Anadolu’daki birlik bundan yüz beş yıl önce tuz buz olduğunda, 19 Mayıs 1919’la başlayan bir süreçte yeniden toparlanmaya başladı. O zamanda bu topraklardan bir Mustafa Kemal doğdu. Cümle kırgın ırmak, cümle küskün ırmak, İstiklal denen o hürriyet nehrinde birleşti. Onun içindir ki ümidini yitirmeyenlerdenim. Bizim ırmaklarımız, eğriyi de bilir, doğruyu da… Hem ne demişler? Yanlış hesap Bağdat’tan döner…
Biz ki Maveraünnehir’i bilirdik…Seyhun’u bilirdik, Ceyhun’u bilirdik… Aral gölünü bilirdik. Taklamakan çölünü bilirdik. Tanrı dağlarından gelirdik…
Hazar’ın kuzeyini, güneyini bilirdik.
Karakurum da bizimdi…Ötüken’de…
Kaşgar’da bizimdi Semerkant’ta, Buhara’da…
Altaylardan Tuna’ya yürümüş gitmiştik. Tuna’da sulamıştık atlarımızı…
Adriyatik kıyılarına kadar uzanmıştık.
Bu uçsuz bucaksız coğrafyada bir zamanlar tek bir dil bilseniz yeterdi.
Türkçe…
Türkçeyi konuşabilen, Türkçeden anlayan, Türkçe ile anlaşan, bu coğrafyada kolaylıkla at sürebilirdi.
Sonra Fırat’la tanıştık, Dicle ile dost olduk. Aras’a selam verdik.
Sakarya’da destan yazdık…
Akdeniz’e İzmir’de denize kılıç vurup gelen Afşin Bey, Sultan Alpaslan’ın emriyle bir uçtan bir uca geçmişti Anadolu’yu.
Mısır’da Nil’e ulaştık. Kuzey Afrika’yla tanıştık. Viyana kapılarına dayandık…Uykuları kaçtı Roma’nın Vatikan’ın…Bir başka zamanlardı o zamanlar, mecramız yerli yerindeydi…Ne mecra kayması vardı ne mecra şaşması.
*****
Su akar mecrasını bulur demiş atalar. Bulur amma…Sular bulanmışsa, bulandırılmışsa nasıl bulur mecrasını su?
Ne zaman bulur?
Ne zaman toplar kendini?
Mecranın ayarlarıyla oynanıyor diyor bazıları…
Mecra kayarsa, mecra o bilinen mecra değilse, ne yapsın su?
Yatağına yani mecrasına kırgın ırmaklar, kırgın çaylar, kırgın dereler oluşur o zaman.
Oluşursa oluşur, su kendine akacak kendine has, kendine uygun bir mecrayı bir şekilde bulur.
Yanlış akarmış, yanlış gidermiş… Varsın aksın, varsın gitsin, döner dolaşır, yolda aklı başına gelir o ırmakların…
Irmak kaybolmaz, ırmak yok olmaz…Asıl mecrasına yakın bir mecrada akar durur.
Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz demişler. Neler olur, neler olur…Mecraları bulandıranların aklı ermez, gücü kuvveti, hatta kudreti yetmez.
*****
Irmak; sessizdir, sakindir, ağırbaşlıdır. Sabırlıdır, hoşgörülüdür. Sen onu asıl sel olduğunda gör. Bentleri, engelleri nasıl yıktığını, nasıl aştığını gör.
Dikkat ettiyseniz, ırmak diyen yanına defalarca mecra ekliyor.
Ne kadar çok mecra değiştirme meraklısı varmış…
Irmaklar durup dururken yatağına kırgın ırmaklar olup çıkmadılar. Mecra değiştirme heveslileri ve meraklıları bir türlü tanıyamadılar ırmakları. Irmağa çarpan, dağa taşa çarpmış gibi olsa da ne anlıyor ne de mecra değiştirme aşkından geri adım atıyor.
