Emekli hiç bu kadar mağdur olmadı. Hiç bu kadar dalıp-dalıp gitmedi. Hiç bu kadar hayal kırıklığı yaşamadı. Bir milletin emeklisinin durumu, ekonomisinin de göstergesi. Gülmeyi unutan, gülümsemesi yüzünde donup kalan bir hal emeklinin hali. Bayramda bile…Emekliler yılında kurbanı, bayramı konuşuyor olmamalıydık. Emeklinin nereden nereye geldiğini, ümitlerinin nasıl tükendiğini hâlâ anlayamamak konuştukça batmak demek…
Biz duygusal, alıngan ve kırılgan bir milletiz. Hele ki bam telimize basıldığında, akordumuz bozulduğunda, yüzümüze gülünse de sırtımız sıvazlansa da karşımızdakinin niyetini, maksadını, nereye varmak istediğini eninde-sonunda anlarız.
Güvendiğimiz dağlara yağan karlar değil haddini, kendini de aştı. Geldik yol ayrımına, selam sabah limoni…
Ne zaman görecekler halimizi? Ne zaman duyacaklar sesimizi? Kaç ay sonra? Biz bizden gittikten, iş işten geçtikten sonra mı?
Kırgın gönüllü, yorgun gönüllü insanlar olduk çıktık.
Gördük ki, bu kırgınlığı tamir edecek, yıkılan köprüleri imar edecek bir adım yok. Hoşgörü lafta…Anlayış lafta…Laf kirayı ödemiyor. Lafın kurban alacak hükmü yok! Laf memlekete götürecek otobüs, tren parasını denkleştiremiyor.
Gitsem nasıl dönebilirim diye arpacı kumrusu gibi düşünüp kalıyor insan.
Bu yıl emekliler yılı…
Demek istiyorlar ki;
Emekli bir yere gitme, başına güneş geçer, tansiyonun çıkar, kalp zorlar. Otur evinde, uzat ayaklarını. Şimdi sizin şekeriniz falan da vardır. Yapın şekersiz tarafından birer sade Türk Kahvesi. Bu arada iyi bayramlar hepinize, dua edin bize, yıl başında bir güzellik yapalım inşallah.
Yıl başına kaç ay var? Cevap yok!
Ne olacak, nasıl olacak? Cevap yok!
O zamana kadar biz ne yapacağız? Yine cevap yok!
*****
Perşembe’nin gelişi, Çarşamba’dan belli oldu olmasına da…Biz mi karıştırdık acaba Çarşambalarla, Perşembeleri?
Uçan kuşa borçlanmışız. Kendi derdimize öylesine dalmışız, kaptırmışız ki, etrafımızda ne oluyor ne bitiyor diye etrafımıza bakma imkanından mahrum kalmışız…
Elimiz-kolumuz bağlanmış…
Bayram gelmiş neyime diye bir türkü vardı. Bayram ne emekliye ne asgari ücretliye gelmiyor değil, gelemiyor. Bayram geldi diye sevinemiyor emekli, sevinemiyor asgari ücretli…
Bayram çok daha ulvi çok daha yüce anlamlara sahip. Bu anlamları ayakta tutmak da insanı yaşatmaya, ayakta tutmaya, yüzünü güldürmeye talip olanların görevi.
Onun içindir ki, Bayramlarda dahi kırgınlıklarımız devam ediyor. Emekli, ver elini öpeyim demekle de, mesele hallolmuyor.
*****
Önümüz bayram. Üstelik bayram tatili dokuz gün.
Bu dokuz günde, değil dokuz, doksan dokuz kere düşünseniz bir çıkış yolu bulmanız zor. Hatta imkânsız.
Aslında, Kurbanda kesersiniz, tatile de giderseniz diye başlayabilirdik söze.
Neyle?
Paranız varsa…
Yoksa!
