Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, azıcık aşım, ağrısız başım diye kendine göre bir yol çizen bir adam varmış. Yakın zamanda karısı bilinmeyen bir hastalıktan ölünce beş yaşlarındaki oğluyla kalakalmış. Aslında geniş bir sülalesi öz ve üvey toplandığında dokuz tanede kardeşi varmış. Adam bu dokuz çocuğun yaş olarak beşinci olanıymış. Üvey anası ortanca geldi, ortanca gitti diye bir başlamış, adı ortanca kalmış. Ortancanın iki ağabeyi, iki de ablası varmış. İki ağabeyi öz, ablaları üveymiş. Kendinden küçükleri de üvey kardeşleriymiş anası ortanca doğduktan sonra çekmiş gitmiş şehirden. Kaçar gibi gidince, kimi kaçtı demiş, kimi öldü, kimi ölüsünü ne bulan ne de gören var demiş, kimi yaşıyor yaşamasına da hangi diyarda, hangi şehirde demiş.
Doğrularla yalanlar birbirine karışmış. Ortancanın ağabeyleri sülalesi zengin olan analarından ne kaldıysa kendi aralarında pay etmişler, ortancaya da ele güne karşı ayıp olmasın diye iki odalı bir ev vermişler. Ortancayı üvey ananın dedikoduculukta şehre nam salmış kızı kışkırtmış. Ağabey demiş, senin büyüklerin şehrin en zengini, senin karında öldü. Git hakkını iste, sana bir dükkân versinler, çocuğunu da al o dükkânda yetiştir. Ortanca düşünmüş taşınmış, almış oğlunu yanına varmış ağabeylerinin yanına.
Ağabeyler şehrin hatırlı insanlarıyla oturuyorlarmış. Ortanca ben demiş namı diğer ortanca, dalmış mevzunun ortasına, verin benim hakkımı demiş. Ağabeyler insanların içinde ne demek kardeşim demişler. Akşam gel, sana Bedestenden bir dükkân, şehir merkezinden bir de konak verelim. Hatta seni tekrar everelim de. Akşam gelirken yeğenimizi de getir. Ortanca almış küçük oğlunu varmış ağabeylerinin olduğu konağa.
Büyük ağabey, sen demiş bizi o kadar hatırlı insanın içinde rezil rüsva ettin. Sana öyle bir ceza keseceğiz ki, ömrün boyunca ne sen unut, ne de bu çocuk unutsun… Vermişler kardeşlerini iri yarı iki adamın eline, adamlarla beraber sallandırmışlar şehir surlarından aşağıya. Ortancayı bağladıkları ip ne olduysa kopmuş, ortanca olanca hızıyla yere çakılmış, anında ölmüş. Ağabeylerden küçük olanı olan biteni ağlayarak seyreden ortancanın oğlunu kaptığı gibi, binmiş atına karanlıklar içerisinde gözden kaybolmuş. Dört günlük bir yol gittikten sonra bir akşam vakti bir diyara gelmiş. Sınıra yakın bir şehirde çalmış bir evin kapısını.
İçeri girmeden sana haberini gönderdiğim çocuk bu demiş. Adı ortanca, babasına da ortanca derlerdi. Beni görmedin, bilmiyorsun, tanımıyorsun. Kapıdaki adam, gel bakalım ortanca demiş. Burada senden başka dört çocuk daha var. Şimdi beş oldunuz. Küçük çocuk neresi burası demiş. Adam burada soru yok ortanca demiş. Bir daha neresi dersen bozuşuruz. Ortanca içeri girdikten sonra, diğer dört çocuk yanına gelmiş. Nerelisin, nerden geldin diye sormuşlar. Ortanca, babam surlardan aşağı düştü öldü demiş. Çocuklar bizim de demişler hiç kimsemiz yok. Ertesi gün beş çocuk, şehrin köşe başlarında dilencilik, pazar yerlerinde ufak tefek getir götür işleri yapmışlar. Ne kazandılar, kuruşu kuruşuna adama teslim etmişler.
