Laf barışa yakışacak, yakışmasına da yakışmasını isteyen var mı önce ona bakmak gibi bir gerçek ortaya çıkıyor. Ancak bu gerçekle yüzleşmeye tahammülümüz yok. Barışı ister görünmenin bile en talihsiz yalanlardan biri olduğunu en acı bir şekilde görüyor ve ödüyor dünyamız.
Lafı her şeye yakıştırdık da bir barışa yakıştıramadık. Barış ve barışma özürlü olduğumuzu bir türlü kendimize itiraf edemiyoruz.
Dilimizde ve dağarcığımızda barış kelimesi var olsa da yokmuş gibi davranmamız, yaşadığımız dünyanın kadersizliği.
Barışı yaylım ateşine tutanları, katledenleri, yok edenleri doğduklarına pişman etme gibi bir gayretin içinde de değiliz.
Geriye kalan ne?
Edebiyat…
Edebiyat şiir olsa, destan olsa, roman olsa, boğulup kalıyor sözde barışseverler tarafından.
Barışa yakışan laf, bir türlü hoş bir meltem rüzgârı gibi esemiyor, dünyamızın her tarafında. Oysa dünyamız kan gölü…
Vahşet ve ölüm kol geziyor birçok coğrafyada. Barışın adını ananı, olduğu yere gömüyor, barış diye bir şey yoktur diyenler.
Huzur bulmayan, derin bir oh çekemeyen, yeni sömürgecilerin sömürmeye doyamadığı sınırları kaybolmuş, gözyaşları dinmeyen bir dünya…Laflar havada…laflar geçersiz, lafının gereğini yapması beklenen edepsiz, şirret, hırçın, öldürmeye ve yok etmeye kurulu.
Laf barışa yakışacak, yakışmasına da yakışmasını isteyen var mı önce ona bakmak gibi bir gerçek ortaya çıkıyor. Ancak bu gerçekle yüzleşmeye tahammülümüz yok. Barışı ister görünmenin bile en talihsiz yalanlardan biri olduğunu en acı bir şekilde görüyor ve ödüyor dünyamız.
*****
Biz lafımızın amma gibi, fakat gibi, lakin gibi, ancak gibi kelimelere takılmasını, dolanmasını, onlarla hem hal olmasını o kadar çok severiz ki hem laf uzar, hem mevzu derinlik kazanır, hem yeni koridorlar açılır, hem de her bakımdan maksat hasıl olur.
Laf tıkanıklığı sevmez. Şelale misali akmaya, çağlamaya bayılır. Güzel konuşanlara ezelden vurgundur laf. Eline mikrofonu aldığında saatlerce konuşan insanların laflarını hiç unutanımız oldu mu?
Rahmetli Süleyman Demirel’i, rahmetli Osman Bölükbaşı’ yı hangimiz unuttu?
Lafın coştuğu alanlar meydanlardır, hele kürsüde bir de o lafı coşturan varsa…Dolar taşar, inim-inim inler meydanlar. Parçalanır kürsüler.
Bu meydanda dün kim vardı biliyor musun derler, adam öyle bir konuştu ki, alkış tufan yıkıldı ortalık…
Bir de acı laf vardır. Her gönlün kaldıramadığı. Acı lafı söyleyecek olan bir değil en az üç kere düşünmeli denmiştir. Yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür demiş şairler. Acı laflar, hem de hiç hak etmediği bir lafı işiten için ölümün habercisi demektir.
Hırstan, kinden, hasetlikten, fesatlıktan, kıskançlıktan gözü dönenlerimiz, neler söylemediler bugüne kadar. Neleri yıkmadılar, neleri göçermediler, kimleri kahrından öldürmediler ki…Kimi kalpten gitti, kimi tansiyondan…
Laf kaldırılamayacak kadar ağırdır çünkü…Giden gittikten sonra, ben ne dedim ki diyenin vebali azalacak mı? Keşke demeseydim demesi onu vicdan azabından kurtaracak mı?
*****
Lafın tatlısı da vardır amma. O tatlı laf konusu bizde varsa bile gramla bulunur.
Kilo-kilo acı lafı yüklenmeyi, stoklamayı marifet sayan bizler, iş tatlı laf faslına geldiğinde cimriliğimiz tutar.
Tatlı lafa bir türlü sıra gelmez. Neden gelmez? Niçin gelmez? Neden dünyamıza tatlı laflar hâkim olsun istemeyiz? Neden tatlı laf söylemekten de duymaktan da kaçınırız?
