Konuşarak çözülebilecek birçok mevzuyu içinden çıkılamayacak hale getiriyoruz. Miraslar, aile içi meseleler, akrabalarla olan ilişkiler, iş dünyasındaki rekabetler, üstünlük mücadeleleri kördüğüme dönüyor. Küfür ve hakaret sınırları zorluyor. Hatta bendini ve haddini aşmaktan çekinmiyor. Kırılan, dağılan, parçalanan, savrulan kalpler bir daha bir araya gelemiyor.
Şair, “Şu çeşme ne güzelmiş, su içecek tası yok / Kırma insan kalbini yapacak ustası yok” demiş…
Hiç, kalp tamiri yapılır diye bir levha gördünüz mü?
Kalp kırma üzerine kimse elimize su dökemez. Kalbin kırılganlığını sözüm ona herkes bilir, lakin kendine hâkim olamaz.
Neyi kırarsan kır, insan kalbi kırma diyenimiz yok…
Yapma, etme diyeni dinleyenimiz yok…
Kalp kıranları koruyanların sessizliği ve suskunluğu ise anlatılacak gibi değil…
Onların yüklendiği vebale dahil olmayacaklarını düşünüyorlar herhalde…
Keşke demenin, pişmanım demenin yakıp yıktıktan, kırıp-döktükten sonra dile gelmesi kırılan kalpleri tamir eder sanılıyor.
Özrümü diledim, gönlünü aldım, barıştık bundan sonra, kafamı kırarım bir daha onun kalbini kırmam diyenlerin verdikleri sözü çok çabuk unuttukları da az görülmedi.
Hele ki yaşadığımız bu zaman diliminde…
En büyük hastalığımız, verdiğimiz sözlerde duramamak, verdiğimiz sözü tutamamak…
Bu konudaki en büyük yalancılar bizim aramızda…
Tövbe edenlerin dahi, tövbelerinde sebat edemediği bir dünya…
Neyi mi anlatmaya çalışıyoruz?
Kalp kırmanın yanlışlığını…
*****
Yunus Emre, “Bir kez gönül kırdın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil” diye uyarmış kalp kıranları.
Yarın Hakkın divanına varacak herkes…O divandan kaçış yok, kurtuluş yok. Çünkü herkes ölümlü. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacak.
Kim kimin kalbini kırdı ise, kim kimin kalbini viran ettiyse, tarumar ettiyse o divanda verecek hesabını…
Başta siyasilerimiz olmak üzere, kullanılan ağır laflar, hakaretamiz ifadeler, kalp kıran, insanları küçük düşüren ithamlar hemen her yerde kendini göstermeye devam ediyor.
Birbirimize karşı anlayışlı olamıyoruz.
Konuşarak çözülebilecek birçok mevzuyu içinden çıkılamayacak hale getiriyoruz. Miraslar, aile içi meseleler, akrabalarla olan ilişkiler, iş dünyasındaki rekabetler, üstünlük mücadeleleri kördüğüme dönüyor.
Küfür ve hakaret sınırları zorluyor. Hatta bendini ve haddini aşmaktan çekinmiyor.
Kırılan, dağılan, parçalanan, savrulan kalpler bir daha bir araya gelemiyor.
Bazı meseleleri içine atan insanlar, bir de bakmışsınız ki, kısa bir süre sonra kalpten gitmiş…Ondan sonra o ölümlere sebep olanlar, başlıyorlar ağıda, kendilerini yerden yere atmaya, paralamaya…
Ablam gitti ablam, babam gitti babam, ağabeyim gitti ağabeyim diye…
Ne geçti eline? Mezarının başında beni affet desen ne olacak? Ablam beni affeder, babam beni affeder, ağabeyim beni affeder diye teselli olsan ne olacak? Giden geri mi gelecek?
Paylaşamadığın her ne varsa senin olsun bundan böyle…Dünya malı dünyada kaldı işte…
Evleri vardı, arabaları vardı, yazlıkları vardı, vardı da vardı…
Hepsi bu dünyada kaldı…Kim ne götürdü? Sen ne götüreceksin? Anlayabildin mi?