Aradan on dört sene kadar geçmiş. Ortanca boylu poslu bir delikanlı olmuş. Yanındaki arkadaşları arasında en boylusu, en bileği bükülmeyeni, en gözü karası oymuş. Arkadaşlarıyla sokaklarda kavga ederek, her türlü mücadelenin içinden gelmişler. Ortanca, şehrin en namlı kabadayısından kılıç kullanmasını, kabadayının okçusundan da ok atmasını ve ata binmesini öğrenmiş. Kabadayı, ortancanın ve diğer dört çocuğun sahibine varmış. Ağa demiş, ortancayı ve bu çocukları bana sat. Ağa onları almaya senin gücün yetmez demiş. Hele ortancayı esir pazarında en yüksek fiyatı verene satacağım. Ortanca, ağa demiş ne beni ne de arkadaşlarımı satamazsın. Ağa, sizin demiş sahibiniz benim. Özellikle seni bana getiren, esir pazarında seni satmamı istemişti. Ona öyle bir sözüm var.
Ortanca yapışmış ağanın yakasına. Başlamış duvarlara çarpmaya. Arkadaşları da dur ortanca demişler, bizim de bu haddini bilmeze haddini bildirme hakkımız var. Tekmelemişler, yumruklamışlar. Ağa sokağın ortasında herkesin içinde ölmüş. Kimse imdadına koşmamış. Kim haber verdiyse muhafızlar beş delikanlıyı yakalayıp, atmışlar zindana. Birkaç gün sonra Zindancı başı, ortanca demiş, sen gel. Ortancayı almışlar, şehrin Beyinin huzuruna çıkarmışlar. Beyin yanında, Beyin el pençe divan durduğu biri daha varmış. Bey, ortanca demiş, şehri bir beladan kurtardın. Sen ve arkadaşlarınız şehrimize öyle bir iyilik yaptınız ki, biraz sonra hepiniz serbest kalacaksınız, yalnız tek bir şartla, ona Sultanımız karar verecek.
Sultan, ben demiş bu memleketin sultanıyım. Doğduğun şehre gideceksin. Yanına arkadaşlarını da al. O şehirde seni buraya getiren amcan Beylik yapıyor. Seni esir pazarında satıldı biliyor. O şehirde bir tüccara satılmış görüneceksin. O tüccar, seni satın aldığını sanıyor. Seni niye aldı biliyor musunuz? Bey olan amcana hediye etmek için. Hem bu kurnaz geçinen tüccarın hem de amcan olacak o beyin kellesini alacak bana getireceksin. Ondan sonra da neyi merak ediyorsan sor bana. Anlaştıkları plan üzerine, tüccar, esir demiş sana bayağı bir para ödedim amma bunun en az iki katı seni götürdüğüm yerden alacağım. Kaçmaya kalkarsan kellen gider. Ölünü teslim ederim seni isteyen Beye.
Bu arada ortancanın dört arkadaşı da araya bir mesafe koyup kafileyi takibe başlamışlar. Beş gün sonra, ortancanın beş yaşlarında ayrıldığı şehre gelmişler. Tüccar, hiç beklemeden Bey konağına alıp götürmüş ortancayı. Beyim demiş, işte istediğin esir. Ben sözümde durdum. Bin altın dediler verdim. Bey, al sana iki bin altın demiş. Tüccar altınları alıp da konaktan çıktığında kapının önünde, önce adamları ortadan kaldırılmış, ardından boğazına oldukça keskin bir hançer dayanmış. Ver bakalım aldığın altınları demişler. Senin yolculuğun buraya kadardı deyip tüccarı öldürüp atmışlar sokağın ortasına.
Ortancanın arkadaşları, tüccarın cesedini sessizce alıp çekip çıkmışlar sokaktan. Bey, ortanca demiş beni hatırladın mı? Evet demiş ortanca, sen babamı tutan ipin ucunu bilerek bırakansın. Bey, ağabeyim öldü demiş yerine ben Bey oldum. Artık bazı defterleri kapatacağım. Seni ablamın en küçük kızıyla evlendireceğim. İtiraz etme, hayır deme şansın yok. Burada kanatlarımız altında olacaksın. Bize isyan etmeyeceksin. Hele birimizden birini öldürmeye kesinlikle teşebbüs etmeyeceksin. Senin arkanda şehrin kabadayısı olduğunu bilirim. Hatta o memleketin Beyi ve Sultanının da. Onlara güvenip şeytana uyarsan, ardından şehre gelen o dört arkadaşını da babanı aşağıya attığım surdan aşağıya attırır, sana da seyrettiririm.
