Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, şahitliği sevmeyen, dostlar alışverişte görsün mukabili düşene, şaşana, hastaya, fakir ve fukaraya yardım ediyormuş gibi görünen anlaşılması kolay olmayan tuhaf bir şehir varmış.
Şehrin orta halli sayılan mahallelerinden birinde yaşayan oldukça yaramaz bir çocuk varmış. Onun yaramazlıklarından, çevreye verdiği rahatsızlıklardan mahalleli illallah etmiş. Ne anası ne de babası yapılan şikayetleri dikkate almıyormuş. Çocuktur yapar. Siz hiç çocuk olmadınız mı, diye çocuklarını savunuyorlarmış. Çocuk öylesine zorbaymış ki, dükkanları dağıtır, unları döker, yağları oraya buraya saçar, mahallenin çocuklarını döver. Kızanlara söver, camını çerçevesini indirirmiş. Babası, şikâyet edenin şikayetini dinler, zarar ziyan neyse öder, oğlunun hallerine güler geçermiş. Yaramaz çocuk şımardıkça şımarmış, Önüne geçilemez olmuş.
Aradan yıllar geçmiş…O yaramaz çocuk, iri yarı ele avuca sığmayan, laftan sözden anlamayan, kimseyi dinlemeyen durulacağına, sakinleşeceğine daha da kötü biri olmuş. Gücü kuvveti yerindeymiş. Bedestene girip, dükkanları dağıtıyor, mani olanın, dur diyenin kolunu kanadını kırıyor, küfürler ediyor, dükkan içinde ne var ne yok, tekmeliyor, kırmadık, dökmedik bir şey bırakmıyormuş.
İnsanlar yok mu bu zorbayı durduracak diye kara yaslara bürünmüşler. Zorbanın küfürbazlıkta da üstüne yokmuş. Ne zindanda yatmak uslandırmış ne de nasihat. Babası pişmanım dese de anası oğluna laf söyletmiyor, benim oğlumun altın gibi kalbi vardır. Onu tanımıyorlar, suyuna gitmiyorlar diye oğlunu övdükçe övüyormuş.
Dayısı, çıkmış gelmiş delikanlının anasının yanına, ablam demiş, biz bu çocuğu evlendirelim. Belki uslanır, tuz torbası başına geçince sakinleşir, mesuliyet sahibi olur ne dersin. Bu fikir hemen herkesin hoşuna gitmiş gitmesine de şehirde hiçbir aile kızını delikanlıya vermemiş. Aileler, yazık kızımıza demişler. Kızdı mı döver, söver ya ortada bırakır, ya da getirir alın kızınızı diye kapımıza atar geçer.
Delikanlı demek demiş bana verecek kızınız yok ha diye, ben o kendini bilmeze, hadsize kız vermem diyen ailelerin kapılarını yumruklamış, tekmelemiş, ne oluyor diye dışarı çıkanları dövmüş, yerlerde sürüklemiş. Muhafızlar yetişmişler. Atmışlar delikanlıyı zindana.
Zindancı başı, bıktı bu şehir senden demiş. Vali Paşa seni bu şehirden sürgün edecek diyorlar. Ne senin derdin, anan baban hastalar oldu. Bela mısın sen demiş. Bak bu zindan benim sorumluluğumda. Bir olay daha çıkarırsan, senin kemiklerini kırmak boynumun borcu olsun.
Delikanlı saldırmış Zindancı başına yumruklamış. Zindancı başının adamları öyle bir dövmüşler ki, atmışlar bir kenara. Her gören öldü gözüyle bakmış. Sonra anasına babasına demişler ki, oğlunuz zindanda bir kavgaya karıştı. Öldü. Başınız sağ olsun. Delikanlının hareketsiz bedenini atmışlar şehirden çıkan bir arabaya. Araba gecenin karanlığında çıkıp gitmiş şehirden bilinmeyen bir yere.
Aradan on gün kadar geçmiş. Anası ve babası kaderlerine razı olmuşlar. Oğlumuzun akıbetinin böyle olacağı belliydi, su testisi su yolunda kırılır derlerdi, çocuk belayı üzerine çekmek için elinden geleni yapıyordu diye ağlaşmışlar günlerce.
Aynı günlerde, delikanlı gözlerini hiç bilmediği bir diyarda açmış. Doğrulmaya çalışmış, acıdan iki büklüm olmuş. Yattığı odaya bir genç kız gelmiş. Çok şükür gözlerini açtın demiş, herkes senden ümidini kesmişti.
Ne oldu sana böyle kırılmadık yerin kalmamış. Babam bu diyarın en tanınmış şifacısıdır. O olmasaydı zor açardın gözlerini. Delikanlı konuşmaya çalışmış, konuşamamış. Kız, kime ne ettin bu kadar demiş. Seni getiren araba, şehrimiz bunun kadar edepsiz, bunun kadar zorba, bunun kadar kendini bilmez birini hiç görmedi. Bırakın, ellemeyin de gebersin, şehrimiz bela saçan bu gençten kurtulsun diye bıraktı gitti seni. Babam yine de seni iyileştirmeye çalıştı.
Delikanlı bir ay kadar yatmış. Önce doğrulmuş. Sonra elini kolunu hareket ettirmiş, ardından yürümeye çalışmış. Altı ay kadar şifacı ve kızının yanında hayatta kalma mücadelesi vermiş.
