Erol Sunat
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Vurduk Sazın Teline

Vurduk Sazın Teline

0
Paylaş

Verilen alıntı, Erol Sunat’ın “Vurduk Sazın Teline” başlıklı eserinden olup, temelde saz ve türküler aracılığıyla dile getirilen toplumsal dertler ve duygusal durumlar üzerine odaklanmaktadır. Yazar, sazın konuşabilen, duyguları aktarabilen bir araç olduğunu savunarak, insanların eskiden içlerini dökme yollarından ve günümüzde  türkülerin ve sazın anlamını yitirmesinden bahseder. Metin, türkülerin genellikle keder, hasret ve sitem gibi ağır duyguları içerdiğini ve bu duygusal yoğunluğun bazı insanlar tarafından hoş karşılanmadığını, hatta neşeli melodiler istendiğini anlatır. Ancak yazar, sazın ve türkülerin bu coğrafyanın ruhunu ve gerçeklerini taşıdığını ve onların dile getirdiği dertlerin görmezden gelinemeyecek kadar yaygın olduğunu vurgular. Sonuç olarak, sazın telinin vurulmasının artık eskisi gibi bir karşılık bulamadığı ve insanların dertlerinin anlaşılmadığı bir durumu metaforik olarak ifade eder.

 

Efendim vurduk sazın teline, saz ne dese beğenirsiniz?

Ne geçti eline deyiverdi.

Saz konuşur mu?

Neden konuşmasın?

Dağ konuşur, taş konuşur da saz konuşmaz mı?

Adam sazı konuşturuyor diye boşuna mı diyorlar?

Farkındaysanız son yıllarda hepimize bir haller oldu…

Önce kendi kendimize konuşur olduk sokaklarda…

Deli mi ne dediler…

Duvarlarla konuştuğumuzu bir biz bilirdik bir duvar, bir de Allah…

Sazıyla konuşanlar, sazını konuşturanlar çok daha eskilerden vardı.

İçimizi dökmeden nasıl rahata huzura ereceğiz diyenler, eskiden hafakan tekkelerine gider, onları basan hafakanlardan sıyrılmaya çalışırlarmış.

Şimdi, “Küçük yaşta aldım sazı elime / Dertli dertli vurdum sazın teline…” diye başlıyoruz mevzunun girizgahına…

Saz konuştu mu, bir dokun bir ah işit derler ya…

Ah çekmek, ah etmek, feryadı figan eylemek halimiz ahvalimiz oldu. Ne deseler dokunuyor içimize. Rahmetli Orhan Veli, “Beni bu havalar mahvetti…” demiş ya hani. Bizi bu havalar mahvetti. Bizi anlamayan, görmezden gelen, yakamıza küstüren havalar.

*****

Vurduk sazın teline. Olmadı o içli türküler bir türlü yerine ulaşmadı. Kapılara çarpan geri döndü çaresiz.

Kapılar açıktı da içeri mi giremedi?

Hem de sazın gönderdiği geri dönecekti öyle mi?

Sazın hatırı büyüktü bir zamanlar. Nazı da geçerdi, sözü de. Dilekleri dikkate alınırdı. Bir dinleyen, bir bakan, bir ilgilenen mutlaka olurdu. Mesele her ne ise iyi kötü hallolurdu.

Ya şimdi?

O türkülerin, yani sazın varsın ulaşsın diye gönderdiklerinin kalbi kırık, boynu bükük. Hani sahillere ve kıyılara çarpan dalgalar vardır ya. O dalgalar önce anla beni, gör beni duy beni diye hafiften-hafiften dokunur ya ilk önce.

Sonra baktı ki duyulmuyor, kıyıda ne var ne yok alır götürür denize…

Duy dedim duymadın, gör dedim görmedin diye…

Saz konuşamayanların dili, sesi, habercisi.

Vurduk sazın teline denildiğinde var sayın ki, o yumuşacık dalga misali her şey…

Sözler tatlı…Sözler içten…Sözler gönülden…Yumuşacık…İncitmeyen…Sadece halini arz eden…Saz coşarsa, saz kendine hâkim olamazsa, deli dalgalara benzer söz…

Tatlıyken acılaşır. Duruyken, bulanıklaşır.

*****

 

Saz, türküsüyle memleketin nesi var nesi yok, içinde taşır.

Bizim memleketimizde türkülerin dilinden anlamayan yoktur.

Olsa olsa, anlamak istemeyen olur.

Nedeni ise…o türkünün sözü de melodisi de bazı adama fena dokunur.

Vurduk sazın teline denildiğinde, lafın içinde kinaye vardır.

Sitem vardır.

Sazın akordu bozuldu bozulacak benzeri göndermeler vardır.

Bizim türkülerimiz kuşun kanadına yerleşir de dolaşır memleketin dört bucağını, dört köşesini.

Türk’ü söyler türkülerimiz. Bizi anlatır, bizden anlatır. Bize hastır.

Aşığın dilinden, sazın telinden, bahar yelinden, dostun elinden akar gider akarsular gibi.

