmak istiyorum “Türkiye Kuzey Irak ve PKK, Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi”, 1999 yılında “PKK Neden Bitmedi Ve Nasıl Biter”, “Kürtçülük Sorunun Analizi ve Çözüm Politikaları’’ gibi… Şimdi Güneydoğu Sorunu, sonra terör örgütü PKK ve devletin bu konudaki politikalarına dair çok kapsamlı araştırmalarınız olduğu için…
Türkiye, PKK terör örgütü ile mücadelede sona geldi mi?
Hayır. Önümüzde uzun bir yol var. Türkiye içerisindeki mücadele şimdi teknolojik atılımlarla da iyi gidiyor. Ama PKK, Kuzey Irak ve Suriye’nin de kuzeyinde, özellikle de Suriye’nin kuzeyinde ciddi bir etkinlik yakalamış durumda. Emperyalizmin bölgede “Büyük Kürdistan” projesi ile eklemlenmiş durumda. Türkiye’nin önünde uzun bir mücadele var. Bu mücadeleyi sadece terörle mücadele politikası çerçevesinde konuşlandırmamız mümkün değil.
“Türkiye, Suriyeliler üzerinden bir iç çatışmaya sürüklenecek”
Dış politikamızın da Orta Doğu’da istikrara hizmet edecek şekilde ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü de destekleyici şekilde olması lazım. Ondan dolayı hayır ne yazık ki, PKK ile mücadelemiz daha önümüzdeki yıllarda yoğunlaşarak sürecek. Üstelik Suriyeliler meselesinde hata yapılıp, Suriyelilerin Türkiye’de kalmasına izin verilir ve vatandaşlık verilirse Türkiye, Suriyeliler üzerinden bir iç çatışmaya sürüklenecek ve Türkiye bu iç çatışmayı bastırmaya uğraşırken Türkiye’den bir Kürdistan kopartılmaya çalışılacak. Bugün Türkiye’ye karşı yapılan stratejik göç mühendisliğinin amacı budur.
Türkiye’de Türk-Kürt çatışması çıkartamadılar, Alevi-Sünni çatışması çıkartamadılar, laik-antilaik çatışması çıkartamadılar. Çünkü biz bir milletiz neticede ve bunların hepsini atlatıyoruz. Ama yurtdışından, Suriye’den 5 milyona yakın başka bir kültürde, başka bir milletten ve hâkim kültürden insanlar geldi. Nüfusları çok hızlı artıyor, demografik dengeler değişiyor. Bir demografi mühendisliği yapılıyor ve bir düşük yoğunluklu çatışma sosyolojisi oluşturuluyor Türkiye’nin güney sınırında. Buna bir an önce son verip o insanları vatanlarına geri döndürmeliyiz ki, PKK’nın Türkiye de yapmak istediği emperyalizm ile birlikte, bölünme sürecini durdurabilelim.
Peki şimdi, yine uzmanlık alanınız olan uluslararası siyasete dair bir soruyla devam etmek istiyorum. 90 yılında yayınlanan bir kitabınız “Değişen Dünya Dengeleri ve Basra Körfezi”. Şimdi o yıllardan bu yana, aslında siz o bölgeyi çok ciddi bir şekilde takip ediyorsunuz. Bu noktada Suriye ile ilgili açıklamalar yaptınız; ama biraz daha ayrıntılı değinirseniz sevinirim. Eski günlere dönmek mümkün olur mu, orada PKK terörü DAEŞ tehlikesi acaba geçti mi? Soru gelsin.
Türkiye’nin güneydoğu sınırında yakın gelecekte sizce neler olacak?
Şimdi yakın gelecekte Türk-Amerikan ilişkilerinin nasıl şekilleneceği Türk-İsrail ilişkilerinin nasıl şekilleneceği ve Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl sürdüreceğine bağlı. Eğer bugün olduğu gibi Beşar Esad’ı devirme politikasına devam edilirse, PKK ve PYD Suriye’de bir büyük bir atılım yapacak. Amerikalılar bize şunu söylemeye çalışıyorlar ve ikna etmeye çalışıyorlar: Bakın biz PKK’yı PYD’nin içinden uzaklaştıralım, PYD’liler aslında iyi çocuklar, siz nasıl KDP ile iş yapıyorsanız PYD ile de iş yapın. PKK da şimdi PYD’nin içerisinde ayrılmaya karşı çıkıyor. Ruslarla işbirliği içerisine giriyor ve Türkiye’de terörü tırmandırmaya çalışıyor. Bu Amerikan projesini durdurmak için. Tabii bugün PKK-PYD’nin içerisinden uzaklaşıyor gibi görünse de, o bölgede PYD’nin kontrolünde bir bölgenin oluşması demek, Irak’tan sonra Suriye ayağının da tamamlanmasıdır. Bunu da İran ve Türkiye izler. Bundan dolayı bizim Beşar Esat rejimi ile el sıkışıp, Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekleyecek ve Suriyelilerin vatanlarını dönmesini sağlayacak bir süreci derhal başlatmamız lazım.
