Uzun uzun zaman önce memleketin birinde uzaklarda bir köy varmış. Senede birkaç yabancı ancak uğrarmış. Karlı, fırtınalı bir gecede, köyün girişindeki bir evin kapısı çalınmış. Kapıyı açan adama seslenen birisi, al demiş, bu kız çocuğunu büyüt. Gün gelir aramaya, almaya gelirim. Adam uyumakta olan bir yaş civarındaki kız çocuğunu almış, getirmiş karısının yanına. Kalk demiş, kalk bir kızımız oldu. Karısı vah garibim, vah kadersizim demiş. Kim getirdi bu çocuğu? Adam şimdilik sana söylemem yasak demiş. Yalnız soranlara, uzak bir akrabamızın emaneti. Ana-baba ikisi de öldü. Çocukta bize kaldı. Kadersiz bir yavrucak diyeceğiz.
Kadersiz diye diye, adı kadersiz kalmış kızın. Kuş uçmaz, kervan geçmez, kimse gelmez, kimse bilmez o köyde büyümeye başlamış kadersiz. Çok küçük yaşlarda ok atmasını öğrenmeye başlamış. Daha ileri yaşlarda ata binmesini, kılıç tutmasını da öğrenmiş. Baba dediği adamdan kılıç kullanmasını, ana dediği kadından ok atmanın inceliklerini öğrenmiş. Kız, on sekiz yaşlarına geldiğinde, yaman bir savaşçı olmuş.
Adam ve karısı bir gece, kadersiz demişler. Sen bizim kızımız değilsin. Seni karlı fırtınalı bir gecede bize bıraktılar. Biz sana okumayı, yazmayı, ok ve kılıç konusunda bildiklerimizi öğrettik. Diyeceksin ki, madem bu kadar marifetiniz vardı bu köyde ne işiniz var? Bu köye git dediler, geldik. Demek ki, işimiz seni büyütmek yetiştirmekmiş. Adam sen demiş bir taht kavgasının sonucunda yapayalnız kalmış bir kadersizsin. Şehzade olan baban Sultan olan kardeşi tarafından öldürüldü. Anan köle pazarında satıldı. Beş sene önce o da öldü. Seni babanın en yakın adamı olan öz Ağabeyim getirdi. Dedi ki, on sekiz yaşına geldiğinde, onu gelip alacağım. Gelemezsem ölmüşüm demektir. Gerçekleri anlat, bırak Payitahta gelsin. Kaderiyle yüzleşsin.
Bir ay kadar sonra, beklenen misafir gelmiş. Gelen Ağabey, maşallah kızıma demiş. Hiç korkma varsın sana kadersiz desinler. Sen bu memleketin Prensesisin. Yalnız bunu şu anda bir biz bileceğiz. Sultan ve yanındakiler seni öldü biliyorlar. Köyün Ağası onlar içeride konuşurlarken çalmış kapıyı. Adama yabancı demiş, ne derdin var bu insanlarla. Adam, sen demiş beni tanımadın mı? Ağa, Sultanın muhafızlarına haber gönderdim demiş, az sonra köyde olurlar. Ben köyümde hainde istemem, hain de barındırmam. Adam, hain sensin demiş, ben senin dayınım. Ağa ben dayı falan bilmem demiş, bu insanları rahat bırak kızlarını da…Kadersiz kızı almaya geldiğini hepimiz biliyoruz. Muhafızlar gelip seni yakaladığında, ben de bu kızı alıp oğlumla evlendireceğim.
Muhafızlar evin etrafını sarmışlar, Kadersiz ve ana dediği kadın ok yağmuruna tutmuşlar muhafızları. Baba dediği adam ve ağabeyi evi saran muhafızlardan kurtulup, sürmüşler atlarını. Kadersiz önünü kesmeye çalışan ağayı bir kılıç darbesiyle saf dışı bırakırken, ağanın oğlunu ise ana dediği kadın okla vurup yol kenarına düşürmüş. Dört kişilik kafile saatlerce at sürmüşler sonunda ağabeyin bildiği bir hana gelmişler. O gece o handa kaldıktan sonra ortalık yeni aydınlanırken çıkmışlar yola. Öğleye doğru bir şehre gelmişler. Şehirden hareket etmek üzere olan bir kervana katılmışlar. Kervan yola revan olmuş. Birkaç gün sonra, kervan ormanlık bir alanın yanından geçerken, haramiler kervana saldırmış.
