Yaralara pansuman kâr etmemeye başladı. Yaralar açıldı, kimi ekonomi yarası, kimi sağlık yarası, kimi eğitim yarası…Öyle bir kanamaya başladılar ki duracak gibi değiller. Neşter vurmakta ne denli geç kalındığını bir türlü anlatamadık kimseye…
O güzel türkü, “Yara beni yara beni / Öldürür bu yara beni” diye başlıyordu.
Fena yaralıyız aslında…
Bu yaraların hangi birini söyleyelim, hangi birini sayalım ki…
Bir dokun bin ah işit bir haldeyiz.
Aman doktor, canım gülüm doktor, derdime bir çare, çaresiz dertlere düştük, doktor bize bir çare diyoruz.
Ben doktorum, ben Hekimim diyenler ortada yoklar.
Sonra da küsüyoruz yakamıza…Kendi düşen ağlamaz diyoruz…Kendim ettim kendim buldum diyoruz…Ardı ardına eyvah feryatlarını sıralıyoruz.
Var mı bir duyan?
Ne derdin var diyene, yaralıyım diye cevap veriyor insanlar. Kime sorsanız bir yarası var insanların. Anlatamadıkları, söyleyemedikleri, paylaşamadıkları…
Meğer ne kadar çok yara açmışız, meğer ne kadar çok insanı yaralamışız diyemiyorlar. Keşke diyebilselerdi….
Zaten diyebilselerdi, yaraların yarıdan fazlasının kendiliğinden kapanıp gittiğini görürlerdi…
Yaralı insan ne olur?
Dertli olur…Derdini anlatamaz, söyleyemez…
Halimizden bilmeyenler, ne derdin var diye sormayanlar, yanımıza gelmeyenler, gönlümüzü almayanlar şu yaralı halimizden hiç ama hiç anlamadılar.
*****
Ah sabır, vah sabır yoksula sırdaş sabır…Sabır taşı çatladı derler ya…Sabır taşı bazılarımıza göre dayanamadı, çatlamanın ardından dağıldı, un ufak oldu.
Koskoca bir yaz geçti…Fakir fukarayı pas geçti…Yaralar derinleşti…
Kemerler sıkıldı, insanlar bunaldı, düşen düştüğü yerde, ölen öldüğü yerde kaldı.
Yara üzerine şiirler yazıldı…Besteler yapıldı…Türküler ve şarkılar inim inim inletti ortalığı…
Duyan olmadı…
Bizden başka sizin yaralarınızı kimse saramaz, sararsak biz sararız diyenler vardı ya hani…
Neredeler? Neden ortada yoklar?
Çare demeye bin şahit dudaklarından dökülen kelimeler…
Kimi şaka gibi…
Kimi yaralara derman olmaktan bir hayli uzak…
İnsanlar aç…Ekmek diyor…
Ne mi yapılmalı?
Ya ekmek koyulmalı insanların önüne…Ya da ekmek alacak para verilmeli…
Artık laf denen o güçlü argüman yaraları sarmıyor…Karın doyurmuyor…
*****
Açım diyene, az daha sabır, az daha bekle, bahar geçsin, kış bitsin, bahar gelsin, yaz geçsin, güz mevsiminde bir bakalım, iki ay kalmadı mı yeni yıla, ne kaldı şunun şurasında güzel günlere demek çare oldu mu?
Ölen öldüğüyle, kalan yaralarıyla kaldı.
Kalanların elinde, atsan atılmaz, satsan satılmaz bir kucak sabır, bir kucak umut, bir kucak içinde bekle kelimesi çok laf var. Bir koca yıl gündem dışı kalınarak geçirildi. İnsanların hali, gündemde dendi lakin gündeme hiç gelmedi.
Zamlar, hayat pahalılığı ve enflasyon, insanların hayatlarındaki aksamalar duraksamalar, tamiri mümkün olabilecek mevzular öteleme rekorları kırdı.
Yaralar daha da açıldı…Ağır yaralılar geride kaldı. Onlardan kurtulan olmadı…
Bugünlere erişebilenler, yetişebilenler sadece bu noktaya kadar gelebilmiş oldular.