İşte o yoksa faslı hem uzun hem derin hem de oldukça hüzünlü…
2024 Emekliler yılında kurban kesemeyen, iki adım ötesindeki bir yere birkaç günlüğüne de olsa gidemeyen emekli.
Geçtik hepsinden, aldığı maaşla geçinemeyen, bir simit alamayan, bir çay içemeyen, market fiyatlarına bakıp geçmekle yetinen, pazarlardan birkaç ucuz şey dışında bir şey alamadan üzülerek, kahrolarak evine dönen emekli…
Emekli hiç bu kadar mağdur olmadı. Hiç bu kadar dalıp-dalıp gitmedi. Hiç bu kadar hayal kırıklığı yaşamadı. Bir milletin emeklisinin durumu, ekonomisinin de göstergesi.
Gülmeyi unutan, gülümsemesi yüzünde donup kalan bir hal emeklinin hali. Bayramda bile…
*****
Emekliler yılında kurbanı, bayramı konuşuyor olmamalıydık. Emeklinin nereden nereye geldiğini, ümitlerinin nasıl tükendiğini hâlâ anlayamamak konuştukça batmak demek…
Emekliler en azından kendi yıllarında bir kurban kesebiliyor olabilirlerdi!
En ucuz kurban 13 bin beş yüz liradan başlıyor…
Bir emekli maaşı artı emekli ikramiyesi olan üç bin lirayla birlikte bir kurban etmiyor.
Çünkü işin içinde kök maaş denen bir kara çalı var.
İşin köküne kadar inildiğinde, emekli on bin liraya ulaşabilmek için dahi ne hallere düştüğünü üzülerek görüyor ve kahroluyor.
Emekli, Matematik bilmez sanıyorlar herhalde.
Benim emeklim, maaşını kurbana verse, bir ay boyunca ne yapacak ne yiyecek ne içecek, borcunu harcını, evinin kirasını nasıl verecek?
Vekillerimizin anlamamak için ısrar ettiği ve cevap vermekten imtina ettikleri, on bin lirayla nasıl geçinirsiniz sorusu…
Bu enflasyonda…Bu hayat pahalılığında…Bu her gün değişen ve yetişilemeyen fiyat artışlarında, açıldıkça açılan ve kapanma ihtimali artık kalmayan makas manzarasında ne yapacak emekli?
*****
Bayramlar da mahsun olmamalıydı emekli…Bayram ikramiyesi üç bin lira…Bir kurban etmiyor etmesine de…
Kaç kilo et eder, orası da şehirden şehre farklılık gösteriyor.
Bizi kıskanan Avrupa emeklisi, bizim sahillerimizde…
Biz nerde miyiz?
Sanırsınız bu bayram Kanarya adalarına gittik, bazılarımızda Maldivlere…
Ortada şaka gibi bir şeyler var.
Ne bereketli on bin liraymış arkadaş…Harca harca bitmiyor, tükenmiyor!
Bizim emeklimiz her şeyin en iyisine layıktır denildi, denildi. Emekli çırpındı, gözyaşlarını kimseye belli etmedi, göstermedi, lakin tükendi, bir de duydular ki, bu dünyadan göç eylemiş sessizce.
Benim emeklim her şeyin en iyisine layıktır diyenler, yine kürsülerde, yer-gök laf. Konuşanların ip ölçülmez diline, laftan başka ne geçti emeklinin eline?
*****
Şimdi efendim şöyle bir düşünün; Emeklilerimizin bir kısmı Antalya ve civarına gittiler. Kurban kesmeyen emekli kalmadı.
Bayram tatili dokuz gün…
Emekli yılı diye, emekliye yüzde yetmişe varmış indirim. Otobüs, tren, yüzde yetmiş tenzilatlı.
Ranzalı değil, yıldızı bol otellerde tatil. Aynen bizi kıskanan Avrupa emeklisi gibi.
Paranın geçmediği yerde geçermiş hatır-gönül. Para ne ki, hatır-gönülün yanında. O hatır gönül ki, anlık değil, ömürlük. Bir koca ömrün bedeli…
Bizim emeklimiz bir değil, bin kere layık bu geciken, unutulan ve unutturulan güzelliklere…
Geçtim siyasetten, geçtim siyasetçilerden…
Yıldızı bol Oteller kapılarını açıverseler ne kaybederlerdi birkaç gün?
Mahallesindeki, sokağındaki emeklinin hanesine bir koç gönderecek, babayiğitler, koç yiğitler nerelerdeler? Kalmadı mı o yiğitlerden Türkiyem’de?