Onlar ki; Dostlarımız, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz…Bundan sonra hiç göremeyeceklerimiz…Sesini duyamayacaklarımız…Bir yerlerde buluşup konuşamayacaklarımız… Onlar ki; Eski günleri yad edemeyeceklerimiz. Hatıralarıyla yaşamaya devam edeceklerimiz…Onların ardından sabırlı ve metanetli olacaklarımız.
En çok da iyi insanlara yanar gönlümüz…
İçimiz sızlar.
Gözlerimiz dolar.
Yapraklar birer ikişer dökülmeye başladığında neden mi dalar gideriz?
Çünkü, bir hüzün kaplar içimizi…
Tutamayız kendimizi…
Acı haber tez duyulur derler ya…
Koşar gelir o gideni uğurlamaya insanlar. Uzaktan, yakından.
Dostun dosta vefasıdır. Son görevidir bu geliş. Bildik bileli öyle bilinir. Geride bıraktığı acılı ve kederli ailesini yakınlarını teselli etmeye gelinir.
Bir cami avlusunda toplanır, dostlarını, arkadaşlarını, sevdiklerini son yolcuğuna uğurlamaya gelenler.
Cenaze namazı sonrasında, alınır sandukası musalla taşından, omuzlar ve eller üzerinde çıkar son yolculuğuna…
Ardından toprağa verilir o sevilen dost, o sevilen arkadaş.
O ona son vedadır dostlarından arkadaşlarından.
Dualarla, Fatihalarla uğurlanır bir daha geri dönmesi mümkün olmayan…
En son 14 Ekim 2024’te gerçek bir dostumuzu, bir can kardeşimizi, Bursa Eğitim Enstitüsünden arkadaşımız olan İbrahim Ünal Afşar’ı uğurladık Bursa Ulu Camiden.
Ahmet Paşa Mezarlığında verdik toprağa…
*****
Yaprak dökümü ne yaz dinler ne kış ne ilk bahar ne son bahar derler ya, öyle oldu yine…
Ne derdi büyüklerimiz?
Sırası gelmişse…
Zamanı dolmuşsa…
Bu dünyada içecek suyu, yiyecek ekmeği kalmamışsa…
Ansızın ayrılıp gider, gel denilen, gitme vakti gelen…
Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, “Boş Ufuklar” adlı şiirinde, “Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti, / İyi insanlar iyi atlara binip gitti.” demişti.
Gidenlerin arkasından dinmeyen gözyaşlarının nedeni nedir bilir misiniz?
Onların yerini dolduracak insan sayısının gitgide azaldığı bir dönemin yaşanıyor olması.
*****
Hz. Mevlânâ, yüzyıllar öncesinden şöyle sesleniyor,” Dostu anmaktan daha tatlı ne iş vardır? Hadi gel, böyle işsiz-güçsüz durma, sende dostu an.”
Dostu anmak, dostu aramak, dostu hatırlamak güzel şeyler…Dost; o beni aramadı, arayıncaya kadar aramayacağım demeyendir. Dostları anmakta hoştur, hatırlamakta…
Üç günlük dünyada kaç dostumuz var? Kaçı hayatta?
Kaçıyla yüz yüze görüşebiliyoruz?
Biz dostlarımızı tesadüfen bulmadık. Gönülleri birbiriyle buluşturan, tanıştıran, ısındıran Rabbimiz öyle sebepler halk eder ki, dost olacaklar, arkadaş olacaklar, bir çatının altında buluverirler kendilerini. Sonrasında bir de bakmışlar ki, dost olmuşlar, arkadaş olmuşlar.
Üstelik, nasıl olduğunu anlayamadan…
Yıllar önce seksen küsur yaşında eski bir esnafla sohbet etmiştim. Demişti ki, “Mahallemdeki bütün akranlarım öldü. Çarşıda benim emsal olan esnaf arkadaşlarımdan da kimse hayatta değil. Ne kimsenin yanına gidebiliyorum. Ne de gönlümü eğleyebiliyorum. Üç sene önce hanımda sizlere ömür. Konuşabileceğim, derdimi paylaşabileceğim ne dostum kaldı ne arkadaşım.”
