Bu kaynak metin, Erol Sunat’ın “Yapraklar Düşerken” başlıklı köşe yazısından alıntılar sunmaktadır. Yazar, bu yazıda “garip” olarak nitelendirdiği yoğun bir vefat dönemini, yani “yaprak dökümünü” metaforik bir dille ele almaktadır. Metin boyunca, kaybettiği iyi, dürüst ve vefalı dostlarının ardından duyulan büyük hüzün, maziye dalış ve pişmanlık duyguları anlatılmaktadır. Yazar, dostlarının cenazelerine doktor uyarılarına rağmen gitme çabasından ve vefanın günümüzdeki enderliğinden bahsederken, geride kalanların hayattayken kadrini bilemedikleri kişilerin ardından hissettikleri anlamsız ah ve vah tepkilerini eleştirmektedir. Genel olarak, metin ölüm, dostluk, pişmanlık ve iyi insanların yitirilmesi temaları etrafında derin bir melankoli ve özlem hissi uyandırmaktadır.
Bir garip yaprak dökümünün tam ortasındayız.
Hal garip…
Ahval garip…
Mevsim garip…
Aylar, haftalar garip…
Günler daha bir garip…
Geceler yaprak dökümlerinin şahidi…
Geceler çok daha garip…
Gündüzler o yaprak dökümlerinin uğurlandığı anların şahidi.
O anlar garip…
Saatler…
Mezarlar garip…
Yapraklar düşerken anlatmak zor…
Yazmak da…
Gidenin ardından birkaç kelime konuşmak da…
Hele o giden, çok sevdiğiniz bir dostunuz, bir arkadaşınızsa…
Gözler nemli…
Dudaklardan dökülür Fatiha…
*****
Düşen yaprakların ya şahidiyiz ya haberini alıyoruz ya üç gün sonra duyuyoruz.
Bazen nice sonra duyuyoruz ki, bir yaprak daha düşmüş, bir dost daha bu dünyadan göçmüş.
İçimiz sızlıyor.
Şöyle bir maziye dalıyoruz o dostu tanıdığımız yıllara gidiyoruz.
Bazen elli yıl, bazen üzerine bir on yıl daha koyun. Çocukluğunuza kadar inin.
Mazi derin mi derin…
Dostluk, arkadaşlık baki…
Yaprak dökümünden ne kaçış var ne kurtuluş…
İyi insanlardı gidenler…
Temizdiler, dürüsttüler, yalan bilmezlerdi. İki yüzlü değillerdi. İçleri dışları birdi.
İşte onun içindir ki…
Yapraklar düşerken, hazan mevsiminin hüznü çöktü içimize…
Yaşlar yetmiş küsur…
Kimi seksene dayanmış…
Kimi seksen demiş…
Bundan sonra iyi haber zor gelir diyen karamsar dostlarımız pek çok…
Aslında yalan değil söyledikleri…
Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı benzeri dizeler dilimizde.
*****
Düşen her yaprakla birlikte hatıralar bir film şeridi gibi geçip gidiyor gözlerimizin önünden.
Yapraklar dökülmeye bir başladı mı ne ay tanır ne mevsim ne de yıl…
Daha dün konuştum dediğinizin, daha dün şurada çay içmiştik dediğinizin bir de bakmışsınız bu dünyadan ayrıldığı haberi geliyor.
Vah benim kardeşim diye yaşlar süzülüyor gözlerden. Gidebildiğiniz dost cenazesine gidiyorsunuz.
Yaş alıp başını gittiğinden doktorlar aman ha diyorlar, sana üzüntü yasak, stres yasak, cenazelere mümkün olduğu kadar katılma, kalbin var, tansiyonun var, şekerin var.
Sanki dinleyen var…
Dahası dinleyen mi var?
Benim canciğer kardeşim ölmüş, okul arkadaşım gitmiş ne münasebet nasıl gitmem cenaseine diyenimiz kıyamet gibi…
Yapraklar düşerken, dışarıdan düşmek üzere olan yapraklar diye bakılanlar, koşup yürüyorlar dostlarının cenazelerine…
Öyle manzaralar yaşanıyor ki, vefa, bana parmak ısırtan, beni gölgede bırakan öyle davranışlara şahidim ki diyor, anlatmaya kalksam kelimeler yetmez, aciz kalır.
*****
Eskiler kara haber tez ulaşır derlerdi.
Kara haberle kastettikleri ölümdü.
Yaprak dökümü başladı yine denirdi. Şu gitti, falan gitti, filan gitti.
Gözler dolar, kelimeler zor çıkardı ağızlardan.
Yaprak dökümü denen o hüzünlü veda kimi koyduysa sıraya, alıp götürüyor zaten.
Geriye hatıralar, söylenemeyenler, barışamadan gitti, keşke şöyle olsaydı, böyle olsaydı diye başlayan bir sürü cümle…
En çok kime mi yanarız?
Anlayamadıklarımıza…
Anlamak istemediklerimize…
Haklı olduğu halde hak vermediklerimize, hakkını teslim etmediklerimize…
Her ölenin ardından bu duyguları yaşarız yaşamasına da, bundan sonra yapmayalım diye nelere söz vermişsek, tutmayız, tutamayız hiçbirini. Bir başka yaprak düştüğünde hatırlamak üzere kapatırız o defteri.
Aklımız başına neden hep bu dünyadan giderayak gelir sorusunun cevabını da ne veren var ne de bu düğümü bir çözen ya da çözmek isteyen.
Mangalda kül bırakmayanlar, esen, yağan gürleyenler olarak neden geriye doğru dönüp bir bakamayız?
Neden pişmanlık denen duygu yapışmaz yakamıza?
*****
Kadrini kıymetini bilemediklerimizin…
Kalbini kırdıklarımızın…
Yoluna taş koyduklarımızın…
Nereye varsa karşısına engeller ve açılmaz kapılar çıkardıklarımızın…
Öldükten sonra kıymetini anlamamız neye yarar?
Bu anlamı olmayan ah, vah görüntülerini o kadar çok dinledik ve seyrettik ki…
Adam, çok pişmanım diyor…
Giden gitmiş…
Hayat bitmiş…
Ardından duyulan pişmanlığın kime ne faydası olacak demeyiz.
Çok yandı…
Çok ağladı…
Kendini çok paraladı diye…
O insanlara sağlıklarında kan kusturanlara acımaya kalkar, bir de teselli etmeye kalkarız.
Neyi ve neleri tersinden okuruz acaba?
Yapraklar düşerken o düşen yaprağı gerçekten sevenlerin kalbini Allah’tan başka kim bilir, kim bilebilir?
*****
Yapraklar düşerken birçok iyi insanı gönderdik, uğurladık kara toprağa…
O insanlar ki…
Gönül alanlardı…
Hâl hatır soranlardı…
Arayanlardı…
Gönül dostuydu her biri…
Adam seçmezlerdi…
Art niyet taşımazlar bilmezlerdi…
Ağabeydiler, öz ağabeylerden öte…
Ablaydılar, anaydılar, sığınılacak liman misali…
Kim düşse…
Kim şaşsa…
Kim haddini aşsa…
Kim ortalığı birbirine katmaya kalksa…
Onların tek bir sözü yeterdi, her ne olay olduysa başlamadan biterdi.
Bunun adı eskiye özlem değil…
Olması gerekendi…
Düşen yaprakları alıp götüren onları da aldı gitti, bir gece yarısı…
Onlardan geriye anlatıla-anlatıla bitirilemeyen hatıralar kaldı…