“Bombalandıkları için gelmiyorlar, gelmeleri için bombalanıyorlar”
Çünkü bombalandıkları için gelmiyorlar, gelmeleri için bombalanıyorlar Suriyeliler. Bakın bu çok önemli bir husus. İstanbul’da 694.000 Suriyeli var. 1 milyona yaklaştı sayıları. Yardım yaptık, bir insani yardım yaptık, çok pahalıya mâl oldu. 80 milyar $ şu ana kadar Türkiye’ye çıkan bedel, bunun içerisinde Rus uçağını düşürdükten sonra uğradığımız kayıplar hiç yok. Eğer Suriyeliler kalırsa bu ülkenin bir stratejik bataklıkta boğulması ve bir iç savaş sürecinin içerisine sürüklenmesi kaçınılmaz olur. Ben bunun için bu tehlikeleri öngörerek söylüyorum. Bakın size bir şey söylemek istiyorum. Burada bir süre istiyorum. Siz Ergenekon operasyonunu toplum gibi 2007 senesinde öğrendiniz. Ben bir operasyonun geldiğini 2000 senesinin yaz aylarında anladım ve Genelkurmay Başkanlığı’na bildirdim. Nereden anladım? Türk-Amerikan ilişkilerinin gerilimleri sonucunda Amerikan Kara Kuvvetleri’nin bir dergisi vardı, Parameters. O dergide “yükselen hegemon” diye Türk ordusunu, Varşova paktı ordularından daha düşman gösteren bir makale çıktı. O makaleyi yazan Amerikan Kara Kuvvetleri ve CIA’de çalışmış Türk tarihi uzmanı bir akademisyen. O makaleyi okur okumaz dedim ki bir operasyon geliyor.
Hasan Köni’yi, profesör, davet ettim. Dedim ki” Hasan Hocam burada bir şeyler var, operasyon geliyor. Bunu anlamamız lazım. Lütfen Washington’a gidin, yanınıza da bir asistan alın.” Adam gitti, 15 gün Washington’da değişik görüşmeler yaptı, geldi. Bana bir rapor verdi, raporu da paylaştım. Ve 2001’de ilk Ergenekon çıktı. Ama operasyon için AKP’nin iktidara gelip iktidarını sağlamlaştırması gerekiyordu. 2007’de başladı yani. Ben bir şeyi önceden söylerim. Neden? Çünkü ben stratejik istihbarat konusunda akademik anlamda yıllardan beri çalışıyorum ve benim işim ne olacağını görmek, bununla ilgili senaryolar geliştirmek. Şimdi Suriyeliler konusunda da yapmış olduğum açıklamalar, Türkiye’nin milli güvenliği ile ilgili açıklamalar…
Peki efendim, şimdi buradan Azerbaycan-Ermenistan’a karşı 10 Kasım’da çok önemli bir zafer elde etti. Buna değinmek istiyorum. Dağlık Karabağ bölgesinde yıllardır süren Ermeni işgali ne mutlu ki sona erdi. Bu aynı zamanda iki kardeş ülkenin kara sınırının da yeniden açılması anlamına geliyor. Nahcivan ve Azerbaycan koridoru yeniden açıldı. Buradan diğer Türki cumhuriyetlere uzanmak mümkün olacak. Acaba siz Azerbaycan’ın Karabağ zaferini iki ülkenin güç dengeleri adına nasıl yorumluyorsunuz? Ki siz Avrasya üzerine yıllarca araştırmalar yaptınız. Soru gelsin.
Karabağ zaferi Türkiye için ne anlam ifade ediyor?
Rahmetli babam Türkiye-Azerbaycan Dostluk Derneği’nin Genel Başkanıydı. Onun vefatından sonra, yıllarca ben aynı derneğin Genel Başkanlığını yaptım. Azerbaycan‘dan birçok öğrencim oldu. Benim yanımda çalıştılar, okudular, üniversiteyi bitirdiler, master ve doktora yaptılar. Şimdi Azerbaycan’da üst düzey yetkili olarak çalışıyorlar. Üniversitelerde öğretim üyeliği yapıyorlar. Azerbaycan da onları iyi değerlendirdi. Bazılarını yurtdışında başka eğitimlere yolladı. Batıda ve güzel şeyler yapıyorlar. Doğrusu bu zafer Azerbaycan’ın devletleşme milletleşme sürecinde çok önemli bir anı temsil ediyor. Özgüvenin yükselmesini temsil ediyor ve Türk milliyetçiliğini bir Türk birliği idealiyle yaşayan benim gibi milyonlar için de ayrı bir önemi var. Yani bir devlet olmanın ötesinde, devletlerarası ilişki olmanın ötesinde, iki devlet bir millet olmanın ötesinde, bunu somuta, eylemlerle somuta doğru kendisinin ortaya koyduğu bir aşamayı görüyoruz. Burada bir anımı daha doğrusu, bir dostumun anısını anlatmak isterim sizlere. Sene 2001, Türk uçakları Bakü üzerinde bir gösteri yapıyorlar. Yüzbinlerce Azerbaycan Türk’ü de onları seyrediyor. Bir Türk Bakülü Hanım Teyze “Allah’ınıza kurban, Allah’ınıza kurban!” diyor. Milletvekili arkadaşım da teyze üzülme, sizin de olur inşallah diyor. Teyze hanım nefis bir cevap veriyor: “Oğlum bir millete iki ordu fazladır”. Yani sizin ordunuz, bizim ordumuz diyor ki bu, 2001 Bakü’dür. 2020 Bakü’de 101 sene sonra Türk ordusunun ilk defa Bakü sokaklarından yürüdüğünü gördük, çok güzel bir şey bu.
