Erol Sunat
Erol Sunat

Meydan Dayağı Hikayesi

featured

Uzun uzun zaman önce memleketin birinin Payitahta yakın bir şehrinde bakır işleme konusunda oldukça yetenekli bir genç varmış. Bu sanatı memleketin uzak mı uzak bir şehrinde bir ustadan öğrenmiş diye anlatırlarmış. Genç ustaya herkes bakırcı der geçermiş. Şehirde bakırcılar varmış amma, onun sanatı, onun işlemeciliği bir başkaymış. Küçük dükkanında bakır kaplar üzerine işlemeler yapar, merak edenler dükkanının olduğu sokağa uğramadan geçemezlermiş. Bakırcı o şehirdenmiş o şehirden olmasına da ahali, ustayı ayrı bir yere koyar, ailesini ve sülalesini de iyi olarak anmazlarmış. Bakırcının anası kavgacı, geçimsiz, mahallede çatmadığı, dövmediği, kafasını gözünü yarmadığı, varıp kapısına dayanmadığı kadın kalmayan şirret, zeytinyağı misali suyun üzerine çıkan, haksızken haklı olmaya çalışan, bağıran, çağıran, ortalığı velveleye veren bir kadınmış.

Babası şehrin eski kabadayılarından biriymiş. Onun geçtiği sokaklardan değil insanlar, çocuklar bile geçmez, onu gören kaçar gider, kapısını sıkıca örtermiş. Niye baktın, kime güldün, neden selam vermedin diye sudan sebeplerden maraza çıkarır, itiraz edeni, neden, niçin diye soranı evire çevire dövermiş. Bakırcı ana ve babasının bu halinden dolayı alıp başını gitmiş. Oldukça uzak ve ücra olan bir şehirde eşsiz bir bakırcı ustasının yanında yıllarca sanat öğrenmiş ve yıllar sonra şehrine gelip dükkân açmış. Kendine kale kapısı civarında küçük bir ev almış, dükkânda yakın olunca, işine gücüne bakar, kendi mahallesinden, kendi akrabasından kimseyle de muhatap olmazmış.

Babası, benim rızamı almadan şehri terk eden bir adam değil sanatkâr, şehre Bey olsa gözümde değeri yok diyormuş. Anası ise, dayısının kızını ona alacaktık demiş, ertesi gün istemeye gidecektik. Ben ne dayı kızı ne hala kızı ne teyze kızı isterim. Bana sormadan kendi kendine iş edersin ana dedi, kırdı kalbimi beter olasıca, bir de duyduk ki kervana katılmış gitmiş. Biz onunla o gün, bugün küsüz. Babası, cenazeme gelmesin, salımdan tutmasın diye büyük yeminler etti. Gittiğinde on sekiz yaşlarındaydı. On iki senedir yoktu. Bu şehirde anam var, babam var, kardeşlerim var diye kapımıza gelmedi. Sokağımızdan dahi geçmedi. Olmaz olsun böyle evlat diye etmediği laf bırakmamış.

Bakırcıyı kışkırtmaya çalışanlar, anan şunu dedi, baban şöyle söyledi, dayın ben Bedesten Ağası olduğum müddetçe bu şehirde kendini gösteremez dedi diye anlatmış durmuşlar, bakırcı, tek bir kelime dahi etmemiş. İşine devam etmiş. Bakırcının bu davranışı takdir toplayacağına, neden susuyor, neden konuşmuyor, insan bir tepki verir, bir şeyler söyler, nihayetinde ne olursa olsun anası, babası, kardeşleri, yazıktır günahtır diye de bir müddet söylenmişler. Aradan bir altı ay kadar geçmiş. Bedesten Ağası olan dayısı, Bakırcının anasının evine varmış. Ablam demiş, ahali hakkımızda konuşuyor. Senin bu ne yaptığını bilmez oğluna ben yine de dayılık yapmak isterim. Biliyorsun, kızımı istemedi, defolup gittikten altı yedi sene sonra bende bir Bey oğluyla evlendirdim kızımı. Şimdi, Bey karısı oldu.

