Erol Sunat
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Tuzak Bozanın Hikayesi

Tuzak Bozanın Hikayesi

featured
0
Paylaş

Hikâye, Erol Sunat’ın “Tuzak Bozanın Hikayesi” adlı bir eserinden alınmış alıntıları sunmaktadır. Bu hikaye, çok şanssız doğan ve hayatı boyunca sürekli ölümcül tuzaklarla karşılaşan yetim bir çocuğun serüvenini anlatır. Çocuğun hayatta kalma mücadelesi; terk edilme, zorlu esaret yılları ve Hekimbaşı, kervancılar ve gizli kurtarıcılar gibi çeşitli figürlerin yardımıyla ilerler. Zamanla “Tuzak Bozan” lakabını alan kahraman, tüm zorluklara rağmen hayatta kalır, kimliğini öğrenir, amcası olan kötü Bey’den intikamını alır ve nihayetinde şehrin yeni, adil Bey’i olur. Hikaye, adalet, merhamet ve kurulan tuzakların sonunda kurucularına döneceği temalarını işleyen bir kıssa niteliğindedir.

 

Uzun uzun zaman önce memleketin birinin bir şehrinde küçük bir çocuk yaşarmış. Bu çocuğun başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiş denen cinstenmiş. Ahali ona şanssız demiş, bahtsız demiş talihsiz demiş sahip çıkmamış. Nihayetinde küçük bir çocukmuş. Kimi kale kapısına, kimi çeşme başına, kimi bir konağın kapısının önüne bırakılmış diye anlatılan tevatürler, rivayetler ve hikayeler pek çokmuş. Çocuk kime sığınsa, birileri gelip bir şeyler anlatıyor, ondan sonra çocuğu şehrin sokakları, sığınacağı kuytular çatı ve köprü altları bekliyormuş. Çocuğun hayatı tuzaklarla doluymuş. Bazı insaf ve merhamet sahiplerinin verdiği aş ekmek dışında, mahallenin çocukları onu kör bir kuyuya atarlarken, birileri kurtarmış. Bir gece şehrin içinden geçen akarsuya atmış biri. Su onu ağaçların ve dalların kapattığı bir yere sürüklemiş. Çocuk yüzmeyi de, hayatta kalmayı da mücadeleyi de hayatın içinde oldukça zorlu şartlarda öğreniyormuş.

Çocuğa sövenler çocuğu dövenler, itip-kakanlar yerden yere çarpanlar pek çokmuş.  Çocuğu bir gece atının terkisine alıp giden biri, onu, şehre çok yakın bir uçurumdan aşağıya fırlatmış atmış. Uçurumun kenarındaki dallar, adeta bir ağ gibi tutmuşlar çocuğu. Sabah şehre doğru giden kervandaki kervancılar, görüp kurtarmışlar. Getirmişler şifahaneye. Yaşlı Hekimbaşı, çocuğu bağrına basmış, öldürmeyen Allah öldürmez demiş. Çocuğun ölmediğini görenler, yaşlı Hekimbaşına varıp o çocuğu bırak demişler, bırakmazsan senin için iyi olmaz. Hekimbaşı bu demiş küçük günahsız bir çocuk. Sizde vicdan ve merhamet yok mudur? Ne istersiniz bu çocuktan? Onu ortadan kaldırmak için tuzak üzerine tuzak kuruyorsunuz. Bir şekilde onu bu tuzaklardan bir kurtaranın olduğunu görmüyor musunuz? Ne zaman açılacak o kör gözleriniz? Hekimbaşı beş altı yaşlarında olan çocuğa birkaç ay bakmış.

