Şimdi efendim, Hocam Akşehir’den çıkmalı, Ankara’ya varmalı. Meclis de şöyle bir görünmeli. Meclis koridorları gülümsemeye başlamalı…Vekiller gülmekten kırılmalı… Sonra girmeli salona, çıkmalı kürsüye… O salon kahkahadan yıkılmalı… Bırakın şu kavgayı köftehorlar demeli… Ben niye geldim buraya? Barış mayası çalmaya…Dostluk mayası çalmaya…Kardeşlik mayası çalmaya… Hah şöyle be…Gülmeyi unutmuş bu köftehorlar…Gülün, siz gülün ki, Türkiye gülsün, insanlar gülsün, sevgi çiçekleri açsın ülkenin en ücra köşesinde bucağında…
ize bugünlerde Hoca Nasreddin lazım. Hem de hemen. Hem de en acil tarafından. Bu kadar öfkenin, bu kadar somurtmanın, yüzlerin bu denli sirke satar gibi durmasının, onca hengamenin ortasına Hoca Nasreddin dalmalı ki, bütün bu çıkmaz sokaklarda kalmışa dönen manzara nihayete ersin.
Sahi nerde Hoca? Nasreddin Hocayı göreniniz oldu mu?
Kötümserler, art niyetliler, bu durumu Nasreddin Hoca dahi düzeltemez, gücü yetmez, bu hal, bu ahval devam etsin, sular bulandıkça bulansın havasındalar.
Belli ki Hocayı hiç görmemişler ya da tanışmamışlar.
Ne diyorduk?
Şöyle neşeli türkülere, neşeli ve içimizi açan şarkılara hasret kaldık. Ne efkârlı günlerimiz bitti ne efkâra boğulduğumuz anlar.
Neşeli bir kahkaha atmayalı ne kadar oldu?
Pandemi öncesi diyenler çoğunlukta…
Acı, endişe, ıstırap ve kaygı çöktü içimize ve onun karmakarışıklığı yansıdı yüzümüze.
Kaç zamandır böyleyiz, onu dahi unuttuk…
Adeta gülmeye tövbe ettik. Güldürmeye de…Buna yüz güldürmek de dahil…
Hoşgörüyü fırlatıp attık bir kenara…Anlayış sokaklarda sayıklayıp duruyor.
Geriye derin bir düşünce kaldı…Kimi görseniz Arpacı Kumrusu gibi…
Seslensen de duymuyor artık.
Nasreddin Hocayı göreniniz oldu mu dememiz ondan…
Nerede olduğunu bilen var mı diye sormamızda…
*****
Uzlaştırıcımız yok…Arabulucumuz yok…Bir araya getirenimiz yok…
Bir baba gibi, bir ağabey gibi, bir Abla gibi başvuracağımız hiç kimse yok…
Neredeyse tamamı kendi kendini saf dışı etti bıraktı…Ağır Azam yerinde duramadı…
Sert rüzgarlar, soğuk rüzgarlar, karmakarışık rüzgarlar esiyor…
Söylenenlerin neyi kastettiği, nereye varacağı bilinmezliğini koruyor.
Ne dedi, niye dedi, kime dedi lafları tur atmaya devam ediyor.
Nasreddin Hoca böyle zamanda lazım aslında…
Elinde koca bir bakraç yoğurt ve kepçesiyle gelse neler olmazdı neler…
Kem sözlere maya çalardı mesela…Kızdırmayın beni köftehorlar derdi, gelin toplanın bakayım karşıma, size bir birlik mayası çalayım. Ardından bir de dirlik mayası…Bir de kardeşlik mayası çaldım mı, kalpleriniz mum gibi yumuşayıverir.
*****
Kalplerimiz hiç yumuşamadı. Taşa döndü diyeceğiz, taşa karşı saygısızlık yapmış olacağız.
Taştan da beter kalplere sahibiz. Sever görünümlü, bir yığın yalancı…Sevginin ne olduğunu bilselerdi, binlerce kez özür dilerlerdi sevgiden…
Başımıza kendi kendimize ördüğümüz çorapların tamamı sevgisizlikten.