Kervanın muhafızlığını yapan bir genç varmış. Öyle yaman dövüşüyormuş ki, harami başı, onu gebertmeden olmaz demiş, önce onu gebertin. Kadersiz ve yanındakiler ok yağmuruna tutmuşlar savaşçının çevresini. Ardından çekmişler kılıçlarını dalmışlar kalabalığa, beş cengâver olmuşlar ne harami başı kalmış ortada ne harami. Kervancı başı, bugüne kadar demiş hiç bu kadar çok harami görmedim, bu kadar haraminin canına okuyan böyle cengaverlerde. Kervan Muhafızı, ağabeyi görünce, varmış önünde diz çökmüş, Beyim demiş şükürler olsun sana rastladım. Ağabey, yanındakilere bu yiğit benim en iyi öğrencimdir demiş. Bana en fazla lazım olduğu bir anda onunla karşılaşmam Allah’ın bir lütfu. Kervan Payitahta vardığında bana lazımsın. Kervancı başıyla konuşur senin ayrılma meselesini hallederim.
Yol boyunca ufak tefek olaylar olsa da önemli değilmiş. Payitahta geldiklerinde ağabey onları bir konağa götürmüş yerleştirmiş. Kadersize bu konak benim Prensesim demiş, gönül rahatlığıyla otur. Yalnız yine de tek başına dışarı çıkma derim. Ardından o yiğidi çağırmış. Yiğidim demiş, bu erkeklerden çok daha iyi savaşan kız, gerçek bir Prensestir. Şu andaki Sultanın öz yeğeni. Sultan ve yakınındakiler onu öldü biliyor. Her nereye gitse onun gölgesi olacaksın. Ölümüne onu koruyacaksın. Gerçi o kendini senden de benden de iyi korur amma sen yine de dikkatli ol. Payitahta boşuna gelmedik.
Ona analık ve babalık yapanlar var ya, kadın yengem, adam öz kardeşim. Her ikisi de bir orduya bedeldir. Cengâver, Beyim demiş, biz bundan böyle ne yapacağız? Birilerinin bizi gelip bulmasını mı bekleyeceğiz, yoksa Prensesi Sultanın karşısına mı dikeceğiz? Az sabırlı ol demiş Bey. Hepsinin sırası gelecek. Fevri bir hareket yapma. Hemen kılıcına davranma, başını belaya sokma, senden şu anda başka bir şey istemem.
Cengâver, konaktan çıkınca, kadersiz onun peşine takılmış. Bir süre sonra saray kapısından içeri girdiğini görmüş. Hemen ardından ağabeyi bulmuş, Beyim demiş, senin cengâver saraya girdi. Hem de hiç zorlama olmadan. Onu tanıyor gibiydiler. Tedbirde kusur etmeyelim diyorum. Ağabey, sen demiş hemen şu hareket halindeki kervana katıl. Elini yüzünü iyice sar. Şehirden çıkıncaya kadar da öyle kal. Konağa geri döndüğünde bir de bakmış ki, kardeşi ve yengesi yakalanmış. Muhafızlar onu da yakalamışlar. Sultanın karşısına getirmişler.
Sultan seni tanıdım demiş ağabeye. Sen kardeşimin en yakınındaydın. Bu cengaver bana sadık olan yiğitlerdendir. Her ne kadar sen de yetiştirsen, bana bağlılığı önce gelir, yeğenimin ölmediğini söylüyor. Çok da iyi bir savaşçıymış. Nerede yeğenim? Ağabey, yeğenin öleli yirmi yıla yakın oldu Sultanım demiş, o kız kardeşimin kızı. Bu cengâveri de ben yetiştirdim. İyidir, hoştur ancak fena yalancıdır. Sultan, cengâver demiş, madem bana sadıksın, göster sadakatini, beyin kardeşi ve yengesinin kellesini al ki, Bey mi yalancı, sen mi anlayalım. Cengâver, bir anda karı-kocanın kellelerini uçurmuş herkesin gözü önünde. Ağabeyleri olan Bey, benim artık bir ailem kalmadı Sultanım demiş, benim de canımı alsın şu yalancı sahtekâr. Sultan demiş ki, sarayın avlusunda herkesin gözü önünde kozunuzu paylaşın. Kim sağ kalırsa ona dokunmayacağım, size Sultan sözü.
