Vefa bugünlerde en çok siyasette kullanılıyor. Hatta mumla aranıyor, desek yeri. “Neden acaba” diye soranlar dahi, vefa ile davalı.
Vefa ile geçmişte kalan bir takım alacak-verecek hesapları, kapanmamış defterleri var.
Vefa yine de vazgeçilmezimiz. En olmadık yerde, en umulmadık köşede, en beklenmeyen zamanda karşımıza çıkabiliyor.
Vefayı sevmeme gibi, reddetme gibi bir lüksümüz olmadığını, vefa insanların kafasına “dank!” ettirircesine vurup geçiyor.
Vefanın en fazla gönül koyduğu insanlar, nankörler.
Teşekkür etmesini bilmeyenler, sağol bile dememek için kendini sıkanlar!..
Gururdan ölecek arkadaşlar!..
Vefa bize gösterilmediğinde, alıngan oluyoruz!..
Kimselere gösteremediğimiz o vefanın, nasıl olup da bize gösterilmediğine akıl erdiremiyoruz!..
Öyle ya, vefa bizim tapulu malımız!..
Yarın endişesi taşımasak, “ne derler” diye düşünmesek, bir yerlerden beklentilerimiz olmasa, çoktan “benim vefa duygum beni alakadar eder” diyeceğiz.
Vefa duygularını dilinde şarkı diye, türkü diye dolandıranlara aldırmayın.
Vefa kelimelerini olabildiğince en duygulu bir şekilde sarf etmeye özen gösterenlere kanmayın.
Vefa onların semtlerine uğramaz bile.
Vefa sadece göstermelik olarak anıp geçmek değildir.
Vefa aramaktır.
Vefa sormaktır.
Vefa yüzünü göremediğinizin en azından halini, hatırını, ahvalini merak edip kaygılanmak ve haberleşme araçlarından birine sarılmaktır.
Sevenin vefasızı olmaz.
Çünkü sevgi bir anlamda vefadır. Sevgisine vefa göstermeyen, “ben baştan başa sevgi kesildim ona olan vefamı da böyle göstermek istedim” diye caddeleri sokakları afiş ve pankartlarla donatsa ne kazanır?
Belki birilerini kandırır!..
İnanın sokaklar ve caddeler, üç gün asılı kalan sevda bu kadar olur, diye başlarlar konuşmaya!..
Üç günlük vefa ile vefakar olunur mu?
Vefa bu kadar ucuza gider mi?
Vefa ucuza gitmediği için, her arandığı yerde bulunmadığı için bu derece kıymetli ya..
“Madem bu kadar kıymetli hani nerede?” diye soranlar yok mu?
Onların aradığı vefa, anlatmaya çalıştığımız vefa elbette değil!..
Belki sanal bir vefa. Menfaatlere, alaverelere-dalaverelere, üç kağıtlara, hilelere dayalı bir vefa.
Belki de, Çin işi, Tayland işi kopyalanmış, bir seferlik, iş bitinceye, maksat hasıl oluncaya, gözler boyanıncaya kadar lazım gelen bir süre için geçerli olan vefa.
O vefadan aramadığınız kadar çok.
Anlık vefa, dakikalık vefa, birkaç saatlik vefa, en fazla birkaç günlük vefa, böyle vefaları vefa pazarlarında bulabilirsiniz.
Ancak bulamayacağınız tek bir vefa olduğunu iyi bilin.
Bir ömür süren vefa yok.
Onu taklit edemiyorlar.
En usta oyuncular, aktörler ve aktrisler bile bir ömür boyu oynayamazlar bu oyunu.
“Vefa oyunu” diye bir oyun yok çünkü.
Herkesin birbirine vefa adına oynadığı oyunların foyası da, boyası da çok çabuk çıkıyor. Vefa aslında hayatın esasıdır.
Gerçekten vefakar insanlara ihtiyacımız olan bir dünyadayız. Vefayı yitirdiğimizi, onu bitirdiğimizi, izbelerde bir yerlere kilitlediğimizi kendimize bile itiraf edemiyoruz.
Vefayı gece karanlığında elimizde kandil, gözümüzde mendille arar hale geldiğimizi, vefalı bir dosta hasret gittiğimizi, vefalı bir davranış görmeyeli uzun seneler olduğunu anlatanlar, ne yaptılar bu vefaya böyle?
Sonra çıkmış diyoruz. “Hiçbir işte, hiçbir kimsede vefa kalmadı?” Ya sizde? Sizde vefa kaldı mı?
Ne oldu bize sevgili okurlar?
Bizleri böyle vefasız hale ne getirdi? Kim ya da kimler getirdi? Kim uzaklaştırdı bizlerden vefayı?
Kime sorsak vefasızlıktan şikayetçi. Ancak, ara ki vefayı bulasın!.. Ortada vefa yok. Sende yok, bende yok, onda yok, ötekinde yok, berikinde yok.
Belli ki, sırra kadem basmış. Vefa bizim tapulu malımız ya… Hepimiz isyanlardayız. Nasıl gider, niçin gider, nereye gider diye!..