Peki, çok teşekkür ediyoruz. Şimdi efendim milliyetçi muhafazakâr kanatta siyaset o kadar çok bölündü ki, bugün hakikaten parti sayısı da çok arttı. Sanırım 105’in üzerinde parti sayısı. AK Parti bir yana MHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, BBP… Hep aslında aynı tabana hitap eden partiler. Bir taraftan birleşme olsun derken böyle bir bölünme söz konusu. Milliyetçilik özeli üzerinde, bu milliyetçilik felsefesinin, zihniyetinin, 2023’te oy kullanacak 6 milyon Z kuşağına hangi felsefe ile etki edip etmeyeceği mercek altına alınıyor. Çünkü Z kuşağı üzerinde yapılan araştırmalarda hiçbir şekilde siyasete güven duymuyorlar. Eğilimleri çok başka, milliyetçilik ekseninde değil. Dolayısıyla bu 6 milyon nüfustaki genç, milliyetçilik rüzgârından neden ve nasıl etkilensin? Soru gelsin.
2023 seçimleri için öngörünüz nedir?
Ben erken seçim olacağını düşünmüyorum ve 2023’e kadar sürenin devam edeceği, yani Erdoğan’ın seçimleri 2023’te yapmak isteyeceğine inanıyorum. O zamana kadar tabii, Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde birçok gelişme olacak. Erdoğan’ın 2023 seçimlerini kazanmak için bir planı olduğunu düşünüyorum. Bu planın da ne olduğunu tahmin ediyorum, ama bunu henüz kamuoyuyla paylaşmak için zamanın da erken olduğuna inanıyorum. Daha netleşmesi lazım ki kamuoyuyla ben kendi açımdan bir siyasi tahlil olarak paylaşayım.
” Türkiye’de otoriterleşme artıyor ve baskı artıyor”
Tabii Türkiye’de otoriterleşme artıyor ve baskı artıyor. Buna karşı genç kitlelerde de direniş artıyor, tepki artıyor. Sosyal medya üzerinde yasaklar, basın üzerinde yasaklar… Buna bir tepki de Türkiye’den dışarıya yetişmiş insanların göç etmesi şekli ile gerçekleşiyor. Yani eğitimli orta-üst gelir gruplarından insanlarımız, gençlerimiz Türkiye’yi terk ediyorlar. Türkiye’ye Suriye’den ve Avrasya’nın değişik yerlerinden de milyonlar gelirken, Türkiye’den de yüzbinler yurtdışına gidiyor. Bu korkunç bir şey. Bu ülkenin geleceğini karartmaktır, bilişim sektöründe çalışan gençlerimiz gidiyorlar. İyi eğitim almış gençlerimiz gidiyorlar. Türkiye’nin geleceğini bu şekilde inşa edemeyiz. Bizim kindar bir nesle değil; bizim, 21. yüzyılı inşa edecek, kendisi ile barışık, kendisine güven duyan bir nesle ihtiyacımız var. Bizim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün arzu ettiği Türk gençliğine ihtiyacımız var. Recep Tayyip Erdoğan’ın arzu ettiği gençliğe değil.
Peki efendim. Şimdi, sizin bir açıklamanız da bu İYİ Parti içindeki anlaşmazlıkların temel sebeplerinden biri olarak da, parti içinde milliciler ile uluslararasıcılar arasındaki bir çekişmeden, ayrışmadan söz ediyorsunuz. Ben bu kavramları biraz daha netleştirip belki isim de telaffuz etmenizi rica edeceğim. Soru gelsin.
İYİ Parti içindeki milliciler ve uluslararasıcılar kimdir?