*****

Sazı konuşturanları hiç mi dinlemediniz? Saz tane tane konuşur, herkes anlasın diye, unutmasın diye, aklının bir yerinde kalsın diye. Kiminin aklında melodi kalır…Kiminin nakarat…Kiminin aklında onu etkileyen bir mısra…

Mutlaka kalır bir şeyler o türküden…

Dinlemeye ve duymaya gönlünüz yoksa, bülbül gibi şakısa yine duyan olmaz derlerse de inanmayın…

Saz bu…

Tel dediğiniz öyle bildiğiniz tellere benzemez. Gönül tellerini titretir.

İnleyen nağmeler, ruhumu sardı diye bir şarkı vardı ya hani…

İnleyen nağmeler ruhları sarar.

Unuttum diyen unutamaz…

Hatırlamadım diyen yalan söyler, hatırladığını saklar.

Bu coğrafya da sazın hükmü geçer, dağa taşa, vadiye ovaya, çaylara, derelere, nehirlere…

Kuşlar dahi o türküleri söyler geçer ilden ile…

Telli sazdır bunun adı dememiş mi, Aşık Dertli…

Tel varsa, mızrap vardır, söz vardır, ahenk vardır, kalbe ondan dokunur o türkü.

Kalpsizlere dokunmazmış varsın dokunmasın.

Türk’ü bilir, Türk’e söyler, Türk’e hitap eder türküler…

*****

Vurduk sazın teline…

Ah dedik, vah dedik…Gör dedik…Duy dedik…Gel dedik…Yetiş dedik…

Mızrap dokundu şöyle bir…Memleket havalarının ucundan kenarından…

İçimiz bir hoş oldu…Gözler doldu…Sözler çıkamadı ağzımızdan. O sözlerin kimi hasret üzerineydi…Kimi sitem…Kimi ben ne edeyim? Nerelere gideyim? Kime ne söyleyeyim babındaydı.

Bir zamanlar vurduk mu sazın teline dört bucaktan selam gelirdi.

Duyduk tabi, hiç duymaz olur muyuz denirdi.

Bazıları çıkar gelirdi.  Bazıları derdin ne diye selam iletirdi.

Vurduk sazın teline…

Ne öte yaka duyuyor ne Karşıyaka ne de sazın teline vurulduğu yaka…

Ne oldu bilmem? Frekanslar mı tutmadı? Daha akşam mı olmadı?

Neyi beğenmediler ki…

Diyorlar ki, ey sazın tellerine dokunan, şöyle yok mu zülfüyâra dokunmadan geçen bir hava?

İçimiz karardı senin türkülerinden… Şöyle neşeli bir şeyler çal…Bazılarımız halay çeksin…

Bazılarımız horon tepsin…Bazılarımız çiftetelli oynasın meydanlarda.

Zaten kabahat Aşıklarda…Türkü yakanlarda…Acıdan başka bir şey yok…Ağla ağla dur…İçin şişsin…Kalbin teklesin…Tansiyonun fırlasın…Hiç bu kadar kendine kastedeni gördünüz mü?

*****

Yok mu şöyle neşeli bir hava diyen kaç kişi kaldı?

Vur yüzdeye…

Ya bir çıkar ya iki…

Kime hayranız en çok?

Orhan Babaya…Rahmetli Müslüm Babaya…Rahmetli Ferdi Babaya…

İçlerinde bir tane neşeli adam yok…Keder, hüzün, hasret, teselliden nasibi olmayanların hikayeleri, içinden çıkılamayan bir kucak dolusu mesele…

İnsanımız neden bu kadar dertli? Neden bu halde?

Dertli olmayı, dertlenmeyi, dert çekmeyi çok mu istiyor, çok mu seviyor?

Yoksa o dert denen zorlu mıknatıs yalnızca bizim insanımıza mı hasta?

Neden gülmedi bizim insanımızın yüzü?

Sorular derin…

Sen bilmezsin o meseleyi deyip geçenlere ne oldu?

Kimi içine ata ata çekti gitti…Kimi başlan savdı hayatı bitti…Kimi lafa boğdu insanları…

Laf; o laftan medet umanı, laftan kuleler dizeni, lafa bakanı, lafa aldıranı, laf konuşamaz hali getirdi.

Lakin, olan bize oldu.

Ne varsa beklediğimiz zaman aşımına uğradı. Gençlik nihayete erdi…

Umutlar yitti…hayat bitti…Gülemedik gitti…

*****

Vurduk sazın teline…

Anlattık halimizi…

Yüzler buruştu…Gözler kısıldı…Sözler boğuktu…Hava soğuktu. Mızrap tele dokundu, tel koptu…

Türkü yarım kaldı…Dinleyen, geçmişe daldı… Kimi ıslık çaldı…Kimi bunaldı…

Kimi anlayacağını anladı…Kimi anladım dedi anlamadı…Kimi aralarda turladı…Kimi aradığını bulamadı…

Kimi sıkıntıdan bunaldı patladı…Kimi oturdu bir köşeye, dayadı sırtını duvara uyukladı.

Vurduk sazın teline, felek ne geçti eline?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!