Erol Sunat
Erol Sunat

Yaygara hikayesi

featured

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde okuyanı yazanı oyun bozanı, habersizden kuyu kazanı çok olan bir şehir varmış. Şehirde küsenler barışanlar, yalanda yarışanlar, olur olmaz her şeye karışanlar pek çokmuş. Bu şehir iflah olmaz diyenleri dinleyen yokmuş. Öyle olmuş ki, bu şehirden ne kız alan ne de şehre kız veren olmamaya başlamış. O şehir mi diyormuş herkes, o şehrin kenarından bile geçmeyeceksin, hatta mecbur kalırsan bir bardak su bile içmeyeceksin. Şehirdekiler bu söylentilere bir müddet kulaklarını kapatsalar da şehir git gide yalnızlaşmaya ve yalnız bırakılmaya itilmiş.

Şehrin ileri gelenleri bir araya gelmişler, biz demişler birçok konuyu abarttık. Herkese tepeden baktık. Kendimizi bulunmaz Hint kumaşı sandık. Kantarın topuzu kaçtı. İşler şirazeden çıktı. Varsa bir çare çekinmeyin söyleyin. O mecliste bulunanların her biri bir şeyler söylemişler. Lakin, ileri sürülen fikirlerin hiçbiri insanlara tatmin edici gelmemiş. Mecliste olanlara şerbet getiren kız, ben demiş neler konuştuğunuza istemeden de olsa kulak misafiri oldum. İzniniz olursa bende fikrimi söyleyebilir miyim?

Heyettekilerin biri, akıl akıldan üstündür demiş, söyle bakalım. Kız bu iş o kadar zor değil demiş, oyun bozanın oyununu bozacağız, kuyu kazanının kuyusunu kazmaktan geri durmayacağız, kandıranların, yalancıların yalanını yüzlerine vuracak, hırsızları, arsızları şehrin meydanında teşhir edeceğiz. Yani kim ne yaptıysa, yaptığını fazlasıyla ödeyecek.

İleri gelenler, denemeye değer demişler. Kız, bu işler yoluna girinceye kadar tam yetki isterim demiş. Kız eski bir Beyin kızıymış. Heyetin başı tamam Bey kızı demiş. Kız da o zaman, bu iş belki sizlerin yakınlarına, oğluna, kızana, karısına kadar uzanacak, razı mısınız? Heyet razıyız demişler.

Bey kızı şehrin dışında yıkık ve harabe bir yerde arkadaşlarını toplamış. Ne yapılacağını birebir anlatmış. Haydi herkes iş başına demiş.

Kız kendi de Bedesten Ağasının dükkanına varmış. Ağa etrafına topladığı adamlarına ne yapacaklarını anlatıyormuş. Bey kızı, dur Ağam demiş. Artık yeter. Ağa, benim lafımın üzerine bu şehirde laf söyleyen olmaz demiş. Ne dersem o olur. Ölmüş bir Beyin kızı, bana dur diyemez. Kız bugün demiş yaptıklarının cezasını çekeceksin. Kaç yetimin, kaç öksüzün, kaç çaresiz kadının evine, malına, bağına, bahçesine, dükkanına el koydun. Gözün doymadı. Ağa çekmiş kılıcını ya önümden çekil demiş ya da kendi isteğinle ölümüne koşma. Bey kızı, kimse bilmese de kılıç kullanma da oldukça mahirmiş. Kılıcını nasıl çekip de Ağanın böğrüne sapladıysa, Ağanın adamları korkuyla kaçışmışlar, Bey kızının yanındakiler ağanın adamlarını toparlamışlar, atmışlar zindana.

Ağa şifahaneye kaldırılsa da kurtarılamamış. Bu olay birçok insanın direncini kırmış. Kim kime ne ettiyse, ettiklerini çekmeye başlamış. Kiminin zoruna gitmiş kimi bunlar da kim demiş, kimi karşı koymaya kalkmış ya canından ya malından ya mülkünden olmuş. Şehirde yaşananlar kısa bir süre sonra Payitahtta konuşulmaya başlamış. Sultan ak saçlı, ak sakallı hocasını tebdili kıyafetle şehre göndermiş.

Hoca bir gezgin gibi şehre gelmiş, herkesi dinlemeye başlamış. Hoca şehre geldiği günlerde şehrin kontrolünü kaybetmek istemeyenler şehirde öyle bir yaygara çıkarmışlar ki, bu yaygara meselesi herkesin işine gelmiş. Haksızlığa uğradıklarını ileri sürenler kendilerini yerden yere atmışlar, gerçek ve yalan birbirine karışmış yaygaralar ayyuka çıkmış. Şehri adeta yaygaracılar istila etmiş.

Bey kızı ve arkadaşları, varmışlar Hocanın yanına, Hocam demişler, sürekli yaygara edenleri, yalandan ağlayanları, ağlarken gözünden bir damla yaş akmayanları dinler durursunuz. Nedir sizin maksadınız? Bizde bu şehirde yaşayanlar olarak bu yaygaracılardan şikayetçiyiz. Bunlar yalanı doğru gibi anlatıyorlar. Kandırmada, aldatmada, göz boyamada üzerlerine yok. Yalan yere yemin ediyorlar. Bunların gerçek durumunun ne olduğunu gerçekten bilmek öğrenmek istemiyor musunuz?