Burada isim vermek istemiyorum. Herkes biliyor; ama milliciler derken Yusuf Halaçoğlu, Prof. Dr. Özcan Yeniçeri Hocayı, Fatih Eryılmaz emniyet müdürü FETÖ tarafından vurulan müdür, bütün bir polislik hayatında bu terör örgütü ile mücadele eden, Nevzat Bor gibi ülkücü hareketin önemli isimlerinden bir tanesi… Sadece tasfiye edilmiyorlar ya da pasifize ediliyorlar. İşte İstanbul’da Ali Dinçer Çolak’ı, Hakan Ayaz’ı, İsmail Türk’ü… Bunların hepsi. Uğur Tarhan’ı partide görevi devam etmesine rağmen pasifize edilmiş. O kadar çok arkadaşımız var ki ve bu arada mesela Türk siyasi tarihinde ilk kez bir ilçe başkanı, ilçe başkanlığından bu kongrede genel başkan yardımcılığına geldi. Türk siyasi tarihinde olmadı böyle bir şey. Bakın İlçe Başkanlığı da onurlu bir görev. Çok önemli bir görevdir. Ama Türk siyasi tarihinde bir ilçe başkanı hem de teşkilat başkanı, ilçe başkanları GİK üyesi olamaz diye tamim yayınlamışken, Koray Aydın’dan bahsediyorum, Koray Aydın’ın bu tamimini takmıyorlar. Bu ilçe başkanını 30. sıraya Akşener koyuyor ve o Buğra Kavuncu’nun listesinden çok ilginç bir özgeçmişe sahip olan bu arkadaş, genel başkan yardımcısı oluyor. Özgeçmişini incelemenizi öneririm.
Peki efendim, noktayı böyle koyuyorsunuz. Şimdi ben yine birazcık geçmişe döneceğim. Hem sizin hem babanızın bu milliyetçi duruşunuza istinaden Milliyetçi Hareket Partisi’ndeki liderlik vasfını göz önüne aldığımızda aslında enteresan bir şekilde bu 50 yıl içerisinde sadece iki lider ismine rastlıyoruz: Merhum Alparslan Türkeş ve Sayın Devlet Bahçeli. Bu da tabii aklımıza parti içi demokrasinin ne kadar olduğu, yeni liderlere yol açılıp açılmadığı sorusunu da gündeme getiriyor. Sizin yaşadığınız tecrübeye de bakacak olursak, 2006 yılında partiden ihracınızın söz konusu olması, tekrar mahkeme kararıyla 2010’da geri döndünüz (Ümit Özdağ: “hayır mahkeme kararıyla dönmedim, Sayın Bahçeli davet etti”). 2016 yılında Meral Akşener’in yaşadığı da benzer bir şey Koray Aydın’ın ve sizin oradan ayrılmanız konusunda, bir çok dönem kopmalar oldu. İYİ Parti de aslında üç yıllık bir siyasi parti; ama baktığımızda gördük ki bir kongrede Sayın Akşener yine tek adaydı dolayısıyla burada liderlik konusunda acaba başka insanlara şans verilip verilmediği noktasında bir soru gelsin.
Milliyetçi partiler kendi içlerinde sizce ne kadar demokratik?
İYİ Parti’de bir demokrasi mücadelesi vermiştik; ama bu mücadelenin başarısız olduğu ortaya ne yazık ki çıktı. Demokrat bir tüzük oluşmuştu; fakat her kongrede bu demokrat tüzük budandı ve anti-demokratik bir nitelik kazandı. Öyle ki herhalde Kuzey Kore Komünist Partisi’nde vardır böyle bir düzenleme. GİK dışından genel başkana genel başkan yardımcısı atama izni verildi. Üç kişi genel başkan isterse atayabilecek, bunu yapan kongrenin iradesinin ortadan kalkmasıdır. İl kongrelerinin üst kurul delegelerinin seçildiği il kongrelerinin iradesinin ortadan kalkması demektir. Daha sonra benim ihracımda görüldüğü gibi tüzük çiğnenerek tüzüğe aykırı bir siyasal linç ile partinin iki kurucusundan bir tanesinin milletvekili Ümit Özdağ bir siyasi iddiayı gündeme getirdiği için, şu gerekçeyle demokrasi hukuk ve insan haklarına aykırı davranmışım bunun için ihraç edildim.
“İYİ Partideki hukuk mücadelesi, demokrasi mücadelesi çok ağır bir darbe almıştır”
Ben önce Milliyetçi Hareket Partisi’nde de bir demokrasi mücadelesi verdim; ama orada sert olmasına rağmen Sayın Bahçeli’nin ne yapacağını biliyordunuz ve siyasal eleştirilerinizi yapıyordunuz hem de çok sert ideolojik eleştiriler yapıyordunuz bundan dolayı ihraç edilmiyordunuz. Bu bir başka aşamaya ulaşırsa ihraç mekanizması çalışıyordu. Ben burada Meral Akşener’in genel başkanlığına itiraz etmedim, genel başkanlığını tartışmadım ona karşı aday olmadım, bugün de aday değilim; ama ben bir siyaseti eleştirdim bir kişiyi eleştirdim bu kişinin iltisakı ortada kendisi de o derneğin başkan yardımcısı kurucusu değilim demiyor FETÖ’cü değilim diyor ispatı ne? Yok ispatı. Sözüne inanırsanız? Niye inanalım sözüne? Türk milliyetçiliği ile ilgili bir faaliyeti açıklaması var mı? Hayır aksine Türk milliyetçisi olmadığını gösteren açıklamaları var, “Türkiyelilerin 30 Ağustos’unu kutlamak’’ gibi. Özetle ne yazık ki İYİ Partideki hukuk mücadelesi, demokrasi mücadelesi çok ağır bir darbe almıştır… Çok ağır bir darbe almıştır!