*****
Bir hazan mevsimidir sonbahar. Hazan hüznü çağrıştırır. Öyle anlatılır, öyle tabir edilir. Her mevsimin ayrı güzel olduğu coğrafyamızda, düşen her sarı yaprak, adeta ayrılığın habercisidir.
Ya dostlarımızın birçoğunu bu mevsimde kaybettiğimizden…Ya da birçok hüzün dolu olayın hazan mevsimine, güz mevsimine denk gelmesinden dolayıdır ki, gönül koyar insanlar bu mevsime…
Kimimiz hazan der, kimimiz güz, kimimiz sonbahar…Gerçek olan bir yaprak dökümünün yaşanma hadisesidir.
Yapraklar dökülürken, Eylül gelir, Ekim geçer, Kasım rüzgârdan, yaprakların sararmasından dem vurur. Yapraklar dökülürken, sizden, bizden, hepimizden bir parçayı alıp götürür.
Onlar ki; Dostlarımız, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz…Bundan sonra hiç göremeyeceklerimiz…Sesini duyamayacaklarımız…Bir yerlerde buluşup konuşamayacaklarımız…
Onlar ki; Eski günleri yad edemeyeceklerimiz. Hatıralarıyla yaşamaya devam edeceklerimiz…Onların ardından sabırlı ve metanetli olacaklarımız.
*****
Ne diyor şair, “Şu çeşme ne güzelmiş, su içecek tası yok/ Kırma insan kalbini yapacak ustası yok”
Öyle bir yere, öyle bir döneme geldik ki, küssek, barışmaya zamanımız yok.
Yaprak dökümleri, dostların birer ikişer vedası aslında…
Onca güzel sözü kime sakladık?
İşte bir yaprak daha düştü. Keşke arasaydım…Keşke yanına gitseydim…Keşke bir yerde buluşaydık benzeri cümlelerin içinde yer olan adına “keşke” dediğimiz o pişmanlık kelimesi gidenlerin ardından söyleyebileceğimiz en ümitsiz sözlerin ilk sırada olanlarından biri…
Bir zamanlar hatır naz insanlardık…Sevgi doluyduk, saygılıydık da. Hatır da bilirdik, gönülde…
Cep telefonlarını elimize aldık alalı bize bir haller oldu.
Kimi kontöre sığındı, kimi mesaja…
Bayramlarda dahi, telefonu açıp da bir nasılsın demedi, diyemedi, eşine, dostuna, arkadaşına, akrabasına…
Attı yarım yamalak bir mesaj. Kontörüm bitti dedi, telefonum çekmiyor dedi, zaman fukarasıyım, işim başımdan aşkın dedi, mazeretlerine mazeretler ekledi.
Sonra bir de duydu ki, o aramadığı sormadığı öyle severim, böyle severim diye konuştuğu insan bu dünyadan ayrılmış.
Yapraklar dökülürken, keşke, amma, fakat, ancak, lakin diye sıraladığı ne kadar kelime varsa ah ve vah oldu. Pişmanlık oldu, dövünme oldu…
*****
Öyle dostluklara sahip olduk ki. Yarım asrı bulan, bazıları aşan bir süreye sahip. Lakin o dostlarımızdan hemen her gün ayrılık haberleri geliyor. Mevsim sonbahar.
Ne mi olur sonbaharda?
Yaprak dökümü…
Yapraklar dökülürken, Rahmetli Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” şiirindeki o mısralar gelir aklımıza… Hüzün dolu uğurlamalar, bir daha geri gelmeyecek dostlarımız, arkadaşlarımız için.
Bir burukluk çöktü yine içimize…
Gözlerimiz nemli…Gözlerimiz dolu…
Bizim neslin yaşı yetmiş ve üstü. Gezmediğimiz, dolaşmadığımız yer kalmadı güzel Türkiye’mizde…
Bir avuç kaldık, doğru…Lakin bu dünyadan ayrılıncaya kadar, dostluğumuz baki…
Arkadaşlığımız baki… Az biraz değil iyiden iyiye duygusalız. Efkâr basar çoğumuzu. Dolar gözlerimiz. Yapraklar dökülürken, gözyaşlarımız karışır yapraklara, rüzgarlara…