Feridun Yıldız
Feridun Yıldız

Öcalan ağzındaki baklayı çıkardı

Değerli okuyucularım; “Biz Bu Ülkeyi Kürtçülerle Birlikte Kurtarmadık” başlıklı yazımız okuyucu çevresinde pek çok kimsenin umduğundan fazla ilgi topladı. Geçen yazımızda Avustralya’dan Fâzıl Bey’in mektubunu yayınlamıştık. Yazımızı aynen sütuna taşıyan Merhaba Gazetesi(Konya) köşe yazarı Hüzeyme Yeşim Koçak ile Memleket Gazetesi(Konya) köşe yazarı Dr. Ufuk Karadavut’a duyarlılıklarından dolayı teşekkür ederken yazımızı internet sitelerine taşıyan site sorumlularına teşekkürü borç bilirim.

 

Şu anda devletin üst kademelerinde görev yapan fakülteden bir arkadaşım görüşlerime katılmadığını ortaya koyan bir elektronik posta göndermiş. Mektubunda, “Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında Diyarbakır’dan katılıp ölenler az diye böyle bir başlık kullanmanız doğru mu?” diye bir soru yöneltmiş ve ardından da Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundaki Mutabakat zaptının delinip delinmediğini sormuş.

 

Üst bürokrat arkadaşıma cevap veren, 1980 öncesinde diğer bir arkadaşım ona hitaben, “Feridun’un Kurutuluş Savaşı’nda Güney Cephesini kimlerin kurduğunu, kimlerin şehit olduğunu bilmemesi mümkün değil. O sayıların nerede ve nasıl tespit edildiğini iyi incelemek gerekir. Birinci Dünya Savaşı’nda özellikle Yemen(Güney Cephesi) şehitlerine baksın. Yemen, Kanal, Filistin, Suriye Irak Cephelerinde savaşanlar da Osmanlı Devleti askerleriydi” demiş. Sevgili arkadaşım, MSB Arşivleri Genel Müdürlüğü 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan 1983 -1997 İç Güvenlik Harekâtın’a kadar şehit düşmüş yaklaşık 130 bin Türk askerinin kimlik bilgilerini 5 cilt halinde yayınlamıştır.

 

Sevgili üst bürokrat kardeşim biz o yazıda şehirler arasındaki şehit sayılarının farkını ortaya koyarken bölücülük yapmayı düşünmedik, Türkiye’yi bölmek isteyen çevrelerin yürüttüğü “biz beraber çarpıştık, beraber şehit olduk, bu ülkeyi beraber kurtardık; o halde bu devletin iki tane kurucu milleti vardır, bu da anayasada belirtilmelidir” psikolojik harekâtını çürütmek amacını güttük. Bunu yapmasaydık nüfusuna göre en fazla şehidi vermiş olan, senin de memleketin Kastamonu’ya haksızlık etmiş olurduk.

 

Sevgili kardeşim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda imzalanmış olan mutabakat zaptı 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilâtı Esasiye(Anayasa) Kanunu’dur. Abdullah Öcalan da aynı mutabakata sahip çıkıyor.

 

15 Ağustos’ta bir “yol haritası” açıklayacağını önceden bildiren, fakat aynı gün avukatlarınca bu çalışmanın daha henüz yapılmamış olduğu açıklanan Öcalan’ın avukatları tarafından basına sızdırılan bilgilerden anlaşılacağı üzere Öcalan hedeflerini bizim tahmin ettiğimiz şekilde açıklamakta. Gazetedeki haber aynen şu şekilde:

 

“Demokratik yeni bir anayasa hazırlanmalı ve bu yeni anayasada Kürt kimliği açık bir şekilde yerini almalı. 1921 Anayasası’nın ruhunu barındıran bu yeni anayasada Kürtler devletin temel kurucu ögelerinden biri olarak tanınmalı. Kürt kimliğinin anayasal metne girmesi ve Kürtlerin anayasal özgürlüğünün sağlanması halinde PKK’nın silah bırakması söz konusu olabilir. Devletin, PKK kadrolarına demokratik siyaset yapma yolunu açması gerek.” (Hürriyet, 16 Ağustos 2009)

 

1921 Anayasası 20 Ocak 1921 tarihinde imzalandığı şekli ile bir devletin kurucu anayasası değildir. Bu Anayasa savaş yürüten TBMM’nin çalışmalarını nizama sokmak amacı ile çıkartılmış ve 29 Ekim 1923’de Anayasa’nın 1. maddesine “Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir” cümlesi eklenirken 2. maddesi de “Türkiye Devletinin Dini İslâm’dır. Resmî lisanı Türkçedir” şeklinde değiştirilmiştir.