Peki Sayın Özdağ buradan kırmızı bir soruyla daha devam edeceğim. 19 Kasım 2018 Yeniçağ gazetesinde yayınlanan bir yazınıza atıfta bulunacağım. Burada FETÖ’nün Telekomünikasyon İletişim Başkanlığında yapılanmasına ve örgütle mücadelesini konu alan bir yazınız var. Bu yazının içinde dikkat çeken bir isim var ki Basri Aktepe. Şimdi kendisi emniyet teşkilatı içerisinde kilit rol oynayan FETÖ üyelerinden biri, Basri Aktepe. Bu darbe girişiminin sonrasında da KHK ile ihraç edilip tutuklanmıştı 2018 yılının Kasım ayında tutuklu yargılandığı dönemde kendisi hakkında bir ifade veriliyor bu ifadenin sahibi de emniyet istihbarat daire başkanı Sayın Sabri Uzun, o da diyor ki ‘’Cemaatçi olsaydı Cumhurbaşkanı ‘’Tayyip Erdoğan’ın Çalışma ofisine konulan böcekleri bulamazdı’’ bu ifade sonrasında da kendisini tahliyesi gerçekleşiyor ardından sizin tekrar on gün sonra Yeniçağ gazetesinde kaleme aldığınız bir yazı var bu yazıdan sonra tekrar tutuklanıyor ve yargılama sonrasında 12 yıl cezaya çarptırılıyor. Şimdi bu Basri Aktepe örneğinden hareketle sormak istiyorum bu FETÖ’den yargılanan kişilerin yargılanma sürecinde yeterince araştırılıp soruşturulup adil bir şekilde yargılandığını düşünüyor musunuz? Bu suçlar karşısında 12 yıl cezanın makul olup olmadığını sorgulayanlar oldu, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Soru gelsin.
FETÖ ile mücadele süreci doğru ve adaletli gidiyor mu sizce?
Hayır. FETÖ ile mücadele sürecinde büyük eksiklikler var mesela Türk silahlı kuvvetlerinde FETÖ yapılanmasına karşı operasyon yapılıyor. Ama polislere ciddi bir operasyon yok, değişik bakanlıklarda hemen hemen hiçbir operasyon yok. Önümüzde, iki hafta önce bir üst düzey yetkili ile konuşuyoruz diyor hocam eşim şurada daire başkanı 12 tane daire başkanı var iki tanesi FETÖ’cü değil genel müdür ve on daire başkanı FETÖ’cü. Türkiye’nin önemli bakanlıklarından bir tanesi. Bunu söyleyen de iktidardan iktidarın ilk halkası veya ikinci halkası içindekilerden bir tanesi. Onun için hiç stratejik planlama ile gitmiyorlar. FETÖ’yle mücadelede. Bunun bir stratejik planlamasının olması lazım bir fikri zemininin olması lazım bu fikri zemini özellikle ilahiyat fakültelerinin ve diyanet işleri başkanlığının gerçekleştirmesi gerek ama diyanet işleri başkanı Atatürk ile mücadele etmekten FETÖ ile mücadeleye gelemiyor ve diyanet işleri başkanı ben FETÖ ile mücadele ederken FETÖ’cülerin Abant platformunda görevliydi ben o diyanet işleri başkanına FETÖ’yle mücadele konusuna nasıl güveneyim? Güvenmiyorum zaten o da mücadele etmiyor kaç tane FETÖ’ye karşı diyanet işleri başkanının yayını var? Mücadele toplantısı var? Bunu Milli İstihbarat yapamaz ki. Milli İstihbaratın yapacakları var, Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadelenin yapacakları var, mahkemelerin yapacakları var ama diyanet işleri başkanlığının da yapacakları var. Bu işin bir karargahının olması lazım bu işin bir ciddi boyutunun olması lazım, bu işin bir uzun vadeli planlamasının olması lazım. Bu arada masumla suçlunun da ayrılması lazım.
