Ey rüzgarların güzeli meltem! Dalımızı kıran, kalbimizi kıran nice rüzgârlar gördük. Kimi seher yeli diye, kimi akşam yeli diye esti geçti. Her biri geldi, geçti, bir sen gelmedin… Sen gelmediğin içindir ki…Gönlümüz yaralı…Son bir ümit diye bekliyoruz, kapılarda, balkonlarda, sokaklarda…Bu esen meltem midir diye… Meltem esse, iklim değişir, o zehir zemberek diller törpülenir, yalancı bahar kaçacak delik arar, rüzgâr kıramaz dalımızı, kaybetmeyiz yolumuzu… Ey rüzgarların en halden anlayanı Meltem! Her neredeysen, değiştir yolunu, dön bize doğru…Anladık ki sen bize doğru esmedikçe hiçbir şey değişmeyecek…
“Rüzgâr kırdı dalımı” şarkısı oldukça içli bir şarkıdır. Güftesi Fuat Edip Baksı’ya, bestesi ise Selahattin Erköse’ye aitti.
Şöyle başlıyordu;
“Rüzgâr kırdı dalımı / Ellerin günahı ne / Ben yitirdim yolumu / Yolların günahı ne”
Şimdi diyeceksiniz ki…
Ne oldu?
Ne olmadı ki…
Rüzgâr dalımızı öyle bir kırdı ki…Poyrazlar, Karayeller, Lodoslar alabora etti bizi…
Oysa biz Meltem rüzgârı beklemiştik…
İzmir’in İmbat’ı, Konya’nın Gedavet’i gibi…
Meltem rüzgârı neredeyse hiç denk gelmedi bize…
Yol mu seçti, yıl mı seçti bilemedik…
Yolumuzu yitirdik mi şaşırdık mı, çıkmaz sokaklarda mı kalakaldık çözemedik…
Rüzgârsız kalan ne yapar?
Yanar…
Yananı gören olmadı! Bir bardak su veren kalmadı! Söndürecek olan görünürde yok. Ne oluyor diye merak edip başını çeviren, döndüren de yok.
*****
Kime inandıysak, kime dayandıysak, kime güvendiysek kafamız karıştı.
Yarı yolda kaldık.
Düştük, sendeledik, kapaklandık yere…
Bizi bilmediğimiz rüzgarlar karşıladı….
Dört yıl kadar önce, Pandemi diye bir şey çıktı karşımıza…Ölüm rüzgarları esti… Virüs ve varyantları hiç bilmediğimiz bir rüzgâr estirdiler…
En yakınlarımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı aldı götürdü virüs geri gelinemeyecek o yere…
Bu rüzgâr tüm dünyayı kasıp kavurdu, ülkemizde bu rüzgârdan nasibini oldukça ağır bir biçimde aldı.
Enflasyon rüzgârı esti ardından, hiç tanımadığımız hiç bilmediğimiz yüzüyle karşımıza dikildi.
Belini kırdı insanların. Nefesini kesti. Dibe vurduk. Dipte kalakaldık. Kalkamadık, doğrulamadık.
Hani o bir zamanlar bize doğru esen, bizi rahatlatan, gönlümüzü ferahlatan rüzgârlar vardı ya hani…İşte o rüzgârlar ne kadar da beklediysek, bize doğru esmedi…Neyimiz var, neyimiz yok yellere, sellere karıştı…
Kırılan dal kimin dalı diye bir bakan, geçmiş olsun diye yanımıza bir gelen, ne yapabiliriz diye bir soran oldu mu?
Olmadığı içindir ki, hâlâ kırık dalımız…
*****
Rüzgâr sadece dalımızı kırmadı. Ümitlerimizi ve hayallerimizi de kırdı.
En çok da kalbimizi.
Yunus, “Bir kez gönül kırdın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil” diye yüzlerce yıl öncesinden herkesi ikaz etmiş olsa da kalp kıran rüzgârlar çevremizde cirit atıyor.
İçlerinde meltem sandıklarımız var…Meltem diye kandıklarımız var…Meltem diye yandıklarımız var…
En büyük hayal kırıklığı yaşadığımız, bir zamanlar bize meltem rüzgârı gibi esenler.
İşte o yalancı meltemler bizi bıraktı orta yerde…
Sonra selam sabah da kalmadı aramızda…Düştük, kimse el uzatmadı. Arayan, soran, bir bakan, kapımızı çalan olmadı.
Bir işi olsa kapımızı aşındırırdı. Bizimle işi bitti. Alel acele çekti gitti.
Nasıl kırmasın dalımızı rüzgâr?
Bazıları, senin dalını kırmış, benim belimi kırdı diyor. Benim de kolumu kanadımı!
Bak şu halime…
Hayatla birlikte, rüzgâr erken ağarttı saçlarımızı. Bizim neslin en küçüğünün yaşı yetmişle başlıyor artık. Yaşını soranlara, yetmişten sonrası sayılmaz, yetmiş küsür de geç diyenler, rüzgârın dalını kırdıkları.
*****
Biz alışık değiliz rüzgârın haşin olanına, sert esenine, donduranına…
Otur evinde, dışarı çıkma, başına taş düşer, saksı düşer, çatı düşer, demedi deme diyenine…
Aradığımız o eski rüzgarlar, son demimizde…
Şöyle bir meltem rüzgârı esiverseydi ne olurdu? Rüzgârın rüzgarlığı mı eksilirdi?
Rüzgarlar eskiden bir başka sevimliydi.
Karacaoğlan, “Ilgıt ılgıt esen seher yelleri” diye başlamış söze…
“Estirir de seher yeli estirir / Kimini ağlatır kimin küstürür” diye devam etmiş gitmiş.
Rüzgâr demişiz, yel demişiz…Çok beklettin gel demişiz…
O rüzgarların ağlatanını da küstürenini de yaşamışız görmüşüz.
Gönül umduğuna küsmez de ne yapar? İnsan haksızlığa uğrar da ağlamaz mı, yanmaz mı?
Rüzgâr insanın ne çektiğini gören, şahit olan, hal ve ahvalden haber götüren diye de bilinmiş. Lakin, yalancı meltemler, güya ılgıt ılgıt esmişler, sözüm ona dinleyip yarı yolda unutmuşlar her şeyi…
Rüzgârın kırdığı dallar, rüzgârın kırdığı kalpler, rüzgârın perişan ettiklerinin hangi birisini sayalım, hangi birisini söyleyelim.
Şarkı da diyor ki, “Ben yitirdim yolumu/ Yolların günahı ne?”
Rüzgâr kırmış dalımızı, yitirmişiz yolumuzu. Var mı yolun bir günahı, bir taksiri?
*****
Ey rüzgarların güzeli meltem!
Dalımızı kıran, kalbimizi kıran nice rüzgârlar gördük. Kimi seher yeli diye, kimi akşam yeli diye esti geçti.
Her biri geldi, geçti, bir sen gelmedin…
Sen gelmediğin içindir ki…Gönlümüz yaralı…Son bir ümit diye bekliyoruz, kapılarda, balkonlarda, sokaklarda…Bu esen meltem midir diye…
Meltem esse, iklim değişir, o zehir zemberek diller törpülenir, yalancı bahar kaçacak delik arar, rüzgâr kıramaz dalımızı, kaybetmeyiz yolumuzu…
Ey rüzgarların en halden anlayanı Meltem! Her neredeysen, değiştir yolunu, dön bize doğru…Anladık ki sen bize doğru esmedikçe hiçbir şey değişmeyecek…