Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Diyanet, Şeyh, Mürit, Felsefe

Diyanet, Şeyh, Mürit, Felsefe

Diş doktoru bir dostum çoktandır; Hocam şu şeyh-mürit ilişkisini dini yönden yazsanıza” dedi durdu. Gecikmeli de olsa yazıyorum. Yalnız şunu ifade edeyim ki, konu bir yazıya sığacak hacimde değil, başlı başına bir kitap konusu. Kısa da olsa bildiklerimi ve düşündüklerimi yazayım.

Şeyh kelimesi Arapçadır; ihtiyar adam, bir tekke veya zâviyede reislik eden ve müritleri bulunan kimse, kabile ve aşîret reisi demektir.

Mürit kelimesi de Arapçadır; irâde eden, emreden, buyuran, bir şeyhe bağlı olan kimsedir.

Tasavvuf kültüründe şöyle bir söz var: “Şeyhin önündeki mürit, Gassâl’ın (ölü yıkayıcının) önündeki meyyit (ölü) gibidir.”  

Bu anlamlar ve söz üzerinden düşünmeye başlayalım.

Kuran’da ve Hz. Muhammed’den bize gelen sözlerde, Hz. Muhammed’in hayatında “şeyhe bağlanma” diye bir buyruk. Tam aksine İslam Dini Müslümanları doğrudan bir şeyhe değil; doğrudan doğruya, aracısız olarak, yalnızca Allah’a sağlanmayı, Allah’a tapınmayı, sadece Allah’tan yardım dilemeyi ister. (Fatiha: 1/5)

Hz. Muhammed İslam’ı insanlara mescitte, çarşı-pazarda, yolculukta, nerede gerekiyorsa orada öğretmiştir. Peygamber döneminde Müslümanlar namazlarını mescit veya evlerinde kılıyorlardı. Peygamber ve halifelerinin döneminde Müslümanların hayatında bugünkü gibi “Şeyh-Mürit” ilişkisi yoktu. Herkes öğrendiği ve kabul ettiği İslam Dini’ni kendisi yaşardı.

Hz. Muhammed Müslümanlara hiç: “Bir şeyhe gideceksiniz, ondan el alacaksınız. Namaz ve zikirlerinizi şeyhlerden öğrenin. Bunları yaparken şeyhinizi hatırlayın. Şeyh sizi Allah’a yaklaştırır, şeyhler sana yol gösterir. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, …” demedi. “Dinde yol göstericiniz Kuran’dır, örnek alacaksanız beni örnek alın” dedi. Yani şimdiki tarikatlarda yaşanan şeyh-mürit ilişkisi İslam’da yoktur. Olsaydı Allah bildirirdi.

Allah Kuran’da; “Bugün sizin dininizi tamamladım…” (Maide: 5/39 diyor. Eksiksiz din (İslam, Kuran) önümüzde duruyor. Öyle ise biz; şeyh, mürit, tarikat, cemaat olayları ve ilişkilerini İslam’a göre, Hz. Muhammed’in bize öğrettiği gibi öğreneceğiz ve olduğu gibi benimseyeceğiz.

Mürit kelimesi Arapça R V D kelimesinden türemiştir. İrâde kelimesi de bu köktendir, “isteyen, özgür iradesiyle karar veren” demek anlamına gelir. R V D, insanın kendi kararıyla bir yönde kendi kendine gidip gelmesi, iki şeyden birini seçmesi (istek) demektir. Burada kişinin “hür/özgür iradesi” var. Allah insanları serbest bırakmış, “insan kendisi karar versin” demiş. Bu, ‘insan başkasının yönlendirmesiyle hareket etmesin demek oluyor. Şeyhlerin karşısındaki müritler ise özgür hareket edemiyorlar. Şeyhler de müritlerinin iradelerini güçlendirme yönünde değil; onları baş eğen, her söyleneni uygulayan kişiler olmaları yönünde eğitiyorlar.

İslam düşünürleri ve hukukçuları bir iman ve ibadetin makbul (geçerli) olması için o iman ve ibadetin irâde mahsûlü olmasını yazarlar ve bununla ilgili birçok ayeti delil gösterirler. “İslam’da zorlama yoktur…” (Bakara: 2/256) Zorlama ile yapılan iman ve ibadet geçerli değildir. İman ve ibadette Allah’ın rızası değil de birisinin rızası aranırsa (riya/gösteriş yapılırsa) buna riya denir. İslam’a göre riya şirk (büyük günah) tir.

İslam dininde şöyle de bir kural var: Kişi inanırken, Yaradan’a kulluk yaparken aklını kullanacak. Aklını kullanmayan Allah tarafından kınanır. Şeyh-mürit ilişkilerinde aklın bırakıldığını, tümüyle şeyhe bağlanıldığını görüyoruz.