Şayet, görmek isteyen varsa; Ümitsiz ve yorgun yüzlerde, fersiz gözlerde, titreyen ellerde, dermanı kalmayan dizlerde bu hali görebilir.
Bir koca yıl geçti…Hiçbir şey değişmedi…Fakirdik, daha da fakir olduk…Yoksulduk, kaygan zeminlerde öyle bir kaydık ki, bir daha ayağa da kalkamadık.
Kalk diyen, tut elimi diyende olmadı…Semtimize dahi uğramadı…
Neden yaralısınız diye soruyorlar bir de…Sanki bilmiyorlarmış gibi…
*****
Yaralar sarılmaya-sarılmaya ne hale mi geldi?
Bugün cevaplayamadığımız soru bu…
Rahmetli Erbakan’ın siyasi literatürümüze kazandırdığı “pansuman tedbir” lafla karışık, merhem oldu, bedava tarafından sürüldükçe sürüldü. Hâlâ sürülmeye devam…
Lakin, yara ne kapandı ne iyileşti…Lafla pansuman ilaç gibi geldi. Lafa devam…Pansumana devam…
Ekim aynın sonu, kasımın başı…Yaralar sızlıyor, yaralar kanıyor, yaralar kapanmıyor.
Hayat mı bu, yaşamak mı diyor ya o şarkı…
Şansımız açık değil, bahtımız öylesine…
Yaklaşan kış ve ardından gelecek bahar çok daha zor geçecek…
TÜİK rakamların kolunu kanadını kırdı attı önümüze…Buçuklu ve küsuratlı rakamlar doğrultamadı belini…Rakamlar utanmaya başladı, yüzleri kızardı yaralılardan.
Enflasyon halay çekmeye devam…Marketler etiket değiştirmelere doyamadı, zil takıp oynadı…
Çarşı Pazar zam üstüne zam yaptı…Emekli, asgari ücretli duman oldu…Dert sahibiydi, ne kadar çok yara aldığından haberi dahi yok.
*****
Kiralar patladı…Doğalgaz, elektrik, su üçlü oldular…Kapının önüne bağdaş kurup oturdular.
Her biri ayrı yara, karadır şu bahtım kara…
Yara bu…Can sıkanı var, kapanmayanı var, kıpırdatmayanı var, süründüreni var…
Öldüreni var, öldüreni…
İflah olmaz bir derde düşmüşüz, bakanımız, çekenimiz, halin nedir diye soranımız yok…
Açıklamalar daha da çok yaralıyor…
Mesela deniyor ki, iyi niyetli yanlışlıklar yaptık…Yanlışlık ve iyi niyet yan yana gelse-gelse ancak sürçülisan babında gelebilir diyorsunuz, lakin geliyor.
Öyle olunca da…
Cümle yanlışlıklar, cümle olumsuzluklar, cümle açmazlar, cümle içinden çıkılamayacak işler ve hadiseler bizi buluyor. Yaralarımız kanamaya devam ediyor.
Biri kapansa, bir başka yerden bir başka yara kanamaya başlıyor. Tedavi Allaha emanet…
*****
Pandemi döneminden miras kalan entübe diye bir baş belası başımızda…
Bebeklerin entübeyle başı dertte…Yaşlıların, emeklilerin başı dertte…
Öyle bir yara ki öyle böyle değil…
Kapanması mümkün olmayan bir yara…
Özel hastanelerin yenidoğan servislerinde patlak veren entübe faciası bebekleri buldu.
Bebeklerini kaybedenlerin yaraları derinleşti. Benzer olaylar, ülkenin her yerinden duyulmaya ve ekranlara yansımaya başladı. Yaşananlar tam bir sağlık faciası olurken bebeklere kıyan vicdansızların, merhametsizlerin iplikleri de pazara çıkmaya başladı.
Yaralara pansuman kâr etmemeye başladı. Yaralar açıldı, kimi ekonomi yarası, kimi sağlık yarası, kimi eğitim yarası…Öyle bir kanamaya başladılar ki duracak gibi değiller. Neşter vurmakta ne denli geç kalındığını bir türlü anlatamadık kimseye…