Çocuk, Hekim baba demiş, ne ister bu ahali benden. Ben kimim, benim anam babam yok mudur? Hekim cevap verememiş. Çocuk şehirde gezerken, birkaç muhafız açılın demiş Beyimiz geliyor. Çocuk çıkmış Beyin yoluna. Bey sen misin demiş. Bey, söyle çocuk demiş neden yolumu kesersin? Çocuk ben demiş anamı babamı bilmem. Bey isen bul benim anamı babamı. İnsanlar gülüşmüşler. Bey, sen demiş daha bu yaşta Bey yolu kesersen yarın senin önüne kimse geçemez. Sen şu kervancıların uçurumun kenarından kurtardığı çocuk olmalısın. Bulun bana kervancıyı hemen. Beyin adamları çocuğu kervancılara teslim etmişler gidip gitmediğini de defalarca kontrol etmişler. Kervan düşmüş yola. İki gün sonra, bir geçit ağzında baskına uğramışlar. Baskında sadece kadınlar ve çocuklar sağ kalmış. Haramiler kadınları ve çocukları komşu diyarın esir pazarına götürmüşler. Yaşlı, nursuz, eli değnekli bir adam da bahtsız ve şansız çocuğu satın almış. Bindirmiş bir arabaya.

Şehirden çıkıp dağlara doğru gitmişler. Dağın eteğinde bir bağa gelmişler. Çocuk o küçük yaşında altından kalkamayacağı kadar ağır işler yapıyormuş. Adamın karısı ve çocukları, bu demişler çok dik kafalı. Ancak iyi çalışıyor. Dağın eteğinde birçok bağ varmış. Onu köle diye satın alan ihtiyarın sopası çocuk işini düzgünde yapsa, eksik de yapsa sırtında derin yaralar açmaya devam ediyormuş. Sele birkaç hayvanı kapıldı diye, hırsını çocuktan almış. Öldü diye atmış, azgın suların içine. Çocuk suyun içine düştüğünde kendine gelmiş. Yakalamış bir ağaç kütüğünü, bir köyün kenarına kadar sürüklenerek gelmiş. Çıkmış sel sularının içinden bir tepeye doğru atmış kendini.

Gözlerini açtığında, bir evdeymiş. Yaşlı bir kadın, seni demiş ben kurtardım selin önünden. Bana borçlusun çocuk demiş. Kendine gel, seninle işimiz çok.  Çocuk bu sevimsiz, köyde seveni sayanı olmayan kadın ve akrabalarıyla birkaç sene yaşamış. Kadının oğlu, aklına estikçe çocuğa çarpıyor, onu ormanda kurduğu tuzaklara gönderiyor, ne yakalandıysa alıp getirmesini istiyormuş. Çocuk, tuzak kurmayı, tuzaklardan kurtulmayı, tuzakları fark etmeyi kimden gelirse gelsin tehlikeleri bertaraf etmeyi bu uzun ve çileli esaret yıllarında öğrenmeye başlamış. Çok çalışkan olması, her işin altından kalkması köyde anlatılmaya başlamış. Ona tuzak bozan demişler. Tuzak bozan hen tuzaklara yakalanan hayvanları hem de tuzak kurulan nsanları tuzaklardan kurtarıyor, kurulan tuzakları bozarak, sezerek herkesin içten içe sevgisini kazanıyormuş. O köyden olan köle tacirlerinden biri çalmış sevimsiz kadının kapısını. Senin demiş tuzak bozanı satın almak isterim.

Kaç akçe istersin. Kadının gözleri parlamış. Onu demiş selin önünden çektim aldım, yıllardır baktım. Yanımda yetişti. Akçe değil altın isterim. On altın fena olmazdı. Köle taciri yedi altın demiş, sekizde anlaşmışlar. Köle taciri tuzak bozanı köle pazarına getirmiş. Tuzak bozan, ağam demiş bu dünyada hiç vicdan ve merhamet sahibi insan yok mudur? Beni vicdanı olan birine sat. Köle taciri, bir köle için fazla akıllısın demiş, hatta dilinde pek uzun. Seni demiş benim iyi bir fiyata satmam lazım.  Almış yanına, önce okuma yazma öğretmiş. Çocuğun kısa bir sürede okuma ve yazmayı öğrenmesi, birçok zor işin altından kalkması sonrasında, onu iyi bir kılıç ustasının yanına vermiş. Bu tuzak bozan demiş onu öyle bir yetiştir ki, canımı ona emanet edebileyim. Ancak köle taciri, kötü şöhretli, cani katil, harami, aç gözlü bir insanmış. Benim affım ölümle eşdeğerdir demesi meşhurmuş. Tuzak bozan bu arada delikanlı çağa gelmiş.

