Bugün ardından, sevenleri olarak; dava adamıydı, gönül adamıydı, büyüğümüzdü, ağabeyimizdi, içimiz yandı, şoktayız, çok üzüldük diye, üzüntülerini beyan edenler, paylaşanlar, gözleri dolanlar, gözyaşlarına hakim olamayanlar var.
Sevilmek güzel şey!
Sevilen ve saygı duyulan bir insanın ardından, ona karşı olan son görevini yapacak, yakınları, sevenleri ve öğrencileri.
Rahmetli Dülger Hoca, siyasetçilerin yakından tanıdığı, akıllarında bulundurduğu, ancak onu bir yerlere getirmek için oldukça ağır davrandığı bir isimdi.
Nedendir bilinmez, siyaset ve siyasetçiler değerli insanları kaybettikten sonra, herkesten çok daha fazla dövünmeye başlar!
O zamanda hep şu sorular sorulur;
Rahmetli İbrahim Dülger Hocayı, sağlığında, yaşarken, karşınızdayken, yanınızdayken, içinizdeyken neden görmediniz?
Hiç mi fark etmediniz?
Neden bir yerlere teklif etmediniz, getirmediniz?
Neden yolunu açmadınız?
Rahmetli, donanımıyla, şahsiyetiyle, kültürüyle, vatan ve millet aşkıyla, milliyetçiliğiyle ben buradayım demiyor muydu?
Dün rahmetli Prof. Dr. Durmuş Yılmaz için de aynı şeyler söylenmişti!
Rahmetli Muzaffer Onüçyıldız içinde, benzer şeyler söylendi!
Bugün, İbrahim Dülger içinde konuşulanlar aynı!
Bu kıymetli insanlar için yaşarken, sağlıklarında ne yapıldı, ne yaptınız?
Vah denildi!
Ah denildi!
Tüh denildi!
Yazık denildi!
Kıymetleri hiçbir zaman bilinemedi!
Ben, rahmetli Yılmaz’la, rahmetli Dülger’i birbirlerine çok benzetirim.
Rahmetli Dülger, rahmetli Durmuş Yılmazdan sonra camianın tesellisi olmuştu.
Her ikisinde de, insanı etkileyen, insan ruhuna tesir eden Allah vergisi bir anlatım kabiliyeti vardı.
Birçok değerli insan gibi arkasından ağıt yakılması,
Geriye dönmesi mümkün olmayan insanlar için,
Keşke ile başlayan bir yığın cümlenin sarf edilmesi, akılımızı başımıza getirecek mi?
Maalesef hayır!
İnançlı, donanımlı, kapasitesi yerinde, enerjik, dünya ile barışık, seveni çok Dülger Hoca gibi birçok insana, şans mı tanıdık?
Onların onda biri bile olmayanlara verilen ve tanınan fırsatların hiçbirini Dülger Hoca gibi insanlara vermedik, tanımadık, yollarını açmadık.
Evet, İbrahim Dülger gibi, Durmuş Yılmaz gibi dava adamları vardı bu şehirde…
Öldükten sonra, haklarını teslim etmeye kalkma gayretleri, şöyleydi, böyleydi diye övgü yarışına girme bahtsızlığımız bizlerin ayıbı!
Toplum olarak ne kaybettiğimizi, neleri kaybettiğimizi ancak, o insan öldükten sonra anlama yanlışımızdan bir türlü dönememeyi izah edecek ne bir kelime var, nede bir cümle!
İnsanlara Allah emri yetmiş!
O insan sessiz sedasız bu dünyadan göçüp gitmiş!
İş işten geçmiş!
Teselli babından söylediklerimiz, gözlerimizin dolması, boğazımızda lafların düğümlenmesi, gideni geri getirmiyor!
Dülger Hoca gibi, insanların üzerinde durmayanlar,
Durmak istemeyenler,
Yollarını kesenler,
Yollarının üzerine engeller dizenler,
Onların bu şehre,
Bu ülkeye,
Bu millete hizmet etmesini aklınca engelleyenler!
Ne geçti elinize?
Bu insanların yerine koyabileceğiniz evsafta, liyakatte, kumaşta insanlar mı var?
Dülger Hoca gibi, Yılmaz Hoca gibi insanlar konuşmaya başladılar mı, muhatapları dut yemiş bülbüle dönerlerdi.
Fazla yükselmesin, önümüze geçmesin, sivrilmesin, ne kadar az bilinirlerse o kadar iyi engellemelerine rağmen, onlar bu türden yaklaşım sergileyenlere her defasında fark attılar.
Ne yazıktır ki, görmesi gerekenler görmedi, bilmesi gerekenler bilmedi, değerlendirmesi gerekenler değerlendirmedi.
En büyük hastalığımız olan, bir insana sağlığında hak ettiği değeri vermeme, vermek istememe, geciktirme, zamana yayma, unutturma lüzumsuzluğumuz artık saç-baş yolduracak durumlarda.
Sözüm ona duyulan pişmanlıklar, dökülen timsah gözyaşları, ah ve vah etmeler, bir daha böyle bir hataya düşmeyeceğiz söylemlerinin ömrü üç gün bile değil!
Son günlerin moda kavramlarından biri olan “ortak akıl” bu işlere, zaman ayıracak, düşünecek, çare olacak mı, çare arayacak mı?
Çare adeta, Kaf dağının ardında, Zümrüdüanka ile gidilebilen bir hikayeye bağlanmış!
Gidenin yeri dolmuyor. Seninde yerin dolmayacak Dülger Hocam.
Allah rahmet eylesin, yakınlarının ve sevenlerinin başı sağ olsun. Mekanın cennet olsun inşallah.