Yeminle yine anlayamadın…Anlarsın inşallah…
*****
Kalp kolay kırılmaz amma, kırıldığında da bir daha eskisi gibi olmaz.
Etrafımızda kalp kırıcılar, kalpleri kırmak için elinden gelen her şeyi yapan kendine sahip olamayanlar, haddini hududunu aşanlar, gururdan kibirden gözünün önünü görmeyenler o kadar çok çoğaldı ki…
En çok sevdiklerimiz, bizim önümüzden geçmez dediklerimiz, saygıda sevgide kusur etmez dediklerimiz bir de bakıyorsunuz sıraya girmişler.
Kalbimizi kimler kırmıyor ki…
Kalbimiz kırıla-kırıla yolumuza devam ediyoruz.
Çökmüş bir halde…
Paramparça…
Gönül umduğuna küser derler ya…Yakamıza küsmekte bunlardan biri.
Denir ki, çok küsmüş, öyle bir küsmüş ki…
Barışmış gözükse de, kalp kırgınlığı hâlâ devam ediyor.
*****
Hz. Mevlânâ,” Yarabbi kalplerimizi mum gibi yumuşat” diye dua etmiş.
O taş kalpler mum gibi yumuşamazsa;
Kırgınlıklar bitmez… Öfkeler dinmez…
Ayrılıklar kavuşma günü olmaz…
Barış gelmez dünyaya…
Türküler şenlenmez…
Şarkılar meltem rüzgârı misali esmez gönüllere…
O taş kalpler mum gibi yumuşamazsa; Sevgi kanat çırpıp sevgiden nişaneler serpemez her köşeye-her bucağa… Savaşlar bitmez, akan kanlar durmaz… Gözyaşları sevinç gözyaşlarına dönüşmez…
Asık suratlılar, gülümsemeye başlamaz…
O taş kalpler mum gibi yumuşamazsa; Mevsimler bahar olmaz Güller açmaz… Bülbüller en güzel şarkılarını söyleyemez Gülizarlarda… Senlik-benlik bitmez… Huzur gelmez kâinata…
*****
Son yıllarda kendimizi, birbirimizi, çevremizi, tanıdıklarımızı, hısım akrabayı, tanıyamaz olduk. Hiddetli, kinli öfkeli sözlerin sahibi olanlar bizim tanıdığımız o insanlar değil.
Kalp kırmada üzerlerine yok…
Kaba saba sözler…Küfürler, hakaretler…İnsanları anma şeklimiz bile değişti…Ölenin ardından ne adamdı be diyoruz…Ne güzel söverdi öyle…Hele tepesi bir attı mı, eşikteki, beşikteki dahil herkese söver süpürdü. Şimdi burada olacaktı da görecektiniz.
İyi birilerinin ardından da…Kimseye zararı yoktu. Herkese selam verirdi. Hâl hatır sorardı… Ağzından kötü laf çıkmazdı. Amma öbür arkadaş bir başkaydı, onu her vesileyle anmadan geçemiyoruz.
O övmelere doyulamayan insanın kırdığı kalpleri anlatan yok…
Diyorlar ki, cenazesinde bazıları, hakkımı mahşere bıraktım diye sesini yükseltmekten kendini alamadı. Söverdi, süpürürdü, olmadı insanların kapısına dayanırdı, çaresiz insanları döverdi, kapılarını tekmelerdi.
Kırmadığı kalp kalmamıştı. Lakin bu adamı efsane ettiler. Nesi iyi, neresi iyi böylesinin…
Buna iyi demek, iyi insanlara temiz insanlara hakarettir!
*****
Hz. Mevlânâ, yüzyıllar ötesinden kalp kıranlara diyor ki, “Ya kırdığın kalbi Allah seviyorsa? Bilemezsin. Bilseydin ödün kopardı, dokunamazdın.”
Bu söz öyle bir söz ki, insanın tüylerini diken-diken edecek, pişmanlıktan hüngür hüngür ağlatabilecek bir söz…
En güzel temennimiz, “kırmayalım insanların kalplerini” olacak.