On sekiz on dokuz yaşlarında uzun boylu, bileği bükülmeyen, kılıçta yenilmeyen, ok atmada hareketli hedefleri dahi çok uzun mesafelerden vurabilen bir yiğit olmuş. Köle tacirinin güzeller güzeli kızı da delikanlıya vurgunmuş diye şehirde anlatılmaya başlamış. Köle taciri kendine kurulan bütün tuzakların üzerine delikanlıyı gönderiyor, delikanlı o tuzakları tuzak kuranların başına geçiriyormuş.  Köle tacirine birileri kim bu genç demişler. Yıllardır kendi öz oğlun gibi yetiştirdin. Hoş görmedin, sevgi göstermedin. Lakin sana isyan etmiyor. Seni son birkaç senede şehrin en güçlü adamı yaptı.  Kim bu? Köle taciri, çocuğun nereden geldiğine varıncaya kadar sormuş soruşturmuş, hakikat nedir ne değildir meselesini derinlere inerek araştırmış, sonunda mesele delikanlının geldiği şehrin Beyine gelmiş dayanmış.  Köle taciri bu meseleyle uğraşırken kızı, delikanlıyı bulmuş. Babam demiş seni araştırmaya senin geldiğin şehre gitti.

Döndüğünde sana büyük bir tuzak kurabilir. Bir de seni sevdiğimden haberi var. Neden sustu, neden sana ya da bana bir ceza kesmedi onu da merak etmiyor değilim. Babama kurulan bütün tuzakları tarumar ettin. Bir yandan seni kaybetmek istemiyor, bir yandan da cevabını bulamadığı bir şeyler var. Şehrin Beyi beni kendine istiyor. Benim gönlüm sende. Ya sen? Delikanlı bende demiş seni seviyorum. Lakin bunu babana söyleyemem. Kim olduğumu bilmeden, anamı babamı bulmadan olmaz.  Kız, sen demiş ananı babanı bulana kadar, babam beni Beye çoktan verir. Kızın anası, kızım demiş, bu delikanlıya kim ne tuzak kursa, kurduğu tuzak başına geçer. Bunun gibisi babanın eline geçmedi. Baban gelinceye kadar ben sizi evlendireyim. Kızın anası, gençleri evlendirmiş evlendirmesine de şehrin Beyi, şehrin meydanında, sen ne cüretle benim evleneceğim kızla evlenirsin diyerek çekmiş kılıcını saldırmış delikanlının üzerine. Tuzak bozan Beyi ağır yaralamış. Bey ertesi gün şifahanede ölmüş.

Beyin adamları delikanlıyı atmışlar zindana. Ahali zindan demişler ona tuzak sayılmaz. İsterse anında çıkar gider. Köle taciri on gün kadar sonra şehrine döndüğünde, bir de duymuş ki, en güvendiği adamı Beyi öldürmüş zindanda, üstüne üstlük kızıyla da evlenmiş.  Hemen zindana varmış. Seni demiş zindandan çıkarıyorum. Atla atına, ardına bakmadan sür git bu şehirden. Sana yapacağım en büyük iyilik bu. Tuzak bozan gece karanlığında atlamış atına, karanlığın içinde sabaha kadar at sürmüş. Sonra bir kervana rastlamış. Katılmış o kervana uzun yıllar sonra ayrılmış olduğu şehrine gelmiş. İnmiş bir hana. Akşama kadar uyumuş. Sonra akşam kalkmış. Hancıyı bulmuş. Hancı demiş, kimdir bu şehrin Beyi? Hancı, senin demiş Beyi görmen için mangal gibi yüreğin olması lazım. Şansın var, Bey burada, görmek istersen gel amma işin içinde zindan da var haberin oldun. Hancı çalmış Beyin kaldığı odanın kapısını.  Beyim demiş bu delikanlı seni görmek ister. Bey de bakalım demiş derdin ne? Delikanlı beyim demiş ben anamı babamı ararım. Bu şehre onun için geldim. Bey, ben nereden bileyim senin anan kim, baban kim deyince, Tuzak bozan, sen demiş Beysin, beni dinleyeceksin.