Tatlı tatlı konuşmak varken, anlaşmak varken, bütün meselelerimizi tatlılıkla çözmek ve nihayete erdirmek varken, bu yolu neden kendimize kapatırız?
Tatlı davranmayı zafiyet görmek gibi bir bahtsızlığımız var…
Bağırmak, baskı kurmak, tehditvari konuşmak, can yakmak, kalp kırmak tatlı lafın önündeki en büyük engeller…
O
kadar çok acı lafla karşı karşıya kaldık ki, tatlı laf nedir, neye benzer, hangi hallerde söylenir, kim söyler, nasıl söyler, neden söyler kinaye olarak mı söyler benzeri düşüncelere daldık…
Aslında tatlı, gönül alan, ruhumuza hitap eden, bizi kendimize getiren, tekrar güven telkin eden tatlı laflara o kadar çok hasretiz ki…İşin en üzücü yanı, bunları duymak istediklerimizin, tatlı laflara teğet dahi geçmemeleri…Dağarcıklarında tatlı laf mı kalmadı acaba diye düşünmeden edemiyorsunuz…
*****
Laf konusunda allame olduğumuz için, laf ola beri gele demişiz, çok laf yalansız olmaz demişiz!
Sonra da tamda bu zamana uygun bir kelamla süslemişiz dediklerimizi.
Ne mi demişiz?
Yalan lafın cilasıdır! Yalanla cilalanmış laf…Parlamış da parlamış… Parıldamış…
Kendince gerçeğe yakın bir şekle şemaile bürünmüş…
Doğruya yakın olduğu var sayılmış…Doğru diye okunmuş…Doğru olarak kabul ve itibar görmüş…
İçine az biraz da nezaket katıldığında, kapılar açılmış hem de ardına kadar…
Bu dünyada satıcısı da alıcısı da aracısı da taşıyıcısı da en geçerli olan nesnedir laf.
Altından da dövizden de çok daha kıymetlidir diyenlerle çevrili etrafımız.
Laf mihenk taşına benzer. Bir laf diyenin, söylediği o lafın ardında durması beklenir. Dediysem dedim, varsayın ki söylemedim diyemezsiniz. Laf ok gibidir. Yaydan çıktığı andan itibaren hedefine doğru uçar gider. Kaybolmaz, şahidi çoktur. En yalancı en inkârcı bile, evet öyle dedi, yemin etti, demekten kendini alamaz. Nasıl tasdikler nasıl doğrular, kendi dahi bilemez.
*****
Laf beklemeleri sever, bekletmeleri sever. Aralara bayılır…Yarınlara belirsiz tarihlere ötelendiğinde zil takıp oynar…
Çünkü bu hareketler lafın kıymetlenmesine, daha da tatlı bir hale gelmesine neden olur.
Laf yasakları da pek sever…Meydan okumalar olmazsa olmazıdır. Hele bir de tehditvari hale dönüştü mü, lafın önüne kimseler geçemez!
Emir kelimesi ya da cümlesi içinde kendine yer bulduğunda ise, kraldan fazla kralcı nasıl olunur, işte o zaman görürsünüz.
Laf esnemez değildir. Şımartılmaya dayanamazsa da tatlılaşma noktasına da sanıldığından çok daha fazla yakındır.
Bütün mesele dönüp dolaşıp biz insanlara gelir dayanır.
Yunus’un dediği gibi laf, ağulu aşları yağ ile bal edebilir.
En acil konularda insanlık adına, savaşlar başta olmak üzere arabuluculuk yapabilir.
Şefkate, merhamete yol gösterebilir. Barışı engellemeye kalkanları barıştan ve barışmaktan başka yol kalmadığına ikna edebilir. Zorlayabilir.
*****
Laf barışa yakışır denmiştir. Uzlaşıya, anlaşmalara, huzura, sakinliğe ve sükuna, cehenneme dönen dünyamızı cennete çevirmeye birebir olan o gereken lafları nerelere sakladık?
İsrail’in Gazze zulmü için, Çin’in Doğu Türkistan zulmü için konuşmayacağız da başka ne zaman konuşacağız?
Hür dünya, İslam Birliği ve Birleşmiş Milletler konuşamadıkları o laflardan mesuldürler.
Lafın irisi, lafın en tesirlisi, lafın yaptırımı en güçlü olanı bugüne lazım değilse başka hangi güne lazım?