Yaşadığımız coğrafya öyle bir coğrafya ki, her ne olursa olsun şaşırmamak gerekiyor.
Olmaz denen oluyor. O bunu asla yapmaz denen yapıyor. Dönmez denen dönüyor. Gitmez denen gidiyor.
Taş yerinde ağırdır diyen atalarımıza keşke daha çok kulak verilseydi.
Gün olur, devran döner. Irmaklar taş basar kalbine. Yeni dirilişler için kalkar ayağa.
Ne mi diyelim?
Dün Ertuğrul vardı, bugün Mustafa Kemal…
Ardından yürüyecek, adam gibi adam bulmuş Türk Milleti alır ilhamını, sona erdirir kırgınlığını küslüğünü…
*****
Nice kadim nehirler vardır ki, mecraları kolay kolay değişmez. Bildik bileli hep aynı mecrada, hep aynı yatakta akar durur yüzyıllardır.
Fırat öyle, Dicle öyle, Aras öyle…
Sakarya öyle…Meriç öyle…Tuna öyle…Seyhun öyle…Ceyhun öyle…
Irmak bilmez mi yatağını?
İstemez mi? Canı atmaz mı? İçi gitmez mi? Ayrı kaldıkça hüzünlenmez mi?
Rahmetli Arif Nihat diyor ya;
“Şu yakın suların, kolu neden bükülmez, / Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin benden doğar, bana dökülmez?”
Mecra kaymaya görsün, bir kaydı mı kayar gider. Hem de avuçlarımızın içinden.
Sonra da Arif Nihat’ın feryadı duyulur neden ve niçin diye soran…
*****
Bir olmak, birlik olmak gibi bir erdemin etrafına toplanmıştık bir zamanlar.
Bir olduk, birlik olduk.
Sonra aralara tefrikalar girdi. Ayrılıklar girdi. Soğuk rüzgarlar girdi. Kışkırtanlar, dağıtanlar, dostu dosttan soğutanlar girdi. Görünmez bir eldi o giren.
Ne diyordu Mehmet Akif,
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Tefrika; ikiye ayrılmaktı. Bir olmaktan, birlikte olmaktan uzaklaşmaktı. Sürekli anlaşmazlıktı.
İkiye ayrılmakla kalınsaydı, bir ihtimal birçok şey toparlanabilirdi.
Olmadı. Ayrılma, ufalanma, dağılma, bölünme aldı başını gitti.
Üçtü, beşti derken, rakamlar yetmedi anlatmaya ayrılığı.
*****
Aynı türküyü söyleyen, aynı türküye ağlayan, aynı türküye sıkı sıkıya sarılan ırmaklardı onlar.
Hâlâ da öyle…
Lakin, bir araya gelemesinler diye…
Karıştıranlar… Suyu bulandıranlar…
Mecra değişmesini körükleyenler o kadar çok ki…İçlerinde yok-yok…
Anadolu ayrılığı kaldıran bir coğrafya değil. Bir olmadan birlik olmadan huzur bulamayan bir coğrafya…
Anadolu birliğini ilk kez Yıldırım Beyazıt tesis etmiş ancak 1402’de Ankara Savaşında Timur’a kaybedince, birlik dağılmış, Anadolu Fetret devri yaşamış, birliği tesis etmek Fatih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştu.
*****
Anadolu’daki birlik bundan yüz beş yıl önce tuz buz olduğunda, 19 Mayıs 1919’la başlayan bir süreçte yeniden toparlanmaya başladı.
O zamanda bu topraklardan bir Mustafa Kemal doğdu.
Cümle kırgın ırmak, cümle küskün ırmak, İstiklal denen o hürriyet nehrinde birleşti.
Onun içindir ki ümidini yitirmeyenlerdenim.
Bizim ırmaklarımız, eğriyi de bilir, doğruyu da…
Hem ne demişler?
Yanlış hesap Bağdat’tan döner…