Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Korananın Düşündürdükleri

Korananın Düşündürdükleri

Dünya yeni bir hastalıkla uğraşıyor. Korana virüsü (Covid-19) denen bu salgın hastalık ruhsal, bedensel, toplumsal dünyamızı etkiliyor. Korana insanları kabuğuna çektiği gibi uluslararası ilişkileri de etkiliyor, üretim azalıyor.

Böylece insanlar fizik ve coğrafyanın yanında bir de metafiziği düşünmeye, aşkın bir güçle ilinti kurmaya, öncesine göre daha çok fizik ötesi varlık “Yaratan” demeye başladılar. Bunu görüyoruz.

Hem Covid-19’un, hem mevsimin sonucu olarak bahçemle biraz daha fazla ilgileniyorum. Baktım ki, tretuvar betonunun uçlarına karıncalar yuva yapmış. Beton dışa doğru düşük, akan sular karıncaların yuvasına inecek veya başka nedenlerle kendilerini koruyacaklar ya, karıncalar yuvalarının üstündeki betonun ucuna, yuvalarını koruyacak kadar toprak yığmışlar. Toprağı betona öyle yapıştırmışla ki, başlı başına bir mühendislik bulgusu, müthiş bir zekâ. Bu küçücük canlılar daha yeni doğdular, bu zekaya nasıl eriştiler, bu beceriyi nasıl kazandılar?..

Neyse, Koranaya dönelim. Bugün dünya Korana karşısında şaşkın, her ülke, her bilim adamı, herkes kendine göre Koranadan kurtulmanın yolunu arıyor. Her yerde bir telaş var. Diyelim ki bugün Korananın çaresini bulduk. Yarın başka bir sıkıntı ile yüz yüze gelirsek ne yapacağız? Bu kez onun çaresini bulmak için uğraşacağız.

Evrenin yasası bu işte; uğraşacaksın, yine uğraşacaksın. Öyle ise dünyada dur-durak yok, pes etmek yok.

 

Çok ve Akılcı Çalışmak:

Tabiat/doğa olayları karşısında insanlar çokça iki duruş sergilerler:

1-İlkel, tembel, kaderci, teslimiyetçi, menfaatçi, aciz duruş.

2-Çağdaş, çalışkan, araştırıcı, üretici, paylaşımcı, onurlu duruş.

İlkel insanlar doğa/tabiat olayları karşısında tembel, teslimiyetçi ve aciz idiler. Olağanüstü durumlar karşısında (mesela yıldırım, sel gibi) kendilerini aciz hissederler çare olarak tabiat olaylarına taparlar, onların şerrinden korunmak için dua ederlerdi.

Sonra ilahi dinler geldi, Yaratan insanlara: “Düşünün, çalışın, her şeye boyun eğmeyin” dedi ama insanlar bu mesajları doğru anlamadılar, iyi uygulamadılar; eski bozuklarıyla yeni sağlamı harmanladılar, acayip bir inanç-amel sistemi oluşturdular.

 

Günümüzün Dünyası:

Bugünün Musevi, Hıristiyan ve Müslüman toplumlarında hala böylesi acayip bir yapı var. Çok acıdır ki, ilkel düşünce ve davranışlarla ilahi mesajların karışık olarak bulunduğu, en çok yaygın olduğu ve tabii en çok sıkıntılı ulus ve devletler,  Müslüman uluslar ve devletlerdir. Bunun sebeplerinden birisi şu olsa gerek:

Museviler sermaye ve kuvvetli milliyetçilikle, Hıristiyanlar “Reform ve Rönesans” hareketleriyle kendilerini bayağı topladılar. Müslüman halklar ve devletler ise tembellikleri, bozuk inançlarla sağlam inancı harmanlamaları, çok statükocu oluşları yüzünden toparlanamadılar.

Aslında İslam dünyasında İbni Sina, Farabi, İbni Rüşd gibi dehalar çıktı. Bu ve benzeri kişiler kendi zamanlarında İslam dünyasını bilim ve aklın öncülüğünde diğer dünya ve uluslara göre çok ilerilere taşıdılar ama bağnaz ve gerici kafalar buna set çektiler. 19. yüzyılın sonlarında, 20. yüzyılın ilk yarısında Muhammed İkbâl ve Mustafa Kemâl Atatürk gibi büyük zekâlar bizi bu çukurdan çıkarmak için uğraştılar, önemsenemeyecek başarılar da sağladılar ama kaderci, teslimiyetçi ve menfaatçi kesimler onlara set oluşturdular, mutluluk ve aydınlığa giden yolları kapattılar.

 

Günümüzün Türkiye’si:

Yukarıda insanların iki duruş içinde olduğunu yazdım. O iki duruşu gözlerinizin önüne getirin. Görürüz ki şimdi Türkiye’de o iki modelin ikisi de var.  Bunlardan biri bilime açık, aklını kullanıyor, üretiyor, alın teri döküyor, el emeği ile geçiniyor. Bu kesimin başı dik. Biz bugün Türkiye’de belli bir refah düzeyinde isek bunların yüzündendir. Güncel olduğu için bu kesimden bir örnek vereyim, sağlıkçılar. Bakın, tıp profesöründen hemşerisine kadar hepsi çalışıyor, Covit-19’un sebebini araştırıyorlar, hastaları tedavi ediyorlar, Korananın aşısını bulmaya çalışıyorlar vs. Maske mi lazım? Bazı Sağlık Meslek Liseleri maske üretiyor.  Bazı Endüstri Meslek Liselerinin ilgili bölümleri de öyle, faaller. Mesela Hatay’da bir Endüstri Merkez Lisesi solunum cihazı üretmeye başladı. Bazı Halk Eğitim Merkezleri de maske seferberliğine katıldılar. Bunlar gurur verici şeyler, insanı sevindiriyor.

