Darbelerin tarihi siyasetin tarihi kadar eskidir. Jül Sezar bir darbe kurbanıdır. O ve bazı Roma imparatorları iktidara darbeyle gelmiştir. 1799’da Napolyon da Fransa’da iktidarı bir darbeyle ele geçirmişti. Antik Yunan ve Hindistan kentlerinde darbeler fazlasıyla yaygındı.
20. asrın sonlarına doğru darbeler başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere Latin Amerika, Asya, Afrika ve Avrupa’da bir hayli yaygınlaştı. 1980’lerden sonra toplumlarda darbeleri oluşturan şartların bertaraf edilmesiyle darbeler daha az sıklıkla görülmeye başlandı.
Darbe; teknik olarak bir ülkede var olan iktidarın ve rejimin işleyiş biçiminin gayri demokratik olarak değiştirilmesi demektir. Darbeler geniş halk kitlelerinin desteği olmadan yapılması ve köklü bir değişim hareketi olmaması sebebiyle devrimden ayrılır. Darbeler sadece darbeyi yapan kadro için meşruiyet taşır, ancak bu meşruiyet darbeci kadrolar tarafından geniş halk kitlelerine kabul ettirilmeye çalışıldığı için bünyesinde şiddet unsurlarını da taşır.
Darbeler ağırlıklı olarak askerler tarafından yapıldığı için darbe denince ilk akla gelen kavram askeri darbe kavramıdır. Askeri darbe, devletin emrindeki resmi askerî kurumlara mensup kişi ya da kişilerin ani olarak anayasal olmayan yollarla mevcut hükûmeti devirmesi ve iktidara el koymasıdır.
Askerî darbeleri yapan kadroların gerekçeleri genelde ülkenin sivil iktidarlar tarafından yönetilemediği ve rejimin bir çıkmaza girdiği şeklinde olmakla birlikte 20. ve 21. yüzyıllarda görülen askeri darbeler aynı zamanda güçlü devletlerin zayıf devletler üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmeleri için tercih edilen bir yol olarak da karşımıza çıkar.
Örnek vermek gerekirse Şili’de Salvador Allende hükûmetinin devrilmesi ve Allende’nin öldürülmesiyle sonuçlanan darbenin arkasında CIA’nin olduğu ortaya çıkmıştır. ABD, 2002’de Venezuela’da oy çokluğu ile seçilmiş olan Hugo Chavez’e karşı ABD destekli bir darbeyi organize etmiştir.
Türkiye’de yapılan darbe, muhtıra ve post-modern darbelerde aşağıdaki Amerikan menfaatlerinin gözetilmesi adına ABD’nin katkısı siyasî ve akademik çevrelerde çiddî olarak tartışılmaktadır.
a) 27 Mayıs 1960’ta son dönemlerinde SSCB ile ekonomik ilişkilere giren iktidarı sona erdirmek.
b) 12 Mart 1971’de sol bir cuntanın idareyi ele almasını engellemek.
c) 12 Eylül 1980’de NATO’nun askerî kanadından 1974’te çıkan Yunanistan’ın, karşılığında Türkiye’ye hiçbir taviz verilmeden 1981’de Türkiye aracılığı ile Yunanistan’ın tekrar NATO’ya kabulü.
d) 28 Şubat 1997’de BOP Projesine evet diyecek ve ABD’nin Irak’ı işgalinde işbirliği yaparak, stratejik ortak olacak bir iktidara yol açmak.
Peki, darbeyi sadece askerler mi yapar?
21. yüzyıl tarihi bu soruya evet dememizi engelliyor. 11 Kasım 1799’den 18 Mayıs 1804’e kadar Fransa Konsülü olarak Fransa Cumhuriyeti’nin ilk başkanı, sonrasında da 18 Mayıs 1804 ile 6 Nisan 1814 arasında Napolyon I adını alarak Fransa İmparatoru ve İtalya Kralı olan Napolyon sivil bir darbe yapmıştır. Benito Mussolini ve Adolf Hitler de siyasal sistem içerisinde iktidara gelmişler ve ülkelerinin rejimini katı bir faşizme dönüştürmüşlerdir. Demek ki sivil siyasetçiler de darbe yapabilmektedirler. Bu liderler; ülkelerinin rejimlerini dönüştürmeden İtalyan ve Alman orduları tarafından iktidardan indirilseler idi belki dünya II. Dünya Savaşı ile tanışmış olmayacaktı. Bu varsayımla siyasî etik açısından anılan liderlerin hareketleri mi yoksa ordularının hareketleri mi meşrû olacaktı, düşünmek lâzım.
Son zamanlarda kamuoyunda polisin de darbe yapabileceği inancını kuvvetlendiren kanaatlerin sebeplerinin bazıları şunlardır:
a) Görevi sadece şehir ve beldelerde iç asayişi temin etmek olan emniyet güçlerinin, başbakan tarafından devletin ve rejimin garantisi olarak görülmesi.
b) Son yıllarda yürütülen organize suçlarla ilgili davaların adalet sisteminden daha çok polis tarafından yönlendirildiği iddiaları, takipsiz telefon dinlemeleri ve zanlıların gözaltına alınma biçimleri.
Darbe söylentileri ile rejimi sıkmak ve iktidara muhalif olan her kesimden vatandaş kitlesi üzerinde bir “korku imparatorluğu” kurmak, sivil darbe değil de nedir?
Şimdi tekrar düşünmek gerekiyor, Türkiye’de müesses rejimi ve devleti kuruluş felsefesiyle ayakta tutmak için demokratik tepkileri ortaya koymak mı darbe yoksa kuvvetler ayrılığı prensibini yok sayıp, devleti yöneten erkleri siyasî manipülasyonlarla kendine bağımlı hale getirip, muhalefeti etkisizleştirmek mi darbedir?