Durum böyle iken ülkemizdeki şeyh ve Müslümanların bir bölümü:

“Kuran ve Peygamber her şeyi açıklamamıştır. İnsan tek başına sapıtır. Bir Mürşid-i Kâmil’in önüne diz çökmezsen olmaz. Şeyh seni hamur gibi yoğuracak. Şeyhin önünde ağzın gözün olmayacak” mantığıyla hareket ediyorlar; İslam’a ters laflar ediyorlar, dinde olmayan bir şeyi varmış gibi gösteriyorlar. Böylesi düşünceler Çin, Hint, Eski Yunan, Musevilik, Hıristiyan gibi yer ve dinlerden gelmiştir.

Türkiye’deki müritler şeyhleri karşısında ezilip büzülüyorlar. Şeyhin iline ayağına kapanıyorlar. Titriyorlar. Ağlaşıyorlar. şeyh ne derse inanıyorlar… Bu davranışlar cahilcedir, insan onurunu yok eder. Hz. Muhammed elini öptürmezdi. Karşısında heyecanlanan müminlere: “Rahat dur, ben de senin gibi bir anadan doğdum” derdi. İslam’a göre mutlak büyük Allah’tır, mutlak itaat yalnızca Allah’a yapılır. Şeyhin elinde mevta olanın köleden farkı yoktur. İslam’a ve insanlığın kazanımlarına göre düşünceden davranışa kadar tüm kölelik kalkmıştır. İnsanlar eşittirler; herkes hür doğar, hür yaşar, hür ölür.

Allah diyor ki: “…Yalnız benden korkun…” (Bakara: 2/150)

İslam’daki Allah inancı özetle şöyle: “Allah birdir, soyuttur, eşi benzeri yoktur, var olan her şeyi besleyip büyütür. Allah’a ortak koşulmaz. Allah’ın “oluru” olmadan kimse kimseye zarar veya yarar veremez. “Allah kuluna yetmez mi? Seni O’ndan başka şeylerle korkutuyorlar…” “Allah’ın doğru yol gösterdiğini de saptıracak bulunmaz…” (Zümer: 36-37)

T.C.’inin Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurum var. Bu kurum Kuran’ı ve Hz. Muhammed’di dosdoğru öğretmiyor. Böylesi ayetleri fazla okutmuyor Müslümanların inanç ve ibadetlerini bozan tarikat-cemaatlerin, şeyhlerin ve ilgili müritlerin sapıklıklarını hutbe ve vaazlarında yeterince açıklamıyor. Hatta Diyanet, hazırlattığı tarikat-cemaat raporlarında, kimi tarikat-cemaat kesimlerini “kapalı” anlatımlarla; “İslam ve tasavvuf geleneği” gibi ifadelerle destekliyor.

Böyle bir Diyanet’e “hukûken meşrûdur” diyebiliriz ama “dinen meşrudur” diyemeyiz. Bu yüzden, inanan yahut inanmayan kim ve hangi kesim den olursa olsun, herkesin, Diyanet’i “Gerçek Diyanet yapma” gibi bir düşünce taşıması, ülkemize yararlı bir kurum yapmak için çaba harcaması gerekiyor.

8 Aralık 2020 günü akşam bir TV kanalında Diyanet’te Vaiz olarak fiilen görev yapan birisini dinledim. Adam alenen: Düşünce/Felsefe düşmanlığı yapıyor. Türkiye’nin inanç-ibadet sahibi Müslümanları bu Vaiz’in sakalını da ölçü alarak dediler (veya diyecekler) ki:

“Ne Müslüman adam. Kılık kıyafeti güzel. İmam-Hatip ve İlahiyat Fakültesini bitirmiş. Tahsilli. İslam’ı ve Müslümanları savunuyor…”

Halkımız böylesi adamlar yüzünden düşünce ve felsefe düşmanı oluyor. Böylesi adamlar geri kalışımızın temelleri üzerine yeni taşlar-tuğlalar konuyor. Türkiye, Diyanet kafası ile de “Karanlık Oda”, “Penceresiz Medrese” oluyor.

Kurum olarak Diyanet’i, şahıs olarak bazılarını aşağılama gibi bir niyetim yok. Ancak bilmeliyiz ki bize: “Huzur yolu, cennet yolu” diye gösterilen yolun sonu “huzursuzluktur, cehennemdir.” Ben böyle düşünüyorum.

Şeyhlik ve müritlik sistemi Türkiye Cumhuriyeti’ni Kabile Devleti, Türk Milleti’ni Kabile Toplumu yapma noktasında tehdit eder oldu.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!