Ak sakalınıza, ak saçlarınıza saygı duyarız. Bir gezgin olarak, bir güngörmüş Hoca olarak, bu şehrin içine düştüğü bu durumdan kurtulmasının yegâne yolu bu yaygaracılardan kurtulmak. Tam şehrin derdine çare buluyordum ki, yaygara silahına sarıldılar. Baktılar ki, sizin gibi onları sonuna kadar, neden niçin sormadan bir dinleyen var, hadlerini hudutlarını aştılar. Ne olur dinlemeyin Hocam şu kendini bilmezleri. Yaygara bu şehrin iki ayağını bir pabuca soktu. Cümle mesele yüzlerce kördüğüme döndü. Ne açılıyor ne çözülüyor.

Hoca, sen demiş bu açmazları çözmeye çalışan o Bey kızısın değil mi? Yaygara o kadar büyük ki, sana verilen yetki dahi yaygaranın, karmaşanın ve kargaşanın önüne geçememiş görünüyor. Neden bilir misin? Seni bu işe yetkili kılanlar yaygaracıların yanında. Seninle birlikte mücadele edenlerin neredeyse yarısı da seninle birlikte görünüp senin kuyunu kazmakla meşguller.

Ve sen o kadar çok bu işe kendini kaptırdın ki ne sağını görebiliyorsun ne solunu. Yaygaracılar seni kuşattı kuşatacak. Kız peki Hocam demiş, sen bu işin neresindesin? Hoca, ben demiş senin yanındayım. Bak şimdi diyeceklerimi iyi dinle…Kız ve Hoca kendi aralarında bir şeyler konuşmuşlar.

Kız kendini görevlendirenleri şehrin Beyinin konağına davet etmiş. Heyettekilerin hepsi toplanınca, şehrimin uluları demiş, beni sizler görevlendirmiştiniz. Ancak şehir yaygaraya, dedikoduya, kargaşaya teslim oldu. Ben bu işin üstesinden gelemiyorum. Beni bu vazifeden affedin.

O güne kadar her şeyden geri durmuş gibi görünen şehrin Beyi, sen demiş, bizim bütün planlarımızı bozdun. Bedesten Ağasını öldürdün. İnsanları zindana attırdın. Bizim menfaatlerimizin önünü kestin. Bizde senin adamlarının yarıdan fazlasını satın aldık. Seni görevlendiren heyetinde neredeyse tamamı bizim safımıza geçti. Senin için yolun sonu. Biz yaygara silahını kullanarak, şehri karıştırdık. Yalan haberler yaydık.

Bu şehri yarın komşu diyarın Sultanına teslim edeceğiz. Yüz yıl önce bu şehir o diyara aitti. Seni de şehrin meydanında sana sadık kalanlarla birlikte asacağız. Bu Hoca dediğin ak sakallı da yaşananları kayda geçirecek. Şehrin aslına rücu edişinin hikayesini tarihe not düşerek yazacak. Kızı ve ona sadık olanları zindana atmışlar. Onların zindana attıklarını da serbest bırakmışlar. Sabah olmuş. Ne gelen varmış ne giden.

Zindancılar, Kızın yanına gelmişler. Hanımım demişler. Şehirde derin bir sessizlik var. Yaprak dahi kımıldamıyor. Ahali korku ve endişe içinde. Biz karar verdik, zindanın kapılarını açıyoruz. Serbestsiniz demişler. Kız ve yanındakiler kılıçlarını, ok ve yaylarını alıp, dışarı çıktıklarında, şehrin sokakları bomboşmuş. Bir süre sonra Bey, yanında birkaç kişiyle kızın yanına doğru gelmiş. Bizi demiş sen teslim al. Biz sana teslim olmak istiyoruz. Kız hayırdır demiş ne oldu. Dün beni ve arkadaşlarımı zindana atarken pek bir cesurdun. Bu şehir yüz yıl önce komşu diyarın şehriydi diyordun. Aslımıza dönüyoruz diye demediğini bırakmamıştın ne oldu?

Bey, bu sabah demiş, Sultanın ordusu, buraya doğru yola çıkan diyarın Sultanının ordusunu karşıladı. Buraya gelecek olan Sultan savaş meydanında öldü. Zaferi kazanan Sultan ordusuyla şehre girmek üzere. O Hoca dediğimiz kimmiş biliyor musun? Sultanın Hocasıymış. Şehirde olan biten her şeyi Sultana bildirmiş.

Öğle vaktine doğru Sultan şehre gelmiş. Kız ve adamları, Beyi ve şehri yaygara ile ülkeden koparmaya kalkanları teslim etmişler. Sultan ahaliyi toplamış. Beyinizi ve şehri bu hale getirenleri demiş, savaş meydanında hayatını kaybeden Sultanın diyarına gönderiyorum. Şehrin kapıları açık. Onlarla gitmek isteyenler gidebilirler. Bu şehri savunmaya çalışan, ölümü göze alan bu Bey kızını, bu şehrin başına getiriyorum. Ona sadık olan arkadaşları da onun yardımcısı olacaklar.

Anlatırlar ki; O şehir de bir daha ne yaygara ne oyun bozanlık ne kuyu kazma ne de yalancılık yaşanmış. Ahali şehrimize demişler hanım eli değdi. Şehrimiz kendine geldi, kendini toparladı. Sakinleşti.

Şehir şehire, yaygara yaygaraya, Bey kızı Bey kızına, İleri gelenler ileri gelenlere, Sultan Sultana, Bey beye, Bedesten Ağası Bedesten Ağasına, Hoca Hocaya, zindan zindana, zindancı zindancıya, yalancı yalancıya, kuyu kazan kuyu kazana, oyun bozan oyun bozana, ahali ahaliye benzer.

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!