Yarın evleniyorsun. Kız üvey ablamın kızı. Sen bu şehirden ayrıldığından bir sene sonra doğdu. Yani hiç tanışmadınız. Ortanca ertesi gün o kızla evlenmiş. Kız ben demiş anneme benzemem. Annem kuyu kazar, tuzak kurar. Benim sabır sınırım yoktur. Seninle de dayımın zorlamasıyla evlendim. Bu konakta esirimiz olduğunu bilirsen uzun yaşarsın. Kız çıkmış gitmiş. Ortanca, daha önce göz altında tutulduğu odaya girmiş, o odaya sakladığı kılıcını, yayını ve oklarını almış çıkmış dışarı. Kime rastladıysa saf dışı etmiş. Konağın çıkışına doğru ilerlerken bir anda karşısına yeni evlendiği kız çıkmış. Kız kılıcına davranamadan bir yumrukta kızı bayıltmış almış omzuna, kargaşanın hâkim olduğu konaktan çıkmış dışarı. Dört arkadaşı ve kabadayıyla buluşmuş.
Kabadayı, ortanca demiş, sen kızı aldıysan, bende amcan olacak Bey bozuntusunu aldım. Hemen çıkalım şu şehirden. Sabaha kadar at sürmüşler. Ertesi gün öğleye doğru bir nehrin kenarında mola vermişler. Onlar mola verdiğinde, Sultan birliğiyle gelmiş mola yerine. Kabadayı, Sultanım demiş, Bey bozuntusu sağ olarak elimizde, yalnız tüccarı öldürttü. Onun da ölüsünü getirdik. Bu Bey olacak, ortancayı zorla üvey kız kardeşinin kızıyla evlendirdi. Kız, tam bir baş belası. Onu da ortanca yakaladı getirdi. Artık ne emir buyurursan öyle yapacağız. Sultan, Beyi yakasından kavramış, kaldırmış yere vurmuş. Benimle alıp veremediğin ne demiş? Sonra babasını öldürdüğün ortancadan ne istersin?
Bey, sen demiş benim Bey olan ağabeyimi öldürdün. Ortancanın babası ise hiç birimizin kardeşi değildi. Ne babamız onun babasıydı ne de anamız onun anası. Yağma edilmiş bir kervandan sağ kurtulan ortada kalmış, kimi kimsesi olmayan bir çocuktu. Onun için ona ortada kalmış babından, ortanca dediler. Sonradan öğrendik ki, bu ortanca, senin ölen ağabeyinin sarayından kaçırılmış oğluymuş. Babamız senin babanla kan davalıydı. Babasıyla iki amcasını öldürtmüş Sultan baban. O kan davası bize miras kalmıştı… Ortancayı attık surdan aşağı kurtulduk. Oğlundan da okkalı bir intikam alalım dedik. Karşımıza sen çıktın Sultan. Sultan, ayağa kalkmış, kılıcını öyle seri çekmiş ki, kılıcın Beyin kellesini nasıl aldığını gören olmamış bile…
Anlatırlar ki; Ortanca, o memlekette Şehzade olmuş. Dört arkadaşı ve kabadayı onun emrine girmişler. Amca bildiği Beyin kız kardeşinin kızı olan karısı, olanları dinledikten sonra, ben demiş bundan gayrı senin yanından ayrılmam. Çok uyumlu, çok anlayışlı bir hanım Sultan olmuş. Çocuklarından şehirlerde Bey olanlar, Vali Paşa olanlar olmuş. Ortanca Şehzade, arkadaşlarıyla, Sultanın yanından hiç ayrılmamışlar, onun gölgesi olmuşlar. Ortancanın hikayesi sadakatin ve vefanın hikayesi olarak anlatılmış yüzyıllarca…
Şehir şehire, Ortanca ortancaya, kardeş kardeşe, üvey ana üvey anaya, Bey Beye, konak konağa, arkadaş arkadaşa, kabadayı kabadayıya, vefa vefaya, ağabey ağabeye, sur sura, kafile kafileye, zindan zindana, diyar diyara, ahali ahaliye benzer.
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…