“Adil yargılanma muhakkak olmalı”
Bakın bir dede, komando Albay, baba komando albay, dikkat edin kız komando üsteğmen. Yani dedesi komando olduğu için babası komando olduğu için kızda komando üsteğmen. Bir yüzbaşı ile evli o da komando üsteğmen. Eşi tutuklanıyor, FETÖ’CÜ olmakla suçlanıyor ihbarlar var iki FETÖ’cü ihbar etmiş. Kızın FETÖ’yle hiçbir ilgisi olmadığı halde Silahlı Kuvvetlerden ihraç ediliyor bu işte. Gidiyor hukuk okuyor, avukat oluyor daha doğrusu avukat olamıyor hukuku bitirdiği halde, stajını bitirdiği halde. Diyorlar ki eşin FETÖ’cü olduğu için avukatlık yapamazsın. Siz bakın subaylık yaptırmıyorsunuz bu çocuğa hayatını bir başka şekilde kazanmak istiyor onu da yaptırtmıyorsunuz. Ben gittim Adalet Bakanı ile konuştum, dedim ki bu haksızlık bir dava sonuçlanmamış ki bu çocuk FETÖ’cü değil. Özetle adil yargılanma muhakkak olmalı. Hangi örgütle mücadele ederseniz. PKK’ya karşı da adil yargılama. PKK’nın rezil bir örgüt olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. FETÖ’nün ahlaksız bir örgüt olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bizim devlet oluşumuz bunu gerektirir ve tabi bu FETÖ borsasının da olmaması lazım.
Peki şimdi programın sonlarına gelirken ben de böyle bandı başına sarmak istiyorum hakikaten enteresan Japonya’da Tokyo‘da dünyaya gelmek ve neredeyse işte resmi sürgünde dünyaya gelen bir çocuğun hayat hikayesi aslında öyle bir ortama doğuyorsunuz ki memleket meseleleri siyasi meselelere bir kulak dolgunluğunuz var, bunun içine doğuyorsunuz adeta ben röportajlarınızda da hatırlıyorum dediniz ki benim aslında fikirlerim hiç değişmedi yani ben lisedeyken neyi savunuyorsam şimdi de onu savunuyorum diye bu hem bir taraftan o dik duruşu gösteriyor ama bir taraftan da değişmeyen tek şey değişimin kendisidir felsefesiyle acaba neden hiç değişmedi burada kendi kendine dünya değişti iklim değişti de Sayın Özdağ hiçbir kararında ya şunu şöyle yapsaydım diye bir pişmanlık duymadı mı diye kendi içimden geçirdim. Bu noktada kendinizi nasıl analiz ediyorsunuz? Soru gelsin.
Ümit Özdağ’ın siyasetteki en büyük pişmanlığın ne?
Güzel bir soru. Doğrusu siyasette çok büyük bir pişmanlığım olduğunu söyleyemem. İki defa iki 1970’te de dört ediyordu, şimdi de dört ediyor. Onun için ben 1970’te de Türk birliği diyordum, 77’de de Türk birliği diyorum. Bir gün bir büyükelçimiz beni aradı, Hocam dedi, “Türk Konseyi’nin bayrağı çekilecek Türk birliği bayrağı çok küçük bir grup gelecek sizi de aramızda görmek istiyoruz.” Dedim ki, bayrağı kim çekecek. Dedi ki Abdullah Gül çekecek. Abdullah Gül Türk birliğine inanmaz; ama işte talih ona Türk birliği bayrağını çektirtti.
“Tarihin tekerleği Türk ordusunun doğru yöne gitmesini Bakü’ye gitmesini sağladı”
Doğrusu büyük bir mutluluk duydum. Biraz önce Bakü ile ilgili bir soru sordunuz. Dün Sayın Erdoğan Bakü’deydi çok mutluymuş. Enver Paşa’dan 101 sene sonra Türk ordusunu Bakü’ye, Erdoğan yolladı. Erdoğan Şam’a yollamak istiyordu; ama tarihin tekerleği Türk ordusunun doğru yöne gitmesini Bakü’ye gitmesini sağladı. Onun için neden değişeyim. Yanlış yerde duranlar değişsinler ben doğru yerde duruyorum. Ben Ziya Gökalp’in, Atatürk’ün, Türkeş’in çizgisinde duruyorum.
Peki efendim şimdi tabii her yeni konjonktür kendi ikincil kazançlarını domino etkisini de beraberinde getirir. Siz bu söylemlerden sonra tabii ki her zaman bir akademisyen ve politikacı olarak kameralar size dönüktü; ama bu söylemenizden sonra sanki kamera ışıkları ve mikrofonlar size biraz daha fazla döndü. Sizi hemen hemen her akşam ekranda görüyoruz biz de programımıza almak istedik elbette. Çünkü tabii ki politika için orada cazip bir konu ve mevzular var; ama bu sırada hiç eşinizden ya Ümit işte bugün de gitme, bugün de bizimle kal, bize vakit ayır ya da bu ayarı yaparken orada medyada fazla görünür olmayı içinizde nasıl muhasebe ediyorsunuz? 40 formatına göre soralım mı, soru gelsin.