Ölümle dans etmeyi marifet sayan, köşe kapmaca oynadığını zanneden, ben ne yaparsam yapayım bana bir şey olmaz diyebilen bir acizlik bizim yaptığımız.
Büyüklerimiz, kulun hesabı tutar görünür, şaşmaz görünür, ölüm gelir had bildirir, lakin, Allah’ın hesabı şaşmaz, gurur ve kibrine mağlup olan kul buna aldırmaz, sonunda hüsrana uğrar derlerdi.
Üç günlük dünya için, sürekli insanları ağlatmanın, üzmenin, kırmanın, incitmenin, onlara zulmetmenin bir karşılığı olmayacak mı sorusunun cevabını verebilecek olan var mı?
Alacaklarımız huzuru mahşere kalmaya devam ediyor.
Yüzleri güldürme iddiasıyla yola çıkanların, insanlara gülmeyi unutturan icraatları da öyle…
Nasreddin Hocayı asırlar sonra neden arıyoruz sorusunun da cevabı yok.
*****
Manzara karışık… Karamsar bir atmosfer…Açıklama çok… Açıklamaların açılımları çok bilinmeyenli denklem…
Bilen az…Bilmeyen de tevatür ve rivayetle karışım yorum aramadığınız kadar çok…
Kim üzülecek, kim sevinecek, kastedilen kim? Kim bu açıklamalardan kazançlı çıkacak?
Kime piyango vuracak? Kim kara bahtım kem talihim diyecek? Kim bir taş attım havaya, düştü kimin kafaya diyecek? Kim bir taşla şu kadar kuş vurdum diye böbürlenecek?
Taş bu…
Baş da yarar, kaş da…
Bir zamanlar çürük yumurta da atarlardı.
Gül atmasını unuttuk unutalı neler olmadı ki…
Canım bu taş, laf taşı…
Bildik bileli atılır. Kim ne attı, atmadı sayılır. Kimi düşer bayılır. Kimi üç gün sonra ayılır.
Kiminden cayılır.
Kiminin ayağı kayar… Kimi kendini yirmi dört ayar altından sayar. Kimi atar, kimi tutar…
Kimi konuştukça batar…
Gel Nasreddin Hocam gel, ağlanacak hallerimize gülmeye başladık, vaziyet pek vahim…
****
Mevzu laf taşı olunca…Kürsüler ve meydanlar laf taşlarının savrulduğu, laf taşıyla karşılıklı taşlaşmanın vazgeçilmez mekanları…
Son günlerde laf taşları neye benzedi dersiniz?
Doluya…
Ceviz büyüklüğünde mi desek, daha mı büyük desek bilemedik…
Öyle olunca da yağmurdan kaçanın doluya tutulması gibi bir hale ve ahvale büründü her yer…
Nerde Hocam, Hocamı bulalım hemen, Hocam her neredeyse arayın bulun. Nasreddin Hocayı canım, bizim Nasreddin Hocamızı demeye başladılar.
Ne Hocası, kimin Hocası. Hadi canım Hoca Nasreddin mi, güldürme beni demeye başlandı.
Ey gülmesini unutan, gül bari de gülmesini unutmuştu, Nasreddin Hocanın adı bile yetti desinler…
Netice de aradılar…O derde dermanı…Çare bulanı… Çare olanı… Pratik bir çözüm getireni…Hoca Nasreddin’i…
Bulabildiler mi, gören oldu mu, yoksa çıkmadık canda bir ümit diye hâlâ arıyorlar mı?
*****
Şimdi efendim, Hocam Akşehir’den çıkmalı, Ankara’ya varmalı.
Meclis de şöyle bir görünmeli.
Meclis koridorları gülümsemeye başlamalı…Vekiller gülmekten kırılmalı…
Sonra girmeli salona, çıkmalı kürsüye…
O salon kahkahadan yıkılmalı…
Bırakın şu kavgayı köftehorlar demeli…
Ben niye geldim buraya?
Barış mayası çalmaya…Dostluk mayası çalmaya…Kardeşlik mayası çalmaya…
Hah şöyle be…Gülmeyi unutmuş bu köftehorlar…Gülün, siz gülün ki, Türkiye gülsün, insanlar gülsün, sevgi çiçekleri açsın ülkenin en ücra köşesinde bucağında…