Kentlerin kimliklerini koruyabilmesi ve kimliklerine uygun gelişebilmesi, tarihi, mimari, sosyal ve kültürel boyutlarının ihmal edilmemesine bağlıdır.
Kentler kendilerini oluşturan ekolojik, kültürel ve sosyal etmenler yanında sahip oldukları hafıza ve de geçmişin izleriyle diğer kentlerden ayrılırlar.
Kentlerin bozulmamış doğası, tarihi mekanları ve kültürel çeşitlilikleri yerli ve yabancı turist için her zaman bir çekim merkezi oluşturmuştur.
Tarihi bir kenti ziyaret ettiğinizde sadece yaşanan tarihi olayların mekansal izlerini aramaz, kentin kültürünü de yaşamak istersiniz.
Kent hafızası insanlarına aidiyet duygusu verir ki, bütün bu yaşanmışlıklar ve birikimler kültürel mirası oluşturur…Pek çok turizm çeşidi de bu yaşanmışlıklardan beslenmektedir.
Bu bağlamda özellikle korunmuş bir doğal çevreye sahip, ekolojik olarak değerli olan tarihi kentlerin turizm üzerinde pek çok etkisi vardır. Ülkemize baktığımızda çoğu kentimizin, korunmadığını, tarihi ve kültürüyle hiç örtüşmediğini dolayısıyla bu etkiyi yitirdiğini görüyoruz.
Halbuki tarihi kimliği korunmuş, hafızası yüksek olan kentler günümüz çağdaş kentlerinden çok daha değerlidir.
Bu nedenledir ki dünya üzerinde en büyük koruma hareketlerinden biri olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), 1972 yılından beri dünya üzerindeki değeri tescillenen tarihi kentleri koruma altına almıştır.
Tarihi kentler; en önemli miras, kültürün üzerindeki etkilerini koruyan ve yaşatan açık hava müzeleridir.
Küba’nın Başkenti Havana’nın tarihi kent dokusunun olduğu gibi durduğunu görünce sormuş, Havana’nın da koruma altına alınan kentlerden olduğunu öğrenmiştim. Her ne kadar birçok tarihi yapısı harabe halinde olsa da, en azından yıkılıp yerine sözde çağdaş binalar yapılmamış. Belki de bu yüzden, onca yoksulluğuna rağmen kentin ruhu sizi büyülüyor.
Ülkemizde birçok tarihi kentimiz rant uğruna talan edilmiş, çarpık kentleşmenin ve küreselleşmenin etkisine yenik düşmüş durumdadır.
Keşke İstanbul ve Trabzon gibi illerimiz de “Havana ve Roma gibi” “tarihi kent” yapısını koruyabilseydi. Turizmde iddiası olan tarihi kentlerimiz olarak, her iki ilimiz de son derece çirkin görüntülere sahip.
Trabzon tarihi ve doğal çevreye sahip özel kentlerimizden birisidir.
Lakin bu özelliği betonlaşma ile son yıllarda da turizm yatırımı bahanesiyle yok edilmiş, edilmeye de devam ediliyor. Tabi bu konuda tek suçlu siyaset, müteahhitler ve yerel yönetimler değil, bu talana susan zaman zaman da pay almak adına destek veren yerel halk da oldukça suçlu.
Halkın turizmin sağladığı avantajlara kapılarak kent çevresindeki tarım alanlarından ve hayvancılık gibi geçim kaynaklarından vaz geçmesi, köyü ve toprağı ile bağının kopması, kültürel değerlerinden uzaklaşması demektir. Tarihi yapısının yanında yerel kültürdeki bozulma, o yerin turizm olarak çekiciliğini yitirmesine neden olacaktır.
Son yıllarda turizmin çeşitlendiğini, özellikle sağlık turizminin de ülkemizde önemli bir yer edindiğini görüyoruz. Şu bir gerçek ki, turizm ne kadar çeşitlenirse çeşitlensin, kentinize gelen turistler, tarihi ve kültürel farklılıklarınızı da tanımak ve yaşamak isteyecektir. İşte bu isteği harekete geçirecek olan kentinizin özgünlüğüdür.
Sonuç olarak; Kentlerin kimliklerini koruyabilmesi ve kimliklerine uygun gelişebilmesi, tarihi, mimari, sosyal ve kültürel boyutlarının ihmal edilmemesine bağlıdır.
Ayrıca, bir kentin kimliğinin oluşumunda son derece etkin olan kent sakinleri de kentin planlama stratejilerine yön verebilmeli, yerel seçimlerin yaklaştığı şu günlerde, kentine nasıl ve hangi düşünceyle sahip çıkılacağını bilmeli, yerel yönetimleri de buna göre belirlemeli…