Siyasetimiz yerelde yani taşrada öfkeden beslenmek gibi yanlış bir seyir takip ediyor. Öfkeden beslenen insanların peşinden öfkeli hali tasvip eden, geçmişten kendine göre alacağı olan, hesaplaşma beklentisi olan insanların gittiği görülüyor.
Siyasi partilerin tabanları öfkeden beslenen bu insanlardan inanın hazzetmiyor.
Millet kavgadan bıktı.
Bağırmadan, münakaşadan, tartışmadan yıldı.
Ancak öfkeden beslenenler bir türlü bunu göremediler.
Belli ki görmeye de niyetleri yok…
Gergin, asık suratlı, tebessümü unutmuş yüzlerle kimse gönül seferberliği falan ilan edemez.
Kimse kimseyle kucaklaşamaz.
Öfkelerini geniş kitlelere yaymaya kalkışanlar aslında boşa kürek çekiyorlar.
Bir avuç kızgın insan adeta, demek istiyorlar ki,
Biz kızıyoruz, sen de kız!…
Biz öfkeliyiz, sen de öfkelen!…
Bizim suratımız asık, sen de suratını as!…
Öfke baldan tatlı demişler, anladık amma…
O kadar da değil…
Öfkeyle kalkan ziyanla oturur diyen de bizim atalarımız.
Keskin sirke küpüne zarar diyen yine bizim atalarımız…
Hz. Peygamber, “Öfkesini yenen kimsenin kusurunu Allah örter.” diye buyurduğu halde, öfkesini yenemeyenlerin dinmeyen öfkeleri ve öfkeden beslenmeye devam etmeleri hangi problemi çözecek, hangi düğümü kesecek acaba?
Sadi Şirazi, “Öfkenin ateşi önce sahibini yakar, sonra kıvılcımı düşmanına ya varır, ya varmaz” demiş.
Konuşmalarını öfke, hiddet ve kızgınlık üzerine bina edenlerin kazanacağı ne olabilir ki…
Bir mütefekkir, Öfke ekilen yerden pişmanlık biçilir demiş. Kırıp yıktıktan, yaktıktan sonra, pişman olmuşsunuz ne olacak?
Sevgiden beslenmek varken, hoşgörülü davranmak varken, bölüşmeyi ve paylaşmayı ortaya koymak varken, işin kolayına kaçmaktır öfke…
Rende gibi, hep bana, hep bana olmaktır.
Testere gibi bir bana, bir sana diyememek, öfke ve kine davetiye çıkararak kendine hasım yaratmak, kendinden başkasına hayat hakkı tanımamak öfke ve nefretten beslenmenin yolunu açan argümanlar olmuşlardır.
Yine bir mütefekkir, “Tartışmalarda öfkelendiğimiz an, gerçek için değil, kendi hesabımıza çalışmaya başlarız.” diyor.
Bakmayın siz konuşmaların arasına vatan, millet, insan, hizmet kavramlarının serpiştirildiğine.
Öfkenin hedefini göstermemek adınadır bu yapılanlar.
Siyasi manevradır.
Sevgiden beslenmek gibi en kolay yol, sevgisizliğe yani öfkeye teslim edilmektedir.
Sevgide buluşmak inadına zorlaştırılıyor günümüzde…
Sevgisizlerin, intikam çığlıkları atanların, menfaat ve çıkar hesaplaşmasını ebedi olarak sürdürmek isteyenlerin, beklemedikleri bir anda ölüp gidecekleri akıllarına gelmeyenlerin, kendisinden ve çıkarından başka hiçbir şey düşünmeyenlerin yanına neden uğrasın sevgi?
Sevginin ayakta durmasına, görüntüsüne, hatta adının bile geçmesine tahammülü olmayanlar ne yapsınlar sevgiyi…
Neden istesinler?
Ellerinde öfke kılıçları olanlar sevgiyi ne kadar isteyebilirler?
Elinde öfke kılıcı, gözlerinden öfke kıvılcımları çakar bir vaziyette olan insanın gönüllere hitap etmesi mümkün mü?
İnsanları kucaklaması, gönüller arası seferberlikler ilan etmesi mümkün mü?
İnandırıcılığı olur mu?
Kavga çıkarmaya hazır, öfke ve kin kılıçlarını kuşanacaksın, öfke ile yola çıkıp zafer kazanırsan, kazandığın bu zaferle millet peşimden gelsin diyeceksin?
Şimdiye kadar böyle bir örnek yok…
Yüzün belli belirsiz neredeyse hiç gülmemiş…
Tebessüm bile etmemişsin…
Millet sana baktığında rahatlamamış, içi huzurla dolmamış. Sadece eyvah demiş, yazık hiç uyaranı da yok…
Her kürsüden bağırıp çağırmışsın…
Millet sen böyle gidersen, tövbe billah sana oy vermem demiş…
Ne yapılıyor?
Hele şu hendeği de bir geçelim…
Siyasette ne hendek biter, ne tümsek, ne engebe…
Siyaset her kazanılan başarıda karınlardaki şişlerin indirildiği bir alan olsaydı, öfkeden beslenenler prim yapardı.
Sevgiden beslenenlere de, kişilik bozukluğu geçiriyorlar, zafiyet içindeler diyerek, kimse Allah’ın selamını vermezdi.