Adam çocukken, babasıyla birlikte diktiği kavağın birine toplu iğne ile adını yazmış. Babası bu kavağa hiç dokunmamış. Oğlu gurbetteyken, askerdeyken, iş bulup köyünü terk edip iki-üç yılda bir ziyaret gelirken, hep bu kavak ağacının yanına gelir, dertleşirmiş kavak ağacıyla..,
Hele bir de bir evin bir oğluysa bu çocuk, ne yapsın baba?
Hanımına, ben kavaklığa doğru gidiyorum dediğinde, hanımı anlarmış ki, adam o kavak ağacı ile dertleşmeye gidiyor.
Aradan elli sene geçmiş. Adamın çocukları yıllar sonra, baba demişler, dedemin eski bahçesi var ya…Oradaki büyük ve yaşlı kavağın birinde senin adın yazılı, hem öyle bir yazılı ki karşı yoldan görünüyor, kocaman bir yazı.
Kim yazdı o yazıyı?
Ben yazdım…
Ne zaman yazdın adını sen bu ağaca?
Okumayı yazmayı öğrendiğim yıl…
Adam başlamış anlatmaya…sonrada, Rahmetli babam demiş, bir çok kavağı kestirmiş, üzerinde adım olduğu için, ben yokken bu kavağın yanında hayalen hep beni aradığı için, bu kavağı ne kesmeye, ne satmaya gönlü razı olmamış..
Ben de, onun hatırasına hürmeten dokunmuyorum.
Kavak vefakâr bir ağaç, hatıraları unutmuyor, unutturmuyor, televizyon ekranı gibi, yıllar sonra, görmek isteyene, bilmek isteyene, görün bakın, elli küsur sene önce bir çocuk bir yazı yazdı, bende onu, bugünlere taşıdım diyor adeta…
Kavak ağacına gelince, o da duruşuyla adeta şöyle diyormuş; Çocuk büyüdü, bende büyüdüm, kutrum genişledi, genişledikçe, üzerime incecik toplu iğne ile yazılan yazı da, daha belirgin, daha net, herkes rahatça görebilsin diye, benimle birlikte büyüdü, unutulmadan bugünlere kadar geldi.
Bakın sizlerde, gördünüz, şahit oldunuz.
*/*/*/*/*
Bizdeki siyasi partilerin hafızaları da aynen kavak ağacına benzer, bir kavak ağacına yıllar önce toplu iğne ile yazılmış yazılara benzer olan- bitenler.
Olaylar, sebepler, irtibatlar, vefa yada vefasızlıklar, sözünde durmamalar, parti değiştirmeler, arkadaşını satmalar, nahoş ve nezaketsiz hareketler, siyasi olumsuzluklar, laf taşımalar, isyankarlıklar, verilen bir görevi reddetmeler, vesaire… Vesaire…
Her ne olursa olsun kavak ağacı üzerine ne yazılmışsa, onları aynen ekrana taşır gibi bir yol izler, görmeyen gözler görsün, işitmeyenler işitsin diyerek, gözler önüne serer.
Siyasi bir yere aday olan birisi, kendince her şeyi hazırlamış, tamamlamış, hedefe doğru her gün biraz daha yaklaştığını sanırken, birde bakar ki, listelerde adı yok!..
Taraftarları, yakınları, onun için koşanlar bu işe akıl sır erdiremezler.
Derinlemesine bir araştırma yaptıklarında görürler ki, bilmem kaç sene evvel yapılan bir yanlışlığın üzerini ne yağmur, ne kar örtememiş, silememiş.
Partisinin hafızasına önce şaşırır, sonra nasıl hiç unutmadığını düşünür kalır, adaylığa niyetlenen insan.
Biri bir yere niyetlendiği an, cemaziyelevvelinin hemen bir çırpıda sayılıvermesinin ardındaki sır, işte böyle bir sırdır diyor partilere yıllarını vermiş güngörmüş insanlar.
*/*/*/*/*
Kavak ağacını beğenen ve seven pek az kişi gördüm, çünkü dosdoğrudur, demiş, Cenap Şehabettin.
Kavak ağacı inanın, ağaçların Doğrucu Davudu, yamuk değil, yılık değil, eğik değil, eğilirse çaaat!… diye kırılıveren bir yapıya sahip.
Kuru kavaktan düdük çıkardığını iddia edenler, valla billa kuru kavaktan düdük çıkardığını gördüm , şahidim diyen yalancılar, doğru olmanın, doğru gitmenin, doğru durmanın, bir şeyi doğrulukla halletmenin neresindeler acaba?
Sonra balık kavağa çıkar mı, çıkmaz mı hikayesi var. Balığı kavağa çıkarmaya uğraşanların derdini, ne bilsin balık denen garip. Sana kavağın başından denizi göstereceğiz diyen uyanıklara kandığına mı yansın, kavağın başına çıkıp da, denizi göremeyince aldatıldığına mı yansın yoksa bağrına taş mı bassın?
Kavağa çıkarılan balık, Uzun kavak ne gidersin engine, yaprakların benzemiyor rengine diye bir türkü mü, tuttursun?
Gördüğünüz gibi, bir kavak hikayesinden yola çıktık, nerelere geldik!…