Herkes ne olacak diye toplanmış. Cengâver, çekmiş kılıcını saldırmış Beye, bey her hamleden ustalıkla kurtulmuş, sonra öyle bir hamle yapmış ki, cengaverin elindeki kılıç düşmüş. Almaya çalışırken kellesinden olmuş. Sultan, serbestsin demiş. Yalnız bir daha Payitahta gelirsen, sonun olur. Bey saraydan çıkınca, onu demiş takip edin. Anlatılanlar gerçekse ikisini de öldürün. Ağabey günlerce o kervanın izini sürmüş, sonunda yetişmiş. Peşinde birilerinin olduğunu Payitahttan çıktığı andan itibaren biliyormuş. Kadersizle bir şekilde haberleşip onu takip edenlerin hepsini ortadan kaldırmışlar. Handa kalırlarken, hana Sultanın öldüğü haberi gelmiş. Hancı, Sultanın demiş hiç çocuğu olmadı. Doğanlar çocuk yaşta öldü. Bir kız yeğeni var diyorlar, kim bilir nerde. Belki haberi bile yok.
Bey ve kadersiz sürmüşler atlarını Payitahta. Saraya varmadan önce Bey, ölen Sultanın hocasını bulmuş. Durumu ona anlatmış kadersizle de tanıştırmış. Ertesi gün Sultanın Hocası, Bey ve kadersiz saraya gelmişler. Sultanın makamı Vezirlerin ve Beylerin tartıştığı kılıçların çekildiği bir yer haline gelmek üzereyken, Sultanın Hocası, durun bakalım demiş. Herkes beni dinlesin. Hanım Sultan, Sultanımızdan üç sene evvel ölmüştü. Sultanın çocukları oldu lakin her biri küçük yaşta öldüler. Yanımda yirmi yıl önce öldürülen Şehzademizin kızı Prensesimiz var. Taht onun, söz onun. Onu Memleketin Ecesi olarak ilan ediyorum. Onu tanıtan bütün emanetler ve alametler, Şehzadenin en yakın adamı olan Bey’de.
Sultanın en yetkili Veziri, ben demiş bunu kabul etmem diyerek çekmiş kılıcını. Kadersiz, bir daha bu makamda kılıç çeken olmayacak diyerek, bir kılıç darbesiyle Veziri cansız yere sermiş. Birkaç kişi daha saldırıya geçmişler, onlardan da sağ kalan olmamış. Salondaki herkes diz çökmüş. Prenses, bana demiş kendimi bildim bileli kadersiz dediler. Bu memleketin Ecesi olarak, cümle kadersizlere yardım edeceğim. Beni ölümüne koruyan Beyi Vezir yapıyorum. Hocam da bana danışmanlık yapacak. Bir daha bu makama belinde kılıçla, hançerle hiç kimse giremeyecek. Sultan Amcamın koyduğu Vergileri onda bire indiriyorum. Onun koruduklarının da malına mülküne el koyuyorum. Bu akçeler ahaliden esirgenen, ahaliye verilmeyen akçeler. Bir tekine dahi dokunulmadan fakire fukaraya, yoksula dağıtın. Payitahtta ve memleketimde yüzü gülmeyen, güldürülmeyen bir Allah’ın kulu kalmayacak. Ahali Ecelerinin almış olduğu kararı duyunca bayram etmişler. Ecemizin ömrü uzun olsun, saltanatı daim olsun diye dua etmişler.
Anlatırlar ki; Ece, ömrünü memleketine ve ahalinin refah ve huzuruna adamış. Nerede bir kadersiz duysa, kadersiz bulsa tutmuş elinden. Ona kadersizlerin Ecesi demişler. Kadersizlerin Anası demişler. Memleket uzun bir süre savaşsız bir dönem geçirirken. Yaralar sarılmış. Ticaret gelişmiş. Memleket zenginleşmiş. Savaş olduğunda ise, ordusunun başında en önde yalın kılıç giden Ece ne bir savaş kaybetmiş ne de yenilgi yüzü görmüş.
Kadersizin hikayesi cümle kadersize umut olmuş, teselli olmuş.
Şehir şehire, kadersiz kadersize, Prenses Prensese, Ağabey, ağabeye, Sultan Sultana, kervan kervana, harami haramiye, cengaver cengâvere, ana-baba ana-babaya, han hana, hancı hancıya, konak konağa, ahali ahaliye benzer.
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…