Efendim, Ümit Özdağ medyadan torpilli mi?
Hayır. Bir özel torpilim yok; ama 1991 senesinde bu yana televizyonlara çıkıyorum, çünkü davet alıyorum, çünkü uluslararası ilişkiler, terör, güvenlik bilimleri konusunda uzmanlığım var. Ve siz nasıl bir ekiple çalışıyorsanız, ben de öyle bir ekiple çalışıyorum. Mesela ben Arap basınını takip ediyorum. GES Komutanlığından emekli olmuş bir arkadaşım var. Emekli bir astsubay, mükemmel bir Arapçası var. Arap coğrafyasından atılan twitlerden, önemli twitlerden bile haberdar oluyorum onun sayesinde. Benimle çalışıyor. Rusça bilen bir elemanım var, benimle çalışıyor. Doktora yapıyor, bu sayede Orta Asya, Kafkasya ve Rus alanından haberdar oluyorum. Özetle ben bilgiyle yapıyorum siyaseti tabii bilgiyle yapınca da siyaseti, davet ediliyorsunuz bu bilgiler dinlenmek istemiyor. Bakın sizde de böyle bir algı oluşmuş. Bakın ben en son geçen Cuma günü televizyona çıktım. Yani 6 gün önce çıktım ondan önce de iki buçuk ay da üç defa televizyona çıktım. Yani o kadar sık çıkmadım, son dönemde çıkmadım. Ama söylemiş olduğum şeyler çok tartışıldı, benim dışımda da tartışıldı. Ben o programların hiçbirisini seyretmem, çünkü programın içinde olmak kolay da dışarıda televizyondan seyredince çok sinirleniyorsunuz, müdahale etme şansınız olmadığı için. Onun dışında hiç seyretmemeyi tercih ediyorum; hatta bazen telefon eder arkadaşlarım, “ya Hocam senle ilgili şöyle bir şey söyleniyor, telefona bağlanıp…” Hiç müdahale etmem, istediklerini söylesinler. Bana sıra geldiğinde ben de o cevapları verme fırsatı buluyorum. Siz mesela bu akşam bana bunların hepsini sordunuz, bütün bu iddiaları hepsini burada size cevapladım o telefonla bağlanıp cevap vermekten daha iyi.
Peki efendim çok teşekkür ediyoruz şimdi sonlara yaklaşıyoruz. Ben biraz da ilerdeki hedeflerinizden bahsetmek istiyorum. Şimdi siz disiplin kuruluna sevk edildiğiniz zaman, ihraç edilirsem mahkemeye gideceğim ve hukukumu savunacağım dediniz. Anadolu’yu dolaşarak, ülküdaşlara ne olduğunu anlatacağım dediniz. Yani burada İYİ Parti’den bir kopma düşünmediğiniz izlenimini alıyorum. Abdülkadir Selvi sizinle yaptığı telefon görüşmesinin ardından bir kaç cümle yazdı. Şöyle diyor: “Anladığım kadarıyla Özdağ’ın heybesi boş değil. Birkaç adım sonrasını planlamış, yeni sarsıcı iddialarla ortaya çıkmayı sürdürecek. Milliyetçiliğin yükseldiği bir dönemde Ümit Özdağ, MHP ve İYİ Parti alanında yeni bir milliyetçi parti kurarak girer mi? Demiş. “Bence girer’’ demiş. Şimdi biz de sizi bulmuşken soralım. Acaba milliyetçi yeni bir parti kurmak bir alternatif olabilir mi? Yeni partilerle, DEVA ile ya da Gelecek ile ortak bir hareket söz konusu olabilir mi? Şimdi siz Anadolu’yu dolaşmaktan bahsedince, Sayın Muharrem İnce’nin bir Anadolu dolaşma hikayesi var. Hani olur mu dedik, bir Anadolu kahvesinde Sayın İnce ile Özdağ’ın yolu çakışır mı diye? Soru gelsin.
Ümit Özdağ’ın gelecek planı ne?
Tabii Allah ömür verirse önce bu davanın sonunu görmek istiyorum. Bu davayı da kazanacağımı düşünüyorum. Davayı kazanırsam eğer, yapacağım ilk şey Muğla’yı ziyaret etmek. Muğla il başkanını ziyaret ederek teşekkür etmek olacak. Çünkü Muğla il başkanımız İncilay Hanım imza vermedi. Dedi ki, “bu iş mahkemeye intikal etti ve mahkemede sonuçlanmasını bekleyelim.” Onurlu bir davranış. Teşekkür ediyorum kendisine. Onu ziyaret edeceğim ve teşekkür edeceğim kendisine. Ondan sonrasını da birlikte göreceğiz. Onun dışında şu an da yürüttüğüm siyasi faaliyetleri yürütmeye devam edeceğim. Artık çok fazla bu konuyu, yani hem anayasa meselesini hem FETÖ meselesini konuşmuyorum, konuşmayı da istemiyorum çok fazla. Çünkü yeterince anlaşıldığını düşünüyorum. Türkiye’nin önünde başka meseleler var. Ekonomik kriz var, devlet krizi var, dış politikada olumsuzluklar var. Türkiye bir kuşatma altında. Amerika Birleşik Devletleri ile yeni bir gerilim süreci başlayacak. Bunlar çözüm bulması gereken şeyler, ben de bu konudaki görüşlerimi paylaşacağım kamuoyuyla ve tabii Türk milliyetçileri ile vatanseverlerle Atatürkçülerle. Önümüzdeki süreç böyle devam edecek.
