Beklemek denen mevzu büyüyor da büyüyor, hicran yarası oluyor, burukluk oluyor, gözler doluyor, gönül yakasına küsüyor. Köprü buluşmak için gözü yollarda bekliyor. Gönüller kendiliğinden çıkıp gelmezse, gönüllerin buluşamadığı o köprüye gönül köprüsü denir mi? Mademki gönül köprüsünde buluşamıyoruz, bari küsmemeyi başaralım. Çünkü küsersek barışmaya zamanımız yok.
Köprü deyince aklımıza Sırat köprüsü, gönül köprüsü, doğruların köprüsü, yalancının köprüsü gibi bir şeyler geliyor.
Gönül köprüsü hoş bir kavram. Böyle bir köprüde buluşmak ise rüya gibi. Hiç kimse böyle bir teklife hayır demez sanılıyor. Sanan da düşünende, bu işin hayalini kuran da fena yanılıyor. Keşke olsaydı o gönül köprüsü…Keşke olsaydı da üzerinde buluşulabilseydi…
Eski çamlar bardak olmuş…Köprülerin altından çok sular akmış…
Bir zamanlar aynı ocağı yakanlar, aynı ocağın başında ısınanlar, buluşanlar, aynı ocakları memleketin her tarafına taşıyanların ocakları, ayrı ayrı bahçelerde tütüyor ve o bahçelerde gülleri açıyor.
Bu zenginlik, gönül zenginliğine vurulsa, bayağı bir zenginiz. Hatta yok bu ülkede dengimiz diyebilirler.
Gönül köprüsünde bir buluşsalar, bir buluşulsa diyen diyene lakin, bu temenni onlara ne kadar ulaşıyor bilinmiyor. Bir araya gelemiyorlar, buluşamıyorlar…Buluşmak lafta kalıyor.
Hatır için buluşulsa dahi gönülsüz gelindiği için, o güzelim gönül köprüsü, gönülsüz buluşanlar köprüsü olmaktan öte gidemiyor…
Onun içindir ki, gönül isterdi ki…Gönül istiyor ki…diye başlayan cümleler hem yarım hem yetim, hem öksüz…
*****
Sözleri Nihat Dalay’a bestesi Orhan Gencebay’a ait olan , “Bir araya gelemeyiz” şarkısının ilk kıtası şöyle başlıyordu;
“Yüce dağlar bizi bizden ayırmış / Arkasını göremeyiz sevdiğim / Ferhat bir zamanlar delmiş diyorlar / Dağ bir değil delemeyiz sevdiğim”
Bir araya gelinemiyor. Bir araya gelinemesin diye dağlar konmuş aralara. Aşılamıyor, varılamıyor, ulaşılamıyor. Mevzu varsın derin olsun, hatta derinden de derin…
O dağları aşacak bir Ferhat lazım…
Oysa aralarında Ferhat mı yok?
Olmaz olur mu?
Ferhat pek çok!
Çoksa, nerde o Ferhat?
Diller lâl!
Çok garip, garipten de garip bu hal bu ahval!
*****
Yeter ki gönüller bir olsun demişiz demesine de bir olamıyor gönüller, bir araya gelemiyor. Aramızda dağlar var diyen o türküde olduğu gibi geçtim dağları sıradağlar var. Sıra-sıra dizilmişler. Geçit vermez olmuşlar. Aşılmaz olmuşlar, yanına varılmaz olmuşlar.
Gönül, bildiğimiz gönül, lakin bir acayip haller var o gönül de…
Huyu değişmiş…Havası değişmiş…
Bencilleşmiş…Egosu üfürükten teyyare…
Uzlaşmaya kapalı…Barışmayı kaldırıp atmış bir köşeye, barış iki gözü iki çeşme…
Gönül köprüsü diye bir şey vardı ya bir zamanlar…
O bildiğimiz, tanıdığımız, haldaşımız, sırdaşımız dediğimiz bazı gönüller, bana diyor köprü demeyin…Hele buluşmaktan hiç bahsetmeyin. Öldü o köprü…Yıkıldı…Taşları döküldü…Viran oldu…Köprü demeye bin şahit ister şimdi…
Ortada köprü yoksa, buluşmakta yok, barışmakta.
