Bu makale, Türkçenin tarihsel derinliğini ve geniş coğrafyalardaki birleştirici gücünü vurgularken, günümüzde karşı karşıya kaldığı kültürel yozlaşmaya dikkat çeken bir çağrı niteliğindedir. Yazar, ana dilimizin yabancı dillerin istilası, argo kullanımı ve nezaketten uzak bir üslup nedeniyle karanlık bir döneme hapsedildiğini savunmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Karamanoğlu Mehmet Bey gibi tarihsel figürlerin dil hassasiyetini hatırlatarak, Türkçeyi hakaret ve nefret dili olmaktan kurtarmanın bir vatan görevi olduğunu belirtmektedir. Toplumun kendi kimliğini koruyabilmesi için arı ve nazik bir konuşma pratiğine dönmesi gerektiğini ifade eden eser, dilin onurunu kurtarmayı hedeflemektedir. Sonuç olarak kaynak, Türk milletini ana diline sahip çıkmaya ve Türkçeyle yeniden barışmaya davet eden sitem dolu bir öğüt metnidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi Gazi Mustafa Kemal Paşa diyor ki, “Türk milletindenim diyen insan her şeyden evvel Türkçe konuşmalıdır.”
O yıllarda Şirketi Hayriye vapurlarında ve trenlerde bir levha herkesin dikkatini çekerdi.
“Vatandaş Türkçe konuş”
Türkçe Altay dağlarından, Tuna nehrine, oradan Adriyatik denizine uzanan bir coğrafyanın yegâne lisanıydı.
Bu uçsuz bucaksız coğrafyada Türkçe bilmek bir ayrıcalıktı. Eğer Türkçe biliyorsanız, binlerce kilometre uzaklıklara kolayca ulaşabilir, herkesle anlaşabilirdiniz.
Türkçenin o yıllarında ortada ne İngilizce vardı ne Fransızca ne Almanca ne de diğer diller…
Bir lisan bir insan diyen propagandalar vardı ya hani…
Keşke…
Türkçe bilmeden olmaz…
Türkçe konuşmadan olmaz…
Türkçe bizim önceliğimizdir…
Türkçeyi yüceltmek ülküsü başımızın tacıdır…
Türkçemi hiçbir lisana değişmem…
Türkçe lisanı, yüceltir onu konuşan insanı…
Benzeri bir şeyler diyebilseydik…
*****
Bir lisan bir insan furyası hükmünü halen yürütüyor. İnsanımız birden fazla lisan öğrendi. Lakin, bu arada Türkçeyi ihmal etti. Türkçe mahsun ve boynu bükük bir kenarda, yabancı dillerin boyunduruğu altında kalma tehdidiyle yüz yüze.
Biz ise kendi lisanımızın argoya bulaştırılmış tarafını kullanma gibi bir yanlışın içerisinde nereye doğru yürüdüğümüzü bilmeden şu kadar dil biliyorum diye hava atıyoruz.
İyi hoş da…
Türkçeyi ne kadar biliyorsunuz?
Türkçeyi, konuştuğunuz yabancı dillerin gramerine dikkat ettiğiniz gibi konuşma diye bir derdiniz, bir hedefiniz var mı?
Türkçe, rahmetli Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun o güzel eserinin adı gibi…
“Türkçenin karanlık günleri…”
Öyle bir karanlık ki…
Zifiri karanlık derler ya hani…
Göz gözü görmeyeninden…
Geçtim elektrikten ne mum ışığı var ne kandil…
Çıkında bir kibrit çakın, bir mum yakın, çakmak çakmaya geldim deyin Türkçenin karanlık günlerine…
Aydınlığa dönüşsün o zifiri karanlıklar…
*****

Türküm Türkçe konuşurum deyin…
Bundan böyle her yerde, her mahalde, her kürsüde, her meydanda, her alanda Türkçe konuşacağım deyin…
Türkçeyle barışacağım deyin…
Türkçenin kalbini çok kırdım, gönlünü alacağım deyin…
Bir yıl daha bitiyor…
Yeni bir yıl daha gelecek sağ olana…
Türkçe denen garibim…
Titreşiyor soğukta…
Üşüyor ha dondu ha donacak…
Yok mu, güzel Türkçemizi bir sözüyle donmaktan kurtaracak?
Türkçe benim ses rengimdir demek yetmiyor. Senede bir gün Karamanoğlu Mehmet Beyi…
Senede bir gün Dil Bayramını anıp geçmek yetmiyor.
Yetmediği gibi, Türkçemizi düştüğü durumdan kurtarmaya yetmiyor.
Cılız çabalar, cılız ses yükseltmeler yetmedi, yetmiyor.
Türkçe konuşmaktan başka çaremiz yok…
Argosuz, küfürsüz, sataşma olmadan amiyane denilen tüm kelimelerden ve cümlelerden arındırılmış bir halde…
*****
Türkçe konuşurken argoya kaçmayan, yaklaşmayan, bulaşmayan, dilin güzelliklerini ve özelliklerini öne çıkaran kelimeler ve cümleler kurmak, dilimizi ayakta tutmak görevimiz.
Lakin, bizim kullandığımız Türkçe bu saymaya ve özetlemeye çalıştığımız dil değil.
Biz dilimizin hiç olmaması gereken, tarafını öne çıkarmak gibi bir yanlışlığın içindeyiz.
Türkçe hakaret dili değil…Nefret dili değil…Kin kusanların sövüp saydığı bir dil hiç değil.
Türkçeyi dünya dil ailesinin içerisinde saygın ve onurlu bir yere getirmek bizim elimizde.
İşin özü, Karamanoğlu Mehmet Bey’in dediği gibi, istisnasız her yerde Türkçeden gayrı bir dil konuşmamak.
Konuşurken de Türkçenin nezaketini ön planda tutmak.
Çünkü Türkçe kibar bir dildir. Nazik bir dildir.
Binlerce yıl kıtalardan kıtalara, nice deryalardan deryalara, coğrafyalardan coğrafyalara at üstünde ulaştırdığı Asya’yı, Avrupa’yı, Afrika’yı, hatta Amerika kıtasını dolaştığı bir lisandır
Türkçe anlaşılabilirdir. Yumuşak, hoş ve gönül alıcı, etkileyici ve tesirli kelimelere sahiptir.
Binlerce yıldır ayakta ve işlek bir dildir.
Son yıllarda dilimizi hoyrat bir şekilde aslından uzaklaştırmaya yönelik bilerek ya da bilmeyerek yapılan girişimler Türkçemizi zedeledi.
Türkçe kullanmamaya, Türkçe konuşmamaya yemin mi ettiniz? Hele ki yaşadığımız coğrafya da.
Türkçeye karşı açılmış adı konmayan bir savaşın tam ortasındayız.
Türkçenin içinde var olmayan harfler, yeniden diriltilen yerle bir olmuş antik şehir isimlerinin diriltilme hevesi had safhada…
Türkçeyi neredeyse küfretmek, hakaret etmek ve aşağılamak için kullanılan bir dile büründürmüşüz hem kendimiz çırpınıyoruz hem de Türkçemiz.
*****
Güzel Türkçemizde o kadar hoş ve güzel sözler ve kelimeler varken biz ne yapıyoruz?
Ne kadar kaba saba, hoş olmayan, küfür ve hakaret içeren kelime ve cümle varsa onları kullanıyoruz.
Biz deli miyiz?
Edepsiz miyiz?
Kendimizde miyiz?
Adam çıkmış…
Elimde değil diyor…
Ağzını açan hakaret kelimesiyle açıyor ağzını.
Sövüp süpüren ananı avradını diye başlıyor.
Sinir uçlarımıza bir dokunan var…
Bizi her hâlükârda tahrik eden, o zeminlere meyyal hale getiren görünmez eller var.
Diyorlar ki; Türkler geçimsiz, sinirli, asabi, çabuk öfkelenen, kızdı mı dünyayı gözü görmeyen, iki kelimesinden biri hakaret ve küfür olan, üzerine gelindiği an tekme tokat girişen bir millet…
Bu söylemlerde anlatılan elbette biz değiliz.
O zaman soralım…
Türk Milletini, güzellikten anlamayan, yol iz bilmeyen, iyilikten nasipsiz, kaba saba, görgüsüz ve edepsiz bir millet olarak gösterme gayretlerine girişimlerine dur demeyecek miyiz?
*****
Öncelikle herkes iyi bilmelidir ki…
Türkçemiz iki lafından biri küfür olan bir dil değildir.
Küfredecek olanlar kendine küfretmek için başka diller arasın.
Türkçeyi bu hale getirmeye kalkışanlar, ben ne yapıyorum diye davranışlarını gözden geçirmelidir.
Türk Milleti fıtratında ve hasletlerinde var olmayan birçok şeyi, fethettiği yeni coğrafyalarda buldu ve ne yazık ki, o bulduklarının kendine hiç yakışmayacak olanlarına heves etti diye anlatan Hocalarımız bugün sağ olsalardı kim bilir neler derlerdi.
Hiçbir şey demeseler, “size hakkımı helal etmiyorum, neden bu bozulmanın önüne geçmediniz…” derlerdi.
Kürsülerden küfreden, hakaret saçan, öfke dilini parlatan biz, mübarek Ramazanlarda dahi, güzel konuşamayan, küfürden, sövmekten güç ve kuvvet alan biz, güzel Türkçemizde sanki başla kelimeler yokmuş gibi, en pis, argo, dilin bozulmuş haliyle türetilen kelimeleri günlük hayatın tam ortasına sürüyüp getirenler olarak ne istiyoruz dilimizden?
Kimin ya da kimlerin ekmeğine yağ sürdüğümüzün ne kadar farkındayız?
Ne zaman yanlış yaptığımızı ne zaman o yalan yanlışlığın girdaplarına kapıldığımızı anlayacağız? Ne zaman kendimize geleceğiz? Ne zaman duracağız? Ne zaman ben ne yapıyorum böyle diyeceğiz?
Ne zaman?