Bir de parantez açmıştım Anadolu bir kahvede Sayın İnce’yle yolunuz kesişirse bir kahve içer misiniz diye?
Ben vatansever herkesle kahve içerim, Türk milliyetçisi herkesle kahve içerim; ama terör örgütleri ile ilişkilerini kesmeyenlerle kahvaltı yapmam.
Peki efendim. Şimdi sona yaklaştık ve son sorumuz insan bütün mücadelesine bir ödül ve bedel dengesini günün sonunda ortaya koyar ya. Acaba verdiğim mücadeleyle kazanımların birbirini dengeliyor mu diye. Siyasetçiler de tabii çok aslında ağır bedeller de ödüyorlar ailelerinden aldıkları vakitler, çocuklarına, eşlerine ayırdıkları zamandan. Yaptıkları tercihlerle aslında birçok şeyden de vazgeçiyorlar. Siz bu dengeyi içinizde nasıl sağladınız. Ödül bedel dengenizde nasıl bir resim görüyorsunuz? Soru gelsin.
Siyaset için nelerden vazgeçtiniz?
Siyaset tercihini koyduğunuz andan itibaren, birçok şeyden vazgeçmek zorundasınız benim 9 yaşında bir oğlum var; ama ben bekarım, annesiyle birlikte yaşıyor. Doğrusu onu 9 gün arka arkaya görmedim. Gördüğüm zamanda siyaset konuşuyoruz. Alp, siyasete çok meraklı, uluslararası ilişkilere çok meraklı ve tarihe çok meraklı. Önce güncel siyasetle başlarız ve parti içi meseleleri sorar. Bu aralar Akşener’e çok kızgın, o kızgınlığını da ortaya koyuyor. Seyrediyor çünkü televizyonlardaki bütün programları. Dünyadaki güç dengelerini çok iyi biliyor. Mesela Rusya’nın gayri safi milli hasılasını bilir, Amerika’nın gayri safi milli hasılasını bilir. Uluslararası planda Çin’e çok kızgın, Uygur Türklerine yapmış olduğu baskılardan dolayı. Çok ilginç sorular soruyor, onları cevaplandırıyorum. Baya tartışıyoruz, hatta bazı şeyleri harita üzerinde konuşuyoruz. Ve tabii istediğim kadar vakit ayırabiliyor muyum? Hayır, çok özlüyorum kendisini; ama her fırsatta da görmek için çabalıyorum. Televizyondan muhakkak seyrediyordur programı.
“Bu ülkeyi kuranların İstiklal Harbi’ni veren kadroların yapmış olduklarını, ödemiş oldukları bedeli göz önünde tutarsak, biz hiçbir şey yapmadık!”
Şimdi tabii bazı şeylerden vazgeçmek zorundasınız; ama bu ülkenin daha iyi bir geleceğe sahip olması daha iyi bir Türkiye’de yaşamaları için bu fedakarlıkları da yapmak zorundayız. Bunu fedakarlık diye bile nitelendiremem, çünkü bu ülkeyi kuranların İstiklal Harbi’ni veren kadroların yapmış olduklarını, ödemiş oldukları bedeli göz önünde tutarsak, biz hiçbir şey yapmadık!
Peki Efendim. Noktayı bu şekilde koyuyorsunuz, çok teşekkür ediyorum. Sayın Özdağ, 40 soruluk maratonumuzun sonuna geldik, ben çok teşekkür ediyorum programımıza katıldığımız için. Format gereği bir karnemiz var, ona bakalım üzerine tekrar konuşacağız. Karnemiz gelsin. Efendim enteresan bir şekilde, hiçbir soruyu pas geçmediniz, daha da enteresan olan aslında sürenizin kalmaması. Yani iki dakikalarınızı dolu dolu kullandınız, etkin ve verimli bir şekilde. Benim size sormayı unutup, sizin özellikle eklemek istediğiniz bir başlığınız var mı?
Hayır, teşekkür ediyorum. Her şeyi sordunuz, iyi bir araştırma yapmışsınız.
Ekibim adına teşekkür ediyorum.
Ben de tebrik ediyorum sizi.