Dostluk denen yol bu kadar uzak olmamalı. Dostluk diye kırk dereden su getirmeye çalışılmamalı, o yolun geçitleri, köprüleri gönülden olmalı… Dostluğa giden yolu ne kar kapatmalı ne heyelan ne boran ne tufan… Mutlaka oraya varacak bir yol bulunmalı… Dostluğa ulaşılabilen, el ele tutuşulabilen, omuz omuza verilebilen bir yolda buluşulmalı…
Bizim neslimiz çok partili siyaset yıllarında dünyaya açtı gözlerini. 1950 ve sonrasında. Ağabeylerimiz, ablalarımız kırklı yılların sonlarına doğru dünyaya gelmişlerdi.
O nesil; Menderesi gördü, Celal Bayar’ı gördü. İsmet Paşayı gördü. Demirel’i gördü, Ecevit’i gördü. Türkeş’i, Erbakan’ı gördü.
İhtilalleri ve muhtıraları gördü…
Görmekle kalmadı, olayların içinde buldu kendini...
“Hayal meyal düşler gibi” değildi o dönem…Hakikatin ta kendisiydi.
Öyle olunca da dolu-dolu yaşadılar sağ-sol kavgalarını. Sürgünleri, vurgunları, çalkantılı yılları…
12 Eylül öncesinde “Adalet Partisiyle CHP bir araya gelirler mi, ülkede kargaşa ve terör biter mi?” diye düşünmüştü insanlar.
Olmadı…
12 Eylül’ü takip eden yıllarda yani son kırk küsur senede insanların olmaz, yapılmaz, dünyada bir araya gelmezler dediği siyasi partiler bir araya gelip, hükümet oldular, hükümetler kurdular. İttifak oluşturdular. Yol ayrımları yaşandı. Yeni ittifaklar oluştu.
Günümüze kadar da taşındı…
***
Güftesi Hayri Mumcu’ya bestesi Gültekin Çeki’ ye ait olan “Eski dostlar” şarkısını bilirsiniz. Hele ki bu şarkıyı siyasete uyarlarsanız ne manalar çıkar ne manalar. Ortada ne eski dost kalır ne de eskimeyen dostlar.
Ne diyordu o şarkının ikinci dörtlüğünde;
“Hayal meyal düşler gibi / Uçup giden kuşlar gibi / Yosun tutan taşlar gibi / Eski dostlar, eski dostlar”
Nerde kaldı, “her ne olursa olsun dostluk baki” diye edilen onca laf?
Unutulan isimler…Bakılmayan resimler…
Ne yaparlar? Neredeler? Kim mi onlar?
Eski dostlar…Hayal meyal düşlerde bile olmayanlar…Uçup giden ve bir daha aynı dala konma ihtimali olmayan kuşa benzetilenler…Yosun tutan taşlarla kıyaslananlar onlar. Unutulanlar, unutulmuşlar, hatırlanmak dahi istenmeyenler….
Hiçbirinden ne bir haber alınanlar…Ne de selamı gelenler…Gerçekten hayal meyal düşer gibi…
Demek ki siyaset gibi, ticaret gibi sahalarda dost kavramı pamuk ipliği ile bağlı bir kavram…
Kopma ihtimali oldukça yüksek bir dostluk bağı ile birbirine bağlı alanlar.
Lakin dostluk üzerine söylenir en şatafatlı yalanlar.
Siyaset arenamız mahalli seçimlere doğru fena karışık.
Var olduğu düşünülen dostlukların yerinde şimdi yeller esiyor.
***
Ne mi demişti dostlarla ilgili Mevlâna?
“Ey Gönül! Bir sürü dostlarının yanında elbet ki düşmanların da olacak; ama imtihan ya bu onca düşmanın var iken seni dostun vuracak.”
“Dost; acı söyleyen değildir. Acıyı tatlı söyleyebilendir.”
“Dost insanın aynasıdır.”
“Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme. Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme.”
Siyasette dost denilenlerin acıyı tatlı söyleyebildiğini duyan ya da şahit olan var mı?
İş dosttan ve dostluktan kapak kaldırmaya geldiğinde dün dost olanın, bugün bu dostluktan neden caydığı yatırılır masaya…
“Ne demiştin neden caydın sözünden” diye başlanır üstelik…
Dost bırakılır mı? Bırakılırsa neden bırakılır? Ya da neden bırakılmaması gerekir?
Dostluk kişisel düşüncelerin ve yaklaşımların çok üzerindedir. Hele ki o dostluk ülke üzerineyse…
Bir türlü yakamızı kurtaramadığımız sen-ben yaklaşımları. Elimizi, kolumuzu ve yolumuzu bağlayan egolar, dostluğun önündeki en büyük engel.
Günümüzün dostları, dostluğa yakışmayan, dostlukla alakası olmayan ne varsa hepsini yapma konusunda yarışıyorlar.
Gitme diyorlar gidiyor. Etme diyorlar, etmediğini bırakmıyor. Yapma diyorlar, ne yapmışım ki, diyerek, zeytinyağı misali üste çıkmaya kalkıyor.
Dostluk bunun neresinde mi?
Kolaysa verin bakalım cevabını…
Aşık Veysel rahmetlinin canı, belli ki dosttan yana pek yanmış, yanmış ki, “Dost, dost diye nicesine sarıldım / Benim sadık yârim kara topraktır” demiş geçmiş…
***
Hani nerde o gemileri yakanlar?
Hani nerde o mangalda kül bırakmayanlar?
Hani nerde o üstten-üstten, en üst perdelerden konuşanlar?
Hani nerde o herkes gider, ben gitmem diyenler?
Hani nerde o kul köle misali kapılarda yatanlar?
Edebiyatı parça-parça et…
Biraz hamaset…
İçine de yeşillik niyetine siyaset…
Sonrası ne mi?
“Hayal meyal düşler gibi” olur gider vaziyet…
***
Siyaset ve dostluk yan yana gelse, bu tablonun ömrü ne kadar olur dense, hemen herkes, “maksat hasıl oluncaya kadar” babında bir şey söylemeden edemez.
İnanın ne daha ötesi var ne de berisi…
Bizim nesil ne siyasetin içinde kaldı ne dışında…
Siyaset; sensiz olmaz dercesine bu neslin kolundan tuttu, çekti-çekti getirdi.
Attı siyaset kazanının içine hepsini…
Ne kadar hayal kırıklığı varsa…
Ne kadar hüsran varsa yaşattı.
Hayal meyal düşler gibi, siyasetin ve dostluğun anlamını ve manasını kendi içinde sorgulattı durdu yıllar boyu. Ve tabi vefayı da…
***
Mevlâna, “Birisi körlükle ve bilmeden yüzyıl yürürse o aştığı yol, yoldan sayılmaz.” demiş.
Aşık Veysel, “Uzun ince bir yoldayım / Gidiyorum gündüz gece/ Bilmiyorum ne haldeyim / Gidiyorum gündüz gece” demiş…
Yunus, “Bu yol uzaktır menzîlî çoktur, / Geçîdî yoktur derîn sular var.” demiş.
Dostluk denen yol bu kadar uzak olmamalı. Dostluk diye kırk dereden su getirmeye çalışılmamalı, o yolun geçitleri, köprüleri gönülden olmalı…
Dostluğa giden yolu ne kar kapatmalı ne heyelan ne boran ne tufan…
Mutlaka oraya varacak bir yol bulunmalı…
Dostluğa ulaşılabilen, el ele tutuşulabilen, omuz omuza verilebilen bir yolda buluşulmalı…
Ne dersiniz?
Dostlukların; düşlerin ötesine, daha da ötelerine taşınması, hakikate ulaşması bu kadar zor mu?