Bir bağırdı, ödüm koptu! Bir bağırmaya başladı, odada kimse kalmadı! Bir bağırdı, koca ev zangır-zangır titredi!
Ne oldu?
İnsanlar sindi!
Korktular, ağlamaya başladılar!
Kaçıştılar, saklandılar!
Gel denildiğinde, ne olacak, ne yapacak diye dizlerinin bağı çözülerek, beti-benzi atarak, yalvararak çıktılar geldiler o sesini yükseltenin yanına!
Korkuya dayalı saygıya benzer, ancak saygı ile alakası olmayan, garip, acayip bir saygı oluştu!
Böyle bir davranış biçiminin içinde sevgi yada sevginin kırıntısı olabilir mi?
Korku ve baskı sevginin yolunu açabilir mi?
Sesini yükseltmekle söylenen sözler hakaret sözleridir, aşağılayıcı, kaba-saba, itici, insan ruhuna ve onuruna yakışmayan küfürlerle dopdolu bir söz silsilesidir ki, sesini yükseltenin seciyesini ve karakterini ortaya koyar!
Ses ve söz başka başka şeyler sevgili okurlar!
Sözün tatlısı, sözün insan ruhuna tesir edeni, emreden değil rica edeni, kırıcı olan değil gönül alıcı olanı, sözün yükseltildiği anlardır.
Sözün yükseltilmesi, muhatabını inciten değil, bilakis onore edenidir.
Bir işi zorla değil, tatlılıkla, sevgiyle, nezaketle ve anlayışla yaptıranı yerine getirtenidir!
Yunus Emre’nin dediği gibi, “Ağulu aşları yağ ile bal” eylemiştir. Savaşları bitirmiş, isli ve sisli havaların bulutlarını dağıtmış, kavga ve nizayı bıçakla kesilir gibi kesmiş, kördüğüm olmuş meseleleri çözmüş atmış, öfkeleri sakinleştirmiş, hırsları dizginlemiş, karmakarışık ortamları sükuna kavuşturmuştur.
Sözün yükselmesi böyle bir şeydir!
Ruha tesir edenleri anında olumlu dönüşlere yol açmıştır…
Birden bire ağlatanları olmuştur, ağlayan neden ve niçin ağladığını bilemediyse de, yüreğinin o sözle ezildiğini neden sonra anlayabilmiştir.
Söz yükseltiğinde pişman olan, dağılmış, heybetli olan gövdesi, adeta ufalıvermiştir.
Sözün tesiri, iksir gibidir. Yanlış yollardan geri dönenler, adımlarının kaçar gibi, koşarak nasıl geri döndüğünü anlamakta güçlük çekmiş, bana birdenbire böyle ne oldu sorusunu uzun bir süre sormaktan kendilerini alamamışlardır.
Söz söyleyen, sözünü öylesine yükseltmiştir ki, hasım aileler, aralarındaki kan davasını bitirmişler, düğün-bayram edilmiştir o yörelerde.
Salımdan tutmasın, ölüme-dirime gelmesin diye üçten dokuza şartlar, yeminler etmişlerin neredeyse bir ömür boyu sürdürdükleri küslükleri, dargınlıkları, bir sözün hatırına, bir sözün yürekleri yakıp kavurması sonrasında sona ermiştir.
Söz yükseltildiğinde, haddini aşanın işittiği bir söz tövbelere neden olmuş, haddini aşan, haddini-hudutunu aştığını kabullenmek zorunda kalmıştır.
Çizmeden yukarı çıkana çoğu kez bir söz yetmiş, nasıl oturduğunu, nasıl sus-pus olduğunu kendisi bile anlamakta güçlük çekmiştir.
Kendini ne oldum budalası sanan, insanlara tepeden bakan, sonradan görmelerin şımarıklıkları, sözün tesiri ile yüzlerinde donup kalmış, dilleri lâl olmuşlara dönmüşlerdir.
Çünkü, söz kılıç gibidir!
Hırsları, ihtirasları, muhterislikleri, öfkeden gözü dönmüşlükleri, şuursuz hale gelmişleri tek bir ikaz kelimesiyle durdurur.
Akıl tutulmaları, eksen kaymaları, akla ziyan diye adlandırılan her ne varsa kendine gelir!
Söz yükseltildi mi;
Dedikodu kumkumalığı yaparak, dedikodularla insanları canlarından bezdirenler!
Laf getirip-götürerek, insanları birbirlerine takanlar!
Masum insanları, günahsızları şikayet ederek, onların çektikleri sıkıntı ve üzüntüden haz alanlar, sevinen ispiyoncular!
Yalanı doğru gibi anlatan, ortalığı birbirine katan, yalan üzerine yalan söylemekten çekinmeyen ve insanların başlarına çorap ören yalancılar!
İftira atmayı marifet sayan, eski hınçlarını almak için buldukları ilk fırsatta insanları karalayıp, iftira atarak, onları gözden düşürenler, yerinden yurdundan eden iftiracılar.
Bulundukları yeri koruma adına, çekmedikleri yağ, çekmedikleri temenna kalmayan yalakalar ve yağdanlıklar!
Oldukları yerde kalakalırlar.
Ben ne yapıyorum diye kendi kendine soranlar olur!
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır denir ya hani…
Belki de sözün yükseltilmesinin en tatlı örneklerinden birisidir bu örnek!
Hz. Mevlana, bu konuda, ” Sesini değil, sözünü yükselt!” derken hepimize neler söylüyor, neler!