Geçtiğimiz günlerde Hakk’ın rahmetine kavuşan Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı, Konya İmam Hatip Okulunun ilk mezunlarından ve 104 nolu öğrencisiydi. Mezun olduğu okul olan Konya İmam Hatip Okulunda da öğretmenlik yapma bahtiyarlığına erişmiş, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Dekanlık yapmıştı.
O hayatta olan arkadaşlarının büyük bir bölümüyle beni bir araya getirmiş, buluşturmuş, tanıştırmış ve kendisi gibi ilk mezun olan ağabeylerle röportaj yapmama da imkân sağlamıştı.
Mekânı cennet olsun inşallah.
Rahmetli Uzunpostalcı Hocamla yıllar önce yapmış olduğum röportajdan bazı bölümleri hatırasına hürmeten sizlerle paylaşıyorum.
*****
“1939 Konya doğumluyum. Aslen Konyalıyım. İlkokulu Hakimiyeti Milliye okulunda tamamladım. Ondan sonra da 1951 yılında açılan İmam Hatip Okuluna kaydoldum. 1958 yılında İmam Hatip Okulunu bitirdim. Biz okulu bitirdiğimizde bizi herhangi bir yüksek okula, üniversiteye almadılar. Onun üzerine Lise fark derslerini Konya Erkek Lisesinde verip 1960 yılında bu okuldan mezun oldum. 1959 da İstanbul da Yüksek İslam Enstitüsü açılmıştı. O okulun ilk talebelerindenim. 1963 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü bitirip Tokat İmam Hatip Lisesi meslek dersleri öğretmenliğine tayin oldum.
1966 yılında naklen Konya İmam Hatip Okuluna tayinim çıktı. Aynı yıl Millî Eğitim Bakanlığının açmış olduğu bir imtihanda başarılı bulunarak Konya Yüksek İslam Enstitüsü Fıkıh ve Fıkıh Usulü Öğretim görevliliğine atandım.
Bu tayinim stajyer unvanıyla gerçekleşti. Hazırladığımız bir çalışma ile 1969 yılında Yüksek İslam Enstitüsü Öğretim Üyeliğine asaleten atandım.
1971 yılında askere gittim. 1973 yılının mart ayında Konya Yüksek İslam Enstitüsü Fıkıh ve Fıkıh Usulü dersi Öğretim üyeliğine tekrar görevlendirildim. 1976 yılında yeni açılan Samsun Yüksek İslam Enstitüsüne Müdür olarak atandım.
1982 yılında çıkarılan Yüksek Öğretim Kanununa göre Yüksek İslam Enstitüleri İlahiyat Fakültesine dönüştürülünce, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesine İslam Hukuku Öğretim Görevlisi olarak gelip göreve başladım.
1986 yılının Ocak ayında doktoramı tamamlayarak Doktor oldum. 1987 yılında Doçent ve 1989 yılında da Profesör oldum. 1993-96 yılları arasında Konya İlahiyat Fakültesi Dekanlığı yaptım. 2006 yılında emekliye ayrıldım. Halen emekliyim.”
*****
“İmam Hatip Okulu açıldığında bakış açısı farklı farklıydı. Hacıveyiszade gibi Hocalar, bu okuldan iyi insanlar yetişecek. Bu çocuklar çatı katlarında değil, ferah ve rahat okullarda okumalı diyorlardı.
Hacıveyiszade ve Konya Valisi Kemal Hadımlı başkalarının ne dediğine aldırış etmeden, bu hizmeti bir nimet olarak, sevap olarak görerek Konya İdmanyurdu sahasını 104 bin liraya satın aldılar. 4 bin lirasını da bağışlattılar.
Sahanın ön tarafında caminin hizasında stadın soyunma odaları ve banyosu vardı. Soyunma odalarının olduğu yerde bir bina vardı.
İkinci yıl biz Polis Mektebinden bu binaya geldik. Altı şube üç şubeye düşmüştü. Burası eski binamıza göre daha ferah bir binaydı. Biz okurken bahçe yine stadyum olarak kullanılıyordu. O dönemde İmam Hatip Okulunun bulunduğu yeri mahalle yapmak için bir hayli yüksek para verenler olmasına rağmen Vali Kemal Hadımlı ve Hacıveyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendinin gayret ve himmetleriyle İmam Hatip Okulu oldu.
1954 yılında Başbakan Adnan Menderes’in açmış olduğu bina, temelini Hacıveyiszade Merhum’un dualarla attığı ve yapılmasında büyük gayreti ve hizmeti olduğu binaydı.”
*****
“İmam Hatip Okulunun ilk nesli olarak, belli bir yere gelebilmişsek, ülkemize hizmet edebilmişsek, bunu İmam Hatip Okulunun açılmasına borçluyuz. Değilse kimse okuyacak durumda değildi. Askerlik için yoklama yaptıranlar askerlik kararını iptal ettirip, yaşlarını küçülterek İmam Hatip Okuluna kayıt yaptırmışlardı.
Okul, 19 Mayıs İlkokulunun arkasında eski hapishaneye doğru giderken şimdi o yerde yapılmış olan Meydan Ahmet Camiinin karşı köşesinde olan daha önceki yıllarda Polis Okulu olan bir binaydı.
Binanın iki ayrı merdivenle çıkılan yönü vardı. İki cephesi olan tahminen 300-400 metrekare bir avlusu, bir de çatı katı olan bir binaydı. Bu binada 6 derslik bulunuyordu. Bizim sınıf iki kapılıydı. Bir kapısından girilir diğerinden çıkılırdı. Bu sınıf okulun en büyük sınıfıydı. Diğer sınıflar bir evin odaları gibiydiler.
Bir şube de çatıdaydı. Yani tavan arasındaydı. Öğrenciler başını kaldırsa kafaları tavana değerdi. Ben o sınıfta okumadım.
Bizler 280 öğrenci ve 6 şubeydik. Ve son sınıfa geldiğimizde 49 öğrenci kalmıştık. Haziran ayında 43 kişi mezun olduk. Diğerleri bütünlemeye kaldı. Geçemeyenler ertesi yıla kaldılar. Biz 1958 yılında mezun olduk. Devre kaybedenler 1959’da okulu bitirdiler.”
*****
“Arapça Dersimize gelen Hacıveyiszade dersi çok tekrar ederdi. Bu tekrar talebeyi canlı tutar, uyutmazdı. Sen söyle, sen söyle…diye sorardı. Derse geldiğinde Hz. Peygamberin ailesini, eşlerini, anne ve babasının ismini sorar, kekeleyen öğrencileri bilemedi diye mahcup etmez kendi tekrar ederdi. Hocaefendinin böyle bir tavrı vardı.
Zaman zaman bana hitaben Mustafa olsun çamurdan olsun diye takdirlerini ifade ederdi.
Kızarsa öfkelenirse bugün Mübarek Pazartesi olmasa, Mübarek Salı olmasa, Mübarek Çarşamba olmasa derdi. Hocaefendi için haftanın bütün günleri mübarekti. Bu şekilde konuşur, kızmasını orada bitirirdi.
Abdullah Ulubay, Konya Müftüsüydü, Alim bir zattı. Derslerinde teferruata inmezse anlayamazdık. Derste not tutacak duruma gelmiştik. Tuttuğumuz notlardan çok istifademiz oldu. Abdullah Ulubay, Akaid ve Kelam derslerine girerdi.
Aynı zamanda Kız Muallim Mektebinde öğretmenlik yapan Tahir Elliiki Ulum-u Diniye yani Din Dersine girerdi. Ahmet Hamdi Akseki’nin İslam Dini kitabının okutur. Bu kitabı ezberleyecek şekilde öğrenmemizi isterdi.
Arapça öğretmenlerimizden bir diğeri de Mevlüt Efendiydi. Hadis Hocamız Abdülmecit Ünlükul’du.
Bağdat’tan gelen Hüseyin Atay 5. sınıftayken bir süre dersimize girdi. Ankara İlahiyata gitmeden bizim okulumuzda öğretmenlik yapmıştı.
Teneffüslerde öğretmenler çay içer, bizlerde şakalaşır, dalaşırdık. Atay Hoca, her teneffüste elinde bir kitap okur halde salon ve koridorda karşımıza çıkardı. Bizim için çok iyi bir örnek olmuştu.
Osman Sabri Ortaç, Tefsire gelmişti.
O günlerde Konya’nın ileri gelen bütün hocaları. Allah için hepsi seçme Hocalardı. Ve bize derse geldiler. Bunlardan bir tanesi Kemal Or’ du. Kemal Or Edebiyat ve Kompozisyon derslerine girerdi. Kompozisyon imtihanında beş kelime verdi. Bu beş kelimeyi birer cümle içerisinde kullanmamızı istemişti. Kelimeleri cümle içerisinde kullandım ve kağıdımı teslim ettim. Daha sonra kağıtlarımızı dağıttı. Benim kağıdıma 10 vermiş. Hemen altına eksi 2. ve eksi ikiden sekiz diye yazmış.
Soyadımı Uzun postalcı diye ayırdığım için iki not birden kırmış. Meğer soyadı bitişik yazılırmış, bunu öğrenmem iki nota mal oldu.
Bir defasında da kâğıda yazı yazarken, kâğıdın sol tarafını boş bırakmadan sıfırdan itibaren yazmışım diye iki not kaybettim. Hocam hiç söylemeden, anlatmadan iki notumu birden kırmıştı. Oysa o güne kadar kâğıdın bu şekilde kullanılacağını ne kendisi ne de bir başkası bize söylememiş ve ikaz etmemişti.
Hocalarımın hepsine rahmet niyaz ediyorum. Nezaketsizliğimiz belki olmuştur. İnşallah bizi bağışlamışlardır.”