Ahalinin derdiyle dertlenmeyen, ilgilenmeyen, ahalisine sahip çıkmayan Bey sadece kendini Bey oldum sanır. Senin işin bu, Beyin bir işi de ahali. Bey, sen demiş yıllar önce benim yolumu kesen o çocuğu hatırlatıyorsun. Tuzak bozan ben o çocuğum Beyim demiş. Beni o gün başından savmış, beni kervancılara teslim etmiştin. De bakalım şimdi gerçeği, seni bu handa elimden alacak olanın canını alırım. Bu şehirde neden kimse beni istemedi. Neden herkes beni öldürmeye kalktı. Küçük bir çocuktan ne istediniz. Kimim ben? Bey, sen demiş, benim Bey olan ağabeyimin oğlusun Ağabeyimi öldürttüm. Bey oldum. Hamile olan anan seni doğurmuş ölmüş seni de öldü deyip kaçırmış birileri.  Buldum büyücü bir kadın. Şehrin üzerinde bir uğursuzluk var olduğunu, bu uğursuzluğun bir çocuktan kaynaklandığını duyurdum. Kimin getirdiği, bulduğu belli olmayan o çocuğu kim yanına alsa, ona uğur da getirmeyecek huzurda, tuzaklardan da kurtulamayacak diye bir şayia yaydım. Ölsün de şehrimiz kurtulsun dedim. Her tuzaktan kurtuldun.

Şimdi de tuzak kurucu oldun ha. Hancı, Beyin söylediklerini harfi harfine duymuş. Hemen yazıya döküp, haber güverciniyle haberi uçurmuş uçuracağı yere. Delikanlı yakalamış Beyi hanın önünde yıkmış yere. Elinden kimseler alamadığı gibi, yanına yaklaşanda olmamış. Birkaç saat sonra şehrin meydanında Beyin cansız bedenini bulmuşlar. Tuzak kuran kendini selin önüne atanları, uçurumdan aşağıya fırlatanları da bulmuş. Onları kimse elinden alamamış. Yaşlı bir kadın, seni demiş anan öldükten sonra alıp kaçıran, saklayan bir kaç yaşına kadar bakan hancı ve karısıdır. Hancı bu şehirde Sultanın gözü ve kulağıdır.  Tuzak kuran, öpmüş elini hancının ve karısının. Hancı han senin emrinde Beyim demiş, istediğin kadar kalabilirsin. Bir hafta kadar sonra, Tuzak bozanın kaldığı han odasının kapısı çalınmış Tuzak bozan elinde kılıç açmış kapıyı, bir de bakmış ki karısı. Kız sarılmış boynuna, beni demiş buraya babam getirdi.

Anlatırlar ki; Tuzak bozanın şehre Bey olduğunu öğrenen köle taciri, kızını alıp gelmiş delikanlının şehrine. Hancının haber gönderdiği Sultan, kendine kurulan cümle tuzağı boşa çıkaran Bey işlerini hale yola koya, ardından yolunu payitahta düşüre diye de bir ferman göndermiş. Yeni Bey ve Bey hatunu karamsarlık bulutlarının hâkim olduğu şehirlerini rahatlatmışlar. Şehirdeki baskılar bitmiş, gerginlikler sona ermiş. Şehirde bir daha öksüz ve yetim çocuklara hor bakılmamış. Bey bu hor bakmayı yasaklamış. Öksüz ve yetimleri bağrına basan bir bölümü şifahanenin hemen yanına kurmuş, başına da, kendine yardım eden Hekimbaşının Hekim olan oğlunu getirmiş. Kim ne tuzak kurduysa, tuzak kurmaya niyetlendiyse, tuzaklarını bozmuş başlarına geçirmiş. Tuzak kurma, aklın varsa niyet bile etme, bir tuzak bozan gelir kurduğun tuzakları başına geçirir diye tuzak bozanın hikayesi o günden bugüne anlatılmış durmuş.

Şehir şehire, Tuzak bozan tuzak bozana, Hekimbaşı Hekim başına, kervancı kervancıya, harami haramiye, köle taciri kile tacirine, nursuz nursuza, vicdansız vicdansıza, hancı hancıya, Sultan sultana, meydan meydana, Bey Beye, bey hatunu Bey hatununa, ferman fermana, şifahane şifahaneye, ahali ahaliye benzere, 

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.