Aylar sonra birkaç kelime konuşmaya başlamış. Kafasında yarıklar, yüzünde derin yırtıklar kapansa da her birinin izi kalmış. Kendini toparlaması ancak bir yıl sonra olmuş. Şifacı, delikanlıyı almış karşısına, sana demiş bir yıldan fazla kızımla birlikte baktık. Ben oldukça yaşlı bir adamım. Sen ise güçlü kuvvetli bir adamsın. Sana bakmamın karşılığında tek bir isteğim var. Kızımla evleneceksin. Hayır deme, itiraz etme hakkın yok.
Delikanlı başıyla evet anlamında bir işaret yapmış. Sonra kız gelmiş. Babası, kızım demiş, seninle evlenmeye razı oldu. Ertesi gün birkaç kişinin şahitliğinde evlenmişler. Delikanlı bu hayat demiş benim ikinci hayatım. Aynalara bakamıyorum. Sen nasıl bakıyorsun benim yüzüme. Ben yaşadığım şehirde hem ana-babama hem de insanlara çok eziyet ettim. Kırmadığım dökmediğim insan kalmadı. Zorbalık yaptım, insanlara sövdüm. İtiraz edeni dövdüm. Hiç kimse bana kızını vermedi. Şifacı baba, benim hakkımda her şeyi bildiği halde seni bana verdi. Bana nasıl güvendin?
Kız sen demiş o kadar çok inledin, o kadar çok sayıkladın ki, o sayıklamaların içinde pişmanlık vardı, tövbe vardı, bir daha eskisi gibi olmayacağım diye ettiğin dualar vardı. Seninle evlenmemin sebebi bu. Doğruyu bulduğunu düşündüm. Delikanlı ben demiş çok deli dolu bir hayat sürdüm. Sana söz, bundan böyle kavga yok, küfür yok, bağırma-çağırma yok. Bunların hiçbirini bende görmeyeceksin. Benim böyle bir imtihandan geçmem gerekiyormuş demek ki.
Şifacı babanın küçük bir dükkânı varmış. Birkaç kendini bilmez yapışmışlar yakasına. Delikanlı bir anda karşılarına çıkınca, uğursuz suratlı adam demişler, her biri çil yavrusu gibi dağılmışlar.
Delikanlı eline bir ayna almış bakmış yüzüne. Darmadağınık uzun saçları, yüzündeki derin çizgiler, göreni korkutacak bir haldeymiş. Oturdukları mahallede, o uğursuzla kimse tartışmasın, geldiği diyarda astığı astık, kestiği kestik biz zorbaymış diyorlarmış.
Aradan beş yıl daha geçmiş. Delikanlı ve şifacı babanın kızının bir oğlu olmuş. Delikanlının doğup büyüdüğü şehirden bir gelen olmuş. O gelen seni demiş arabayla bu şifacıya getiren benim. Eski halin olsa haber bile etmezdim. Anan çok hasta, baban hiç kimseyle konuşmuyor. Seni bu halinle tanıyan olmaz, gel seni götüreyim. Delikanlı almış karısını, almış oğlunu, almış yanına şifacı babayı. Çıkmışlar yola.
Bir öğle vakti, şehrin kapısından girmişler şehre.
Araba evlerinin önünde durmuş. Üç yaşlarında olan çocukları açık olan kapıdan girmiş içeri…
Yatakta yatmakta olan kadın. Hoş geldin çocuk demiş. Ne oldu kayboldun mu sen? Kadının başında sessiz sedasız oturan yaşlı adamın yanına gelen çocuk, adamın kolundan başlamış çekmeye…
Dur oğlum diye şifacının kızı girmiş içeri ardından da şifacı gelmiş kadının yanına. En sonra da delikanlı girmiş içeri.
Hasta kadın doğrulmuş yatağından. Oğlum geldi demiş, oğlum. Kadın ben demiş biliyordum ölmediğini, hiç inanmadım. Ana-baba ve oğul ağlaşmışlar kalmışlar bir süre.
Bir kaö gün sonra şifacı baba yaşlı kadını iyileştirmiş. Mahalleli, o zorba demişler ölmemiş. Evlenmiş, çocuğu bile varmış. Böyle bir zorbaya varacak kadının belli ki aklından zoru var diye başlamışlar dedikoduya. Delikanlı çıkmış dışarı. Onu görenler, panikle kapanmışlar evlerine. Geldi yine uğursuz zorba demişler. Yine kim bilir nereleri kırıp dökecek.
Sonra bakmışlar ki, durum düşündükleri gibi değil. Korkan bazı insanlar Muhafız başını çağırmışlar ne olur ne olmaz diye. Delikanlı ben demiş hasta anamı görmeye geldim. Kimseye bir zararım yok. Ne dediyse olmamış. İnsanlar korkularını yenememişler. Ne olur ne olmaz diyerek atmışlar delikanlıyı zindana. Zindancı başı, hoş geldin demiş, tek bir yanlış hareket yaparsan asılırsın. Delikanlı ben demiş yediğim o dayaktan sonra, ölümlerden döndüm. Bırak da yaşlı anamın elini öpüp gideyim bu şehirden. Zindancı başı, dayak cennetten çıkma derlerdi de inanmazdım demiş. Seni kendine getirmiş. Unutma seni o şifacıya gönderen de benim. Şu andan itibaren serbestsin.
Sonra ne mi olmuş?
Zorba, almış anasını ve babasını da yanına, hep birlikte ayrılmışlar şehirden bir daha onları ne gören olmuş ne nereye gittiklerini bilen. Sadece bir zamanlar bir zorba vardı diye bir hikâye kalmış onlardan geriye…
Şehir şehire, Zorba zorbaya, şifacı şifacıya, şifacının kızı şifacının kızına, zindancı başı zindancı başına, ana anaya, baba babaya, diyar diyara, araba arabaya, ahali ahaliye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…