 

20 Ocak 1921’de henüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmadığı için “vatandaşlık” hukuku ile ilgili düzenlemeler 1924 Anayasası’ndan itibaren yapılmıştır. 20 Nisan 1924 Tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun gerekçesinde 1921 Mutabakatı’nı kabul eden devlet kurucularının “Türk” kavramından ne anladıkları çok açık bir şekilde bellidir:

 

“Devletimiz bir Devlet-i millîyedir. Beynelmilel veyahut fevkalmilel bir Devlet değildir. Devlet, Türk’ten başka millet tanımaz. Memleket dahilinde hukuk-u mütesaviyeyi haiz başka ırktan gelme kimseler bulunduğundan bunların ırkî mübayenetlerini mâni millet tanımak caiz olamaz… Her yeni millet gibi Türk milleti de aynı ırktan gelmeyen efradı muhtevi olabilir. Ancak Türklük camiasıdır ki bütün urûku(ırkları) cemetmek kabiliyetini haizdir.”

 

1024’ten 1982’ye kadar Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Türklüğün ve vatandaşlığın tanımı aynıdır:

 

1924 Teşkilât-ı Esâsiyyesi

 

MADDE 88.- Türkiye ahâlisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibâriyle (Türk) ıtlak olunur.

 

1945 Anayasası

 

MADDE 88.- Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir.

 

1961 Anayasası

 

MADDE 54.- Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

 

1982 Anayasası

 

MADDE 66.– Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

 

Anayasamıza göre, Millet sübjektif unsurlarla nitelendirilen bir topluluktur. Her şeyden önce, ortaklaşa yaşama şuurunda birleşmiş fertlerin topluluğudur. Zira, milleti yapan fertler “kaderde, kıvançta ve tasada ortak”dırlar. Milletin fertleri “Milli şuur ve ülküler”de birleşmiştir(Prof. Dr. Bülent Nuri Esen, Anayasa Hukuku-Genel Esaslar, Ankara 1970, s. 147)

 

Kamu Hukuku’na göre Devlet’in öncül ve nesnel unsurları beşerî(insan topluluğu, halk veya ahali) unsur ve fiziksel(ü1ke, toprak parçası) unsur olarak ikiye ayrılmaktadır(Doç. Dr. Yahya Kâzım Zabunoğlu, Kamu Hukukuna Giriş – Devlet(Tanım-Kaynak-Unsurlar), Ankara 1972, s.75). Devleti uran beşeri unsur(millet, halk) fiziksel unsurun(ülke) sahibidir.

 

Öcalan’ın istediği gibi devletin kurucu unsurları olarak Türkler ve Kürtlerin anayasada belirtilmesi halinde Türk vatandaşlığının tanımı etnik esaslara dayanacak: toplum “Türk” ve “Kürt” olmak üzere ikiye bölünecektir.

 

Olay sadece toplumun bölünmesiyle kalmayacaktır. Bu model Tito dönemi Yugoslavyası’nda uygulanmış, Tito’dan sonra Yugoslavya Anayasa’da belirtilen kurucu milletlerin ayrılma iradesi ortaya koymaları üzerine Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Makedonya Cumhuriyeti, Karadağ, Slovenya ve Kosova olmak üzere yedi devlete bölünmüştür.

 

Yugoslavya döneminde anayasada, Arnavutlar ve Türkler, Makedonlarla birlikte devletin kurucu unsuruydular. Oysa 1991’deki yeni Makedonya Anayasasında, Arnavut ve Türkler, artık, azınlık statüsündedirler; çünkü, bu anayasaya göre kurucu millet olabilmek için yüzde 24’lük bir nüfus oranına sahip olma şartı öngörülmektedir.

 

Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı’nı sona erdiren antlaşma olan Kasım 1995’de imzalanan Dayton anlaşması kanlı bir savaşı sona erdirdi, ama ülkeyi ikiye böldü. Bir yanda bir Sırp Cumhuriyeti, diğer yanda da Boşnak-Hırvat Federasyonu kuruldu.

 

Devletlerarası Hukuk literatürüne “Çekoslovakya tipi bölünme modeli” olarak geçen Çekoslavakya’nın tek bir kurşun atılmadan “Çek Cumhuriyeti” ve “Slovakya” olarak ikiye bölünmesi de “iki kurucu millet” esasına göre gerçekleşmiştir.

 

Öcalan’ın bu isteği iktidarın sivil anayasa hazırlama sürecinde çok önemlidir, zira, benzer tanımlamalar AKP çevrelerinden de gelmiştir. Bu tarzda bir değişikliği ABD ve AB olmak üzere bütün Batı ülkeleri de desteklemektedirler. Batı Sevr’de elde edemediklerini şimdi demokratik yoldan elde etmek istemektedir.

 

İki kurucu milletli bir Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin ne olabileceğini düşünmek dahi istemiyorum. Karar okuyucunun.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!