Bak ne diyeceğim, benim hanımın ağabeyinin bir kızı var. O kızı alalım. En azından dayısının sahip çıkmadığı yeğen diye arkamdan dedikodu yapmasınlar. Bakırcının anası, Ağa kardeşim demiş, biz babasıyla yemin ettik. Kapısını açmayacağız. Ne diyorsan ne istiyorsan yapabilirsin. Ne darılırım ne gücenirim. Bedesten Ağası, ertesi gün öğleye doğru, yeğeni olan Bakırcının dükkanına varmış. Bir de bakmış ki, Bakırcının kucağında iki-üç yaşlarında bir erkek çocuğu. Bedesten Ağası, anlaşıldı demiş, arkadaşlarının çocuklarıyla avunursun, bende tam bunun için geldim. Seni, yengenin yeğeniyle evereceğim.

Bakırcı, Ağa dayım demiş, bu çocuk benim kendi evladımdır. Anasıyla birlikte dün kervanla geldiler. Hanımım Ustamın kızı olur. Nasipmiş, orada evlendik. Bedesten Ağası, demek demiş bu çocuk senin oğlun öyle mi? Allah bağışlasın demiş, binmiş atına, doğruca, Bakırcının anasının kapısına varmış. Ablam demiş. Senin kaçak oğlun, o şehirde ustasının kızıyla evlenmiş. Birde erkek torunun var. Gelin ve torunun dün kervanla şehre gelmişler. Kadın, bunu bize yapmayacaktı Ağa kardeşim demiş. Evlendiysen var git başka şehre yerleş. Ne sen bizi gör ne biz seni. Nerede bu oğlanın evi?

Kadın hışımla çıkmış evden, Bakırcının oturduğu evi öğrenmiş. O sokakta, bela mı bela bir kadın varmış. Önce onun kapısını çalmış. Kapı açılınca ahretliğim demiş, benim oğlan, bayağı bir şehirde yoktu. Dayısı evermeye kalktı, bil bakalım ne oldu. Bela kadın ne oldu demiş, meğer evliymiş. Bir de çocuğu varmış. Çıkıp gelmişler, sana komşu olmuşlar. Kadın, bana demiş bela derler, benden izin almadan kimse bu mahalleye karısını, çocuğunu getiremez. Hadi senin oğlundur, ustadır, saygılıdır dedik, ahretliğimin hatırı büyüktür dedik bu olmadı ahretliğim. Bana anacığım müsaadenle karımı ve çocuğumu getirebilir miyim diye soracaktı.

O zaman, gereği neyse yapacağız. İki kadın varmışlar bakırcının evine. Bakırcının anası kapıyı tekmelemiş. Ve başlamış bağırmaya. Gelin misin, nesin aç demiş kapıyı. Topla pılını pırtını defol bu şehirden. Gelin kız açmış kapıyı. Bela kadın, bana bak gelin demiş, bana bela kadın derler, belanı benden bulma. Bu kadın benim ahretliğim. Bakırcının anası, yani senin kaynanan. Topla tasını tarağını. Gelin demek ki demiş, şehrinizde hoş geldin böyle deniyor. İnsan önce bir hoş geldin der. Seni dün bir komşu anlattı bela kadın. Bu şehir senin tapulu malın mı, ya da bu sokak, bu mahalle? Babandan mı kaldı? Kimsin sen?

Kimse bu şekilde kimsenin evini basamaz da kaynanam da olsa kapısını tekmeleyemez. Bela kadın, bak hâlâ konuşuyor münasebetsiz demiş, yapışmış gelinin yakasına, çekmiş kızı sokağın ortasına. Gelin kız, bela kadının ellerinden yakalamış, kaldırmış bela kadını savurmuş bir kenara. Bakırcının anası donmuş kalmış. Gelin kız, Kocamın anası demiş, var git yoluna, sana elim kalkmaz, kötü bir şeyde demem. Ancak bu bela kadın sadece savrulmakla kalmamalı. Yakalamış baş belasını, yerden yere çarpmış, bir daha demiş ne bana ne de mahallede herhangi bir kadına, kıza, çocuğa bir şey yaptığını görürsem, seni Vali Paşa’ya olmadı, şehrin Beyine şikayet ederim.