*****
Gönül köprüsü demek rahatlamak demek aslında…Yeniden umutlanmak demek…Yeniden doğrulmak…Gözündeki yaşları elinin tersiyle silmek demek…Yıkıldıysa yeniden yaparız demek…Geçilemiyorsa geçilebilir hale getiririz demek.
Üzerinde yeniden buluşabilmek için elimizden gelenin çok daha fazlasını ortaya koyarız demek.
Gönül köprüsünde buluşmamızı istemeyenler, yalandan köprüleri, gönül köprüsü diye tarif ediyorlar,
Öyle bir gönül köprüsü inşa edeceğiz ki diyorlar el de beğenecek, felek de. Hepinizi bu köprüde buluşturmak için elimizden gelenin en iyisini yapacağız.
Gönül köprüsüne gönül vermeden, tek bir taşını dahi değiştirmenin mümkün olmadığını, çok özledim gibi klişe laflarla yanına bile yaklaşılamayacağını bilmiyorlar mı?
*****
Gönül köprüsünde neden mi buluşulamıyor?
Öyle bir köprüye gelmesini beklediklerimiz, gelir dediklerimiz neden mi gelmiyorlar?
Olması gereken, bulunması gereken gönüller neden mi kayıp?
Çünkü o gönüller bir arada değiller. Hoyrat rüzgarların kadrine uğramışlar. Bağları değişik, bahçeleri değişik, o bahçelerin kapıları değişik.
Selam göndersen selam gitmiyor. El sallasan gören olmuyor. Seslensen duyan olmuyor.
Birbirlerini gördüklerinde sarılamıyorlar artık, selamlaşmaları belli belirsiz, yarım yamalak.
O gönüller, dağılmış gönüller…Dahası kaybolmuş…Bile isteye kaybedilmiş, dostuyla, kardeşiyle arasına perde çekilmiş gönüller. Nasıl kızar, nasıl küser, nasıl gönül koyar birbirine? Yok öyle bir ihtimal. Hem de hiç yok.
O ayıranların yolları her daim yalandan köprülerle kesişiyor. Biz biliyoruz da onlar bilmiyorlar mı?
*****
Gönül köprüsünde buluşmak üzerine o kadar çok kelam işittik ki…Birçok kardeşimiz, arkadaşımız böyle bir buluşmayı göremeden ayrıldılar bu dünyadan. Bizim neslin en küçüğü yetmiş yaşına erişti.
Gönül köprüsünü dillerinden düşürmeyenler köprüye giden yollara barikat yığmakla meşguller.
Dün herkes bir aradayken, bugün ayrı ayrı yerlerde. Aralarda dağlar, aralarda tepeler, aralarda dikenli teller, hendekler. Neredeyse cenazeler hariç kimsenin kimseyle görüştüğü yok.
Gönül köprüsünde buluşmak içinse, hele o gün bir gelsin, düşünürüz mealinde laf çok. “Dünya fani, ölüm ani.” Ötelemek de bir yere kadar!
Gün gelir, gün biter, gün gider, günlere gün eklenir, hep o gün geldi gelecek diye beklenir.
O gün gelmez…Gün askıya alınır kalır!
Günü askıya almak demek, belirsiz bir yaklaşımın daniskası aslında…
Gün, bugün…O da bugün demişler ya…
Çıkıp gelen olmayınca olmuyor. İki eli kanda olsa bırakır da koşar gelir dediğin gelmiyor. İstese de gelemiyor. Gelemiyor işte. Diyor ki biliyorsun fazla üsteleme…
*****
Beklemek denen mevzu büyüyor da büyüyor, hicran yarası oluyor, burukluk oluyor, gözler doluyor, gönül yakasına küsüyor. Köprü buluşmak için gözü yollarda bekliyor.
Gönüller kendiliğinden çıkıp gelmezse, gönüllerin buluşamadığı o köprüye gönül köprüsü denir mi?
Mademki gönül köprüsünde buluşamıyoruz, bari küsmemeyi başaralım. Çünkü küsersek barışmaya zamanımız yok.