Eğer biz (bizi yönetenler), sağlıkta her türlü olasılığı hesap ederek önceden daha fazla sağlık meslek lisesi, daha fazla endüstri meslek lisesi, daha fazla halk eğitim merkezi açsaydık ve bunları statik değil dinamik tutsaydık; bugün maske ihtiyacımızı çoktan kapatmış, başka ülkelere de gönderiyor olurduk.

Bahçemdeki karıncaları bir daha hatırlatayım; o karıncalar gelecek tehlikeyi sezerek, akıllarını kullanarak ve çalışarak yığınak yapmışlar. Öyle ise bizler karıncalardan geri değil, ileri düşünmeliyiz, yani yarınları düşünerek çalışacağız.

Türkiye Korana sıkıntısını yaşarken aklıma İmam-Hatip Liseleri, İlahiyat Fakülteleri, Kuran Kursları, Tarikat-Cemaat mahfilleri, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurum ve kuruluşlar geldi. Sağlıkçılar ve hatta çalışma ve üretmeye yönelik yan kurumlar, ilgili diğer kurum ve kişiler çalışırlarken bu dini kurum ve kuruluşlar, bunların milyonlarca insan gücü ne yapıyor? Hiç, “yan gelip yatıyor.”

Adım başı cami ve din görevlisi. Her yer İmam-Hatip ve Kuran Kursu. Peki, bizim ihtiyacımızı karşılayacak kadar Tıp Fakültemiz, Sağlık Meslek Lisemiz ve ihtiyacımızı karşılayacak sağlık elemanımız var mı? Yok. Şimdi gördük mü bizim hangi alanda daha çok okul ve elemana ihtiyacımızın olduğunu? İsraf deyince sırf çöpe atılan ekmeği düşünmeyeceğiz, mezun ettiğimiz halde alanında iş yapmayan on binlerce İmam-Hatip, İlahiyat mezunu gençlerimizi de düşüneceğiz.

 

Korana ve Diyanet:

Korana virüsüne karşı Diyanet’in insanları bilinçlendiren, topluma yarar sağlayan bir düşünce ve işi oldu mu? Ben görmedim, duymadım. Aksine Diyanet umre seferberlikleriyle bu virüsün Türkiye’ye daha çok girmesine, daha çok insanın ölmesine sebep oldu. Diyanet fiili olarak, başlangıçta bulaşıcı hastalıklardan korunma ile ilgili bir hutbe okuttu. Hepsi bu. Diyanet’in bu konuda yaptığı ve sürdürdüğü bir şey daha var. Minarelerdeki ses cihazlarından sürekli tekbir getirtmek, dua okutmak.

Koranaya karşı tekbir getirtmek; bana tuhaf geliyor. Mina’da şeytan taşlamak, mezarda cenaze gömmek gibi bir şey oluyor bu tekbirler. Ortalıktaki fiili durum ile bu tekbirlerin bir bağlantısı olması, yani bu dini girişimin bir mantığı olması lazım. Burada böyle bir mantık yok. Gece ezanları ve salaları da öyle. Hz. Muhammed’in hayatında böyle bir örnek varsa anlatın biz de bilelim. Ne var ki böyle bir örnek yok. Böylesi hallerde Diyanet ne yapmalı, ne yapabilir?

Mesela DİYANET TV ve diğer TV kanallarında İslamiyet’in sağlık ve bilime verdiği önemi aklı başındaki din bilginlerine anlattırabilir, Sağlık Bakanlığı’nın ihtiyaç duyduğu alanlarda Sağlık Bakanlığı’na yardımcı olabilir. Doktorlardan da yararlanarak İslam’ın konuya ilişkin bakışını yansıtan broşür ve bildiriler hazırlayıp evlere dağıttırabilir. İnanıyorum ki böylesi bir iş gece tekbirlerinden daha isabetlidir.

Ben Diyanet, İmam-Hatip, Kuran Kursu gibi kurumlara karşı değilim. Benim karşı olduğum böylesi kurumların haddinden fazla açılarak para ve insanlarımızın çöpe atılması, hurafeci ve bedavacı bir kitlenin yetiştirilmesidir.

Burada Diyanet ve ilgili tüm dini kurumların çalışanlarına şu ayeti hatırlatmak istiyorum: “Ve insana çalıştığından başkası yoktur.” (Necm: 53/39)

Gördüğümüz gibi İslam’da tembellik yok. Çalışmak var. Ayette geçen çalışmak sözcüğü, Arapçada: KOŞMAK, KOŞUŞTURMAK anlamlarını da taşır.

Çalışma” sözünü sırf bedenen çalışma olarak düşünmeyelim. Çalışmayı; zihni çalıştırmak, aklı kullanmak, durmaksızın yeni ve farklı şeyler düşünmek olarak da anlayalım. Çünkü İslam dünyasının geri kalış nedenlerinden birisi de; aklın tembelleştirilmesi, dünkü düşünce ve hayatla bugünü geçiştirmeye kalkmasıdır.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!