Bela kadının yüzü gözü kan revan içinde kalınca, sokaktaki cümle evin kapısı açılmış kadınlar, kızlar fırlamışlar dışarı. Ellerin dert görmesin, ellerine sağlık gelin kız demişler. Bu senin kaynana olacak kadınla bu bela kadın kan kusturdular şehrin kadınlarına kızlarına. Bugün bizim bayram günümüz bayram diye sarılmışlar gelin kıza. Bakırcının anası, o kargaşada, ahretliğini o halde bırakıp ortadan kaybolmuş, canımı evime zor attım. Verilmiş sadakam varmış diye oturmuş hırsından ağlamış.

Bakırcının karısının, bela kadını yerden yere çarpmasını şehirde akşama kadar duymayan kalmamış. Bela kadın üç gün evinden dışarı çıkamamış. Sonra bir gece bakırcının anasıyla bir araya gelmişler. Biz demişler ona o sokakta öyle bir meydan dayağı çektirelim de görsün bakalım hoş geldin nasıl oluyormuş. Ardından da, şehrin en kavgacı, en huysuz, en geçimsiz kadınlarına haber salmışlar. Birkaç gün sonra, kadınlar bela kadının evinde toplanmışlar, sıcağı sıcağına bu meseleyi halledelim deyip beklemeye başlamışlar.

Bakırcının karısı, almış kucağına oğlunu, iki üç ev ilerideki komşuya gitmek üzere evden dışarıya çıkmış, karşı komşusu da yanındaymış. Sokakta az biraz ilerlemişler ki, bela kadının evinden elinde hançerlerle on kadar kadın yollarını kesmiş. Kadınlardan biri, komşu kadına, sen demiş şu yabancı kadından ayrıl. Seninle bir derdimiz yok. Yok onunla beraberim diyorsan, seni de defterimize yazalım. Bakırcının karısı, komşum demiş, oğlumu al evine git. Komşu kadın, gelin kızın oğlunu kaptığı gibi girmiş evine.

Kadınlar, sen demişler yanlış yaptın gelin hanım. Bela kadın bizim anamız gibidir. Anamıza kalkan eli kırmak boynumuzun borcu. Karar verdik, sana bugün bu sokakta hoş geldin dayağı çekeceğiz, bu şehirde bir daha kimse bu meydan dayağını unutmayacak. Hep birlikte gelin kızın üzerine saldırmışlar. Bakırcının karısı, kavga dövüş üzerine, özel yetişmiş biriymiş. Saldırganların üzerine öyle bir dalmış ki, on on beş dakika sonra, bir tane kadın ayakta kalmamış. Her birini yere sermiş. Ardından bela kadının kapısını tekmeleyip açmış. Onu da çıkarmış sokağın ortasına, vurmuş yıkmış o kadınların arasına atmış. Sokaktaki evlerden kadınlar kızlar fırlamışlar yine. Kendilerine eziyet eden o kadınları tekmelemişler, ellerine ne geçtiyse vurmuşlar, yıllar yılı çektiklerinin hırsını onlardan çıkarmışlar. Muhafızlar, mahallenin kadınlarının elinden o saldırgan kadınları zor almışlar.

Anlatırlar ki; Bakırcının karısının kadınlara zulmeden kadınlara attığı meydan dayağından sonra, şehirdeki kadınlar bir karar almışlar. Bela kadını şehirden kovmuşlar. Ona yardım eden diğer kadınlar tövbe etmişler. Bakırcının anası gelin kızın hakkında konuşurken bir değil on kere düşünmüş, öyle konuşmuş. Daha sonraları torunlarını görmeye gitti. Gelinin bile onu evinde ziyaret ettiğini görenler oldu diye anlatılmış. Bakırcı, karısının şehrin kadınlarına sahip çıkması karşısında ona bir daha hayran kaldığı gibi, yanında olmuş, yanında durmuş. Bir süre sonra, işleri açılmış. Şehirde Bedesten Ağalığına kadar yükselmiş. Karısı da, şehrin kadınlarına ve kızlarına kuru gürültüye pabuç bırakmamak neymiş öğretmeye ve anlatmaya devam etmiş.

Şehir şehire, meydan dayağı meydan dayağına, Bakırcı bakırcıya, Gelin Hanım gelin hanıma, Bela kadın bela kadına, kadınlar kadınlara, dedikodu dedikoduya, kaynana kaynanaya, sokak sokağa, mahalle mahalleye, dükkân dükkana, Bedesten Ağası, Bedesten Ağasına, dayı dayıya, ana anaya, baba